DUANIN SUYA YANSIMASI: ŞİFA TASLARI
DUANIN SUYA YANSIMASI:
ŞİFA TASLARI
Leyla Zaman Alan
Dünya var olduğundan beri yaratılan her canlının özü olan su; bütün medeniyet ve dinlerin temel taşlarından olmuştur. Öyle ki su canlıların yaşamını devam ettiren en temel madde olmasının yanı sıra temizlik, hijyen ve şifa kaynağı olarak da yüzyıllardır kullanılmaktadır. Suyun şifa kaynağı olarak kullanımı birçok medeniyet ve dinde benzerlik göstermektedir. Özellikle içerisine yazılan duaların suyla birleşip şifa olarak canlılara yansıması ile yüzyıllardır kullanılan şifa tasları canlıları çeşitli hastalık ve ruhsal sıkıntılardan kurtardığına inanılmıştır.
Şifa taslarının tarihi M.Ö. 2000’lerin son çeyreğinde kuzey ve güneyde Basra körfezinden Amanos dağlarına, doğu ve batıda Lübnan ve Kuzey Mezopotamya’ya kadar olan geniş bir alana yayılmış Aramilere dayanmaktadır. Aramilerin eski mezar ve evlerinde pişmiş topraktan yapılmış iç yüzleri tamamen Aramca yazılı olan taslar bulunmuştur.
Roma ve Bizans (Doğu Roma) döneminde şifa bulmak amacıyla bu taslara benzer kutsal şarap ve ekmeğin konduğu dini içeriklerle bezenmiş litürjik kapların kullanıldığı bilinmektedir.
İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in suyun şifa vermesi konusunda bazı hadisleri günümüze kadar ulaşmıştır. Bununla birlikte İslamiyet’te hastalık ve kötülüklerden korunmak veya kurtulmak amacıyla Kur’an veya dua okuyup üfleme anlamında olan rukyenin varlığından da haberdarız.
Hz. Ayşe’den rivayet edilen bir hadiste peygamber efendimiz Hz. Muhammed’e getirilen bir hasta için “Bu hastalığı gider ey insanların Rabbi! Şifa ver; çünkü şifa verici sensin. Senin vereceğin şifâdan başka şifa yoktur. Öyle şifa ver ki, hiç bir hastalık bırakmasın” şeklinde dua ettiği aktarılmıştır. Ayrıca Hz. Peygamberin torunları Hasan ve Hüseyin için şeytandan, zehirli haşerattan, kem gözlerden korunmaları için dua ettiğini, nazara, yılan ve akrep sokmasına karşı rukye yapılmasına izin verdiğini hadis kitaplarından öğrenmekteyiz.
9. yüzyılda yaşamış olan ünlü hadis hafızı İbn Mace’nin Tıbb adlı eserinde aktardığı bir rivayette Şeyh Ebu’l-Kasım’ın çocuğu şiddetli bir hastalığa tutulduğunda bir gece Hz. Muhammed’i rüyasında gördüğüdür. Rüyada Peygamber Efendimiz’e oğlunun hastalığını anlatır, Peygamber Efendimiz kendisine; “Şifa ayetlerini bilmiyor musun?” dediği ve bunun üzerine uyanarak, Kur’an-ı Kerim’deki şifa ayetlerini bir kâğıda yazarak temiz bir suyun içerisine bıraktığı; suyu oğluna içirdikten sonra da şifa bulduğudur.
Bu rivayetlerde şifanın Allah’tan dua ile istenilmesi, Kur’an-ı Kerim’de şifa ayetlerinin varlığı ve suyla birleşimine değinilmiştir. Duanın suyla birleşmesiyle oluşan ve İslam maden sanatının özgün örneklerini teşkil eden şifa tasları bu rivayetlerin somut örneklerindendir.
ŞİFA TASLARINA BAKIŞ
Şifa tasları genellikle gümüş, bakır, pirinç gibi alaşımlı madenlerden yapılmış olup seramik ve porselen gibi nadir örnekleri de mevcuttur. Taslar form olarak yayvan biçimli altı kaideli ve orta kısmı çanaklı olabilmektedir.
Şifa taslarının en karakteristik özelliği ise iç ve dış yüzeylerinin simge ve yazılarla çevrili olmasıdır. Bu yazılar kalem işçiliği ve kazıma tekniğinde yapılmıştır. Yazılar genellikle Kur’an-ı Kerim’de yer alan Felak, Nas, İhlas, Fatiha, Kafirun, Fetih, İnşikak, İnşirah, Talak, Furkan, Enbiya Sureleri ile Yasin ve Bakara suresinin bazı ayetlerinden oluşmaktadır. Bu ayetlerin yanı sıra Ya Hannan, Ya Mennan, Ya Kâfi, Ya Şafi, Ya Muafi gibi Esma-ül Hüsna’lar yer alır. Ayrıca Peygamber Efendimiz’e Salavat-ı Şerif de yazılmaktadır.
Anadolu Selçuklu dönemine ait şifa taslarında, yazı dışında, ayrıca çeşitli figürlerin yer aldığı görülmektedir. Bu figürler astrolojik, simgesel figürler olabileceği gibi şifa tasının hangi hastalıklardan koruyacağını gösteren adeta bir ilaç prospektüsüdür. Örnekler arasında akrep, yılan, köpek gibi hayvanlar vardır.
Anadolu’da yaygın olarak kullanılan şifa tasları kullanıldığı hastalığa ve yörelere göre farklı adlar almıştır. Örneğin çiçek hastalığına karşı kullanılana çiçek tası, Ankara Kızılcahamam tarafında çiçek hastalığına botça hastalığı denildiği için botça tası, Erzurum, Sivas, Konya ve Malatya gibi şehirlerde hastalıklara birebir iyi gelir anlamında tihtap tası, Çorum yöresinde korkudan oluşan hastalıklara kullanıldığı için de korku tası gibi farklı isimler almıştır.
Şifa taslarında genellikle su kullanıldığı bilinse de süt, yağ, bal ya da pekmez de kullanılmıştır. Şifa tasındaki suyun zemzem suyu, güneş görmemiş kuyu suyu, gün doğmadan bir çaydan alınan su olması özellikleri vardır. Su içilirken kıbleye dönülmesine ve suyun ayak basacak yerler dökülmemesine dikkat edilmektedir. Şifa taslarına ait dönemsel bazı örnekler konuyu daha somut hale getirecektir.
İSLAMİ DÖNEM ŞİFA TASI
İslami dönem şifa taslarının en erken örneklerinden biri H. 565 (M. 1169/1170) yılında Büyük Selçuklu’nun Halep Atabeyi olan El-Melikü’l- dil eş-Şehîd Nûruddîn Mahmûd Zengî için hazırlanan şifa tasıdır. Bu tasta dinî içerikli yazıların yanı sıra “Bu kutsanmış kap her tür zehir içindir. İçerisinde kanıtlanmış kullanımlar bir araya getirilmiştir. Bunlar; yılan sokması, akrep ve ateş, hamile kadın, atın toprak yemekten kaynaklanan karın ağrısı, baş ağrısı ve kolit, migren ve çarpıntı, karaciğere bağlı ateş, kanama, göğüs arası, göz ve görme, nazar, katarkt, yel vurması, ruhların kaçırmak, büyüden kurtarmak ve tüm hastalık ve acılardır.” yazmaktadır.
BİR BEREKET SEMBOLÜ: NİSAN TASI
Anadolu Beylikler Dönemi’nde 734 H./1333 M. İlhanlı Hükümdarı Ebu Said Bahadır Han tarafından Konya Mevlevi Tekkesi’ne hediye edilen “Nisan Tası” şifa taslarının en büyüğü ve en bilinenidir. Bu tasa özgü Konya Mevlevi Tekkesi’nde uygulanan ve daha geniş kitleye ulaşan önemli bir şifa ritüeli vardır. Nisan yağmurlarının bereket ve şifa getireceği inancından hareketle nisan yağmurlarında tekkenin avlusuna bırakılan tasın içine yağmur suyu biriktirilir ve isteyene dağıtılır. Bu su hastalıklara karşı kullanıldığı gibi bereket getirmesi için de toprağa serpilirmiş. Nisan tasının üzerindeki çeşitli figür ve yazılar oldukça ilgi çekicidir. Bu tas bugün Konya Mevlana Müzesi’nde Huzûr-u Pir salonunda sergilenmektedir.
OSMANLI TEKKE VE TÜRBE KÜLTÜRÜNDE ŞİFA TASLARI
Osmanlı döneminde halk ve saray hekimliğinde şifa tasları oldukça geniş yer bulmuştur. Hanedan mensuplarının şifa bulması için madeni örneklerden farklı olarak Çin’den porselen şifa kapları yaptırılmıştır. Bu dönemdeki şifa taslarının önemli bir kolunu tekke ve türbe kültüründe tedavi ve bereket unsuru olarak kullanılması oluşturmuştur.
Türbeler Osmanlı devrinde ölen şahısların sadece cesetlerini ihtiva eden birer yapı olmayıp sabah, öğle ve akşam olmak üzere hafızların aralıksız Kur’an okudukları, türbedarı, cüzhanları, buhurcusu ve sakası ile halkın devamlı ziyaret ettiği toplumun adeta canlı bir organıdır. Türbeler vakfedilen eserleri ve bu eserlerin kullanımlarıyla yaşayan mekânlar olarak varlığını sürdürmüştür.
İstanbul Türbeler Müzesi koleksiyonunda yer alan şifa tasları İstanbul’un manevi Sultanları diye bilinen, toplumda önemli bir yere sahip, tekke ve kültürleriyle bugün hala önemini koruyan şahsiyetlerin türbe envanterlerinde yer almaktadır. Şifa taslarının bu kıymetli şahsiyetlerin türbelerindeki su ile burada edilen dualarla adeta bir şifa kaynağı olduğuna inanılmıştır. Müze koleksiyonundaki taslar Osmanlı dönemi şifa taslarından zengin örnekler olup üzerinde yer alan tarih ve vakıf kayıtlarıyla tarihi bir belge niteliği de taşımaktadır.
İstanbul’un manevi sultanlarından ve İstanbul’un fethiyle mezarı bulunup türbesi inşaa edilen Ebu Eyyub El Ensari (Hz. Halid) Osmanlı Devleti’nin hürmet ettiği şahsiyetlerdendir. Osmanlı Devleti’nde saltanat sembolü olan kılıç kuşanma öreni onun türbesinde yapılırdı. Bugünde aynı şekilde önemini koruyan Ebu Eyyüb El Ensari Türbesi İstanbul’un en çok ziyaret edilen türbesidir. Türbe girişinin sağında yer alan Sultan I. Ahmed Han Sebili içindeki çeşmesi ve alt katında merdivenle inilen dehlize açılan kısmı ile bilinmektedir. Bu sebilin içinde yer alan çeşmelerden ve halk tarafından “kısmet kuyusu” adı verilen bu dehlizdeki suyla uzun yıllar insanlar ramazan ayında oruçlarını açmışlardır. Bu geleneğin de getirisi olarak türbe envanterinde çeşitli sebil ve şifa tasları bulunmaktadır. Bunlardan 1811 envanter numarasına kayıtlı şifa tası madenidir. Tasın iç ve dış kısmı kazıma tekniğinde tamamen ayetlerle yazılı olup daire formları içerisinde Allah’ın isimlerine yer verilmiştir. Şifa tasının ağız kenarında küçük delik açılmış buraya iple küçük metal baklalar eklenmiştir. Bunlara kırk anahtar denilmektedir. Anahtarların bir yüzünde Bismillah diğer yüzünde ise e’r-rahman er-rahim yazmaktadır. Besmele ile başlayıp Allah’ın mahlûkata Rahmân ve Rahim ismiyle tecelli edip rahmet etmesi, kul için her türlü ihtiyacı gidermeyi irade etmesi manasınadır.
Bu anahtarların şifa tasının kullanımında gün sayımı ya da tesbih amacıyla yapılmış olabileceği düşünülmektedir. Bu eserin alt kısmında Osmanlıca “Vekli Hazine Hazretlerinin Şehriyari Said Ağa” yazmaktadır. Vakfeden kişiden yola çıkılarak eserin H.1212 (1797/1798) yılında vakfedildiği anlaşılmıştır. Türbeye gelen insanların şifa bulmasına vesile olmak amacıyla şifa tası vakfedilmesi, buradaki su ve taslara olan inancın bir göstergesidir.
