DÜNYANIN GERÇEK GÖZÜ

DÜNYANIN GERÇEK GÖZÜ
Fehmi Erdem Aybulut
GÖSTERGE
Yunanca’da işaret, emare, iz, belirtke anlamlarındaki “semeion” kelimesinden gelen, “kendisinden başka bir şeye işaret eden, o şeyin temsilcisi” olarak tanımlanan bir kavram olup birbiriyle karşılıklı ilişki içerisinde olan görüngü (gösteren) ve imge (gösterilen) olmak üzere iki boyutlu bir yapıya sahiptir. Amerikalı düşünür Charles Sanders Peirce’ın ifadesiyle, “belirti”, “benzeşke” (ikon) ve “sembol” (simge) olmak üzere, gösteren ve gösterilen arasındaki ilişkinin biçimine göre üç gruba ayrılır. “Belirti” ve “ikon”dan farklı olarak “sembol”, fiziksel bir benzerlik ya da bağlantı olmaksızın, uzlaşımsal ve imayı, çağrışımı ifade eden bir anlama sahiptir. Tıpkı bir zeytin dalının aklımıza barışı kırmızının aşkı, atların özgürlüğü getirmesi gibi.
Bu çağrışımın öne çıkan örneklerinden biri şüphesiz “su” fenomenidir. Tarih boyunca var olmuş kültürlerin, uygarlıkların, inançların düşün ve his dünyalarında ‘su’yun ayırt edici, güçlü bir anlamı barınmıştır. Su tümünde yaşamın (ve ölümün), arınmanın, umudun, sevginin, kısacası insanlığın ortak paydası olan ve dikkat kesilmek gereken değerlerin, anlamın bir simgesi olmuştur. Özünde yaşamla bağlantılı bir unsur, dünyayla birlik olmaya dair de bir tasavvurdur.
İDRAK
Hinduizm’de “saf suya dökülen saf su gibi, aydınlanmış bir düşünürün egosu da değişmeden kalır” denilmektedir. Eski Ahit’te 582 defa geçen su yaratma, arınma, yenilenme anlamlarıyla ilahi ruha ve onun insanlıkla ilişkisine işaret eder. Kuran’da su “..o, gökten su indiren ve onunla sizi rızıklandırandır” ve “(başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişik iken, Biz onları (sonradan) ayırdık ve (Dünya’yı yaşama müsait kılıp) her canlı şeyi sudan yarattık” ayetlerinde belirtildiği gibi Allah tarafından hayatın yaratılması ve sürdürülmesi için bağışlanmıştır. Yahudi geleneği insanları özel günlerde ruhlarını temizlemek üzere yıkanmaya çağırır. Taoizm’de engelleri aşma kabiliyetinden bilgelik ile ilişkilendirilir. Antik Yunan’da putperestler farklı formlarından dolayı suyu metamorfoz sembolü olarak kullanırdı.
Tıpkı inançlar gibi yine ilhamla, ruhaniyetle ilişkili olarak sanatta da görürüz benzer bir durumu. Soyutlaştırma, metaforlar ve imgeler yoluyla sanatını icra edenler bu semboller üzerinden anlatır derdini. Ruhun sonlu, sınırlı olan gerçeklikten, sonsuz, aşkın olana açılmasıdır bir nevi.
Edebiyatta su çoğunlukla yaşamı ve özgürlüğü temsil eder. Ancak diğer yandan bağlamsaldır da. Nasıl kullanıldığına bağlı olarak birçok şeyi sembolize edebilir. Sezginin, duygunun, yansımanın, hareketin simgesidir. Sürdürücü ve yıkıcı, özgürleştirici ya da esir alıcı, yalnızca doğumun değil, ölümün, yalnızca sükunetin değil, şiddetin de bir temsili olabilmektedir. “Mona Rosa”da berekettir yağmur formunda, “Galile Denizi”nde sığınak, “Köşe”de anne, “Masalların Masalı”nda sevgilidir, delişmen, yerinde duramayan. “Gece Yarısı”nda yokluk ve karanlık, “Açık Deniz”de bin başlı ejderdir, korkutur. “Münacaat”ta hayatın yüküdür sırtlanacak.
