KAPALIÇARŞI Konuşabilseydi
Kültür Mirası Tarihini, Tasarımı, Üretim Ustalığını, Turizm ve Ticaret Merkezlerini
Bir Araya Toplayan
KAPALIÇARŞI
Konuşabilseydi
“İçerideki Sırları” Hakkında Ne Söylerdi?
Prof. Dr. Önder Küçükerman
Kapalıçarşı konuşabilseydi herhalde kendisini şöyle anlatırdı: … Ben 560 yıldan beri aynı yerde aynı işi yaparım. “Büyük Ustalığımın Büyük Sırları taşıyan kapıları vardır”
Kapalıçarşı’nın yüzlerce yıllık büyük kapıları aslında çok değerli bir birikimi korur. Bu kapılardan girerken, bildiğiniz ölçü ve değerleri dışarıda bırakın. Dışarıda günlük yaşamda kullandığınız ölçülerle, içerideki ustalığın sırrını ölçemezsiniz. İçerideki ölçüler bambaşkadır.
Buradaki ustalıkların ana ekseni olan kuyumcu ustaların kullandığı şaşırtıcı ölçülere bakın. Dışarıda kullanılan “santim” kuyumcu için pek işe yaramaz. O usta altını, elması biçimlendirdiği için onun değer ölçüleri de farklıdır ve çok daha hassastır. Santimin