Bir asra yakın ömür süren ve Celvetiye Tarikatı’nın kurucusu Aziz Mahmud Hüdayi, halktan padişahlara kadar dönemine tesir eden, saygı gösterilip ve hürmet edilen kıymetli şahsiyetlerdendir. Adına yapılan türbesi bugün bile en çok ziyaret edilen türbelerdendir. Türbe giriş kısmında bir su kuyusu ve sebili olup bu su kuyusunun uzun yıllar kullanıldığı, şifa niyetine içilerek suyun konuşmayan ve yürümeyen çocuklara iyi geldiğine inanılmaktadır. Zemzem suyu ve kuyu suyu ile kullanıldığı bilinen şifa tasları türbe envanter kayıtlarında yer almaktadır. 515 envanter numarasına kayıtlı madeni şifa tasının iç kısmında kemerli, dış kısmında ise daire formları içerisinde kazıma tekniğinde çeşitli dualar yazılıdır. Tasın merkezinde Kelime-i Tevhid yazılıdır. Tasın dışa açılan ağız kısmında ise Ayetel Kürsi yer almaktadır. Şifa taslarının özelliklerini yansıtan bu tasın alt kısmında Osmanlıca “Sahibi Mehmed bin Mehmed Sene 1267” ibaresi yer almaktadır. Hem tarih ve hem de kullanan kişinin adını bildiren bu tas diğer tasların tarihlendirilmesini kolaylaştırmıştır.
Osmanlı padişahı Orhan Gazi döneminde yaşadığı bilinen Karaca Ahmed, Üsküdar’a gelerek bugün kendi adıyla anılan türbe ve mezarlığın bulunduğu bölgeye yerleşmiştir. Burada kurduğu tekkesinde çok sayıda mürit yetiştirmiştir. Birçok fethe katılan, Bektaşîliğe intisab eden Karaca Ahmed hekimliği ile tedavileriyle ün salmıştır. Ayrıca Karaca Ahmed’in ruh hastalarını tedavi eden bir hekim olduğu inancı, “Karaca Ahmed ulu velî / Uslu olur gelen deli” beytiyle günümüzde de devam etmektedir. Türbesi bugün önemli ziyaret mekânları arasında olup özellikle hastaların tedavilerinin duası için türbe ziyareti gerçekleştirdiği bilinmektedir.
Türbe envanterinde 2212 numarasında yer alan madeni şifa tasının göbeğine kemerli bir yapı ile kapı kazınmış olup içerisine besmele yazılmıştır. Tasın alt kısım göbeğinde ise Mührü Süleyman yer alır. Etrafında dairesel yazılar ve formlar yer almaktadır. Mührü Süleymanın etrafındaki daireler ise zamanın dairesel çevrimini ve evrenin bir düzen içerisinde devam eden döngüsünü sembolize etmektedir. Bu da kişinin her şeyi yaratan Rabbinden şifa bulup ruhi ve fiziki yapısının suyla temizlenmesi inancını ifade etmektedir.
Tekke ve türbe kültüründe önemli bir yer tutan şifa tasları türbelerin yaşayan mekânlar olduğunu bir kez daha göstermektedir. Ayrıca şifa taslarıyla Osmanlı sokaklarında sebilciler tarafından su dağıtımı yapıldığı 20. yüzyıl fotoğraflarına yansımıştır. Okuduğu mersiyelerle de bilinen Sebilci Hüseyin Efendi’nin omzunda kırbası ve birden fazla şifa tasıyla uzun yıllar sebilcilik yaptığı bilinmektedir.
Şifa tasları günümüzde varlığını sürdürmekte olup özellikle hac ve umre dönüşlerinde getirilen hediyeler arasında yerini almıştır. Su ile her şeyin yaratıcısı olan Rabbimizin bizler için indirdiği şifa ayetlerini buluşturan şifa tasları duanın ve inancının bir yansımasıdır. Birçok çeşme ve sebilde karşımıza çıkan “ve cealna minel mai külle şey’in hayy (ve canlı olan her şeyi sudan yarattık) ayetiyle özümüz ve hayatımızın kaynağı olan su gibi aziz olmak dileğiyle…