Yahut anlamın izleyici tarafından doğrudan deneyimlenebildiği sinema perdesi, Gaston Bachelard’ın tanımıyla “hayal gücünü somutlaştıran” bir deneyim olarak su’ya dair farklı anlamlara kapı aralar. Film teorileri üzerine çalışan yazar Adriano D’Aloia’nın ifadeleriyle “sinema perdesi ideal olarak dalgaların hafifçe dalgalandığı, fırtınanın şiddetiyle parçalanan, derin denizlerin sular altında kaldığı bir yüzey, sinema salonu ise okyanusları aşan bir tekne, akıntıda denize atılan bir kano, kalabalık bir denizaltı veya bir dalgıç kıyafeti” gibidir. Düşünür Laura Marks, Filmin Teni adlı kitabında “film, izleyici tarafından dokunsal olarak algılanan bir ‘sıvı cilde’ sahiptir” diyerek bu sinesitetik anlamı güçlendirir.
KAYNAK
Antik çağlardan beri su elementi, dünyadaki yaşamı oluşturan maddeyi temsil etmiştir. Yeryüzü var olduğundan beri su hayatın kaynağıdır ve hayat verir. Canlı ve cansız bütün varlıklar ona muhtaçtır. Zira deniz, göl, ırmak, yağmur, kar, dolu, çiğ olmak üzere çok farklı formlarda tüm maddeye nüfuz etmektedir. Bu durum her ne kadar ruhaniyetle ilişkilendiriliyor ve bu zeminde değerlendirilerek anlamlandırılıyor olsa da, içlerinde pozitif bilimlerden bilim insanlarının da olduğu birçok kişinin, suyu zamana tanıklık etmekle kalmayıp onu hafızasında tutan bir fenomen olarak görmesine sebep olmaktadır. Çeşitli etkilerle suyun moleküler yapısının değiştiği tespit edilmiştir. Bir devridaim içinde yeryüzünde dolanarak taşır durur bir şeyi bir başka yere, zamana… Görür, şahit olur, biriktirir, saklar, taşır, tutar…
ŞEHİR
Su, huzur veren engin bir deniz, ferahlatan bir yağmur olmakla kalmamış, insanların ona duyduğu ihtiyacın giderilmesi için hayatın merkezine, şehre, evlere kadar taşınmış, insanlığın kültürel mirasını teşkil eden çokça esere de ilham olmuştur. Yaşadığımız yer, tarihi yarımada, Suriçi, adeta denizle kuşatılmış, üç tarafı boğazın, Haliç’in sularıyla çevrili, farklı zamanlara tarihlenen ve birçoğu işlevini koruyan onlarca su yapısı barındıran, eşsiz bir kent. “İstanbul’un içinde bir İstanbul daha var” kabilinden Şerefiye Sarnıcı, Bozdoğan Kemeri, Çemberlitaş Hamamı, Meryem Ana Ayazması, III. Ahmet Çeşmesi başta olmak üzere niceleri… Bize bu eşsiz kentin tarihiyle ilgili ne söylüyor acaba? Kulak versek duyabilir miyiz, bize açar mı sakladıklarını? Kim bilir…
Belki su kendine saklıyor her şeyi ve bize unutturuyordur enginliğine dalıp gitmelerimizde. Fatihli Edip bir şairin dediği gibi, “unutturunca su, yalnızlık gibi ufacık kalır her şey, silinir ya da büsbütün.” Belki de başkası taşıyamaz diyedir tarihin bu ağır yükünü. Savaşlar, zulümler, yıkımlar, trajediler, felaketleri unutamamak, karanlık, rutubetli, çok sabahsız, çok nefessiz bir odada uyanık kalmak gibi.
GÖZ
“Dünyanın gerçek gözü sudur” der Bachelard… Su işaret eden, gösterendir; başlangıcı, sonu, ikisi arasındakileri. Çünkü her şeyi görmüş olandır o. Biz ise onda ancak kendimizi görürüz, bugünü. Gücümüz ancak buna yetiyor diye…

Start typing and press Enter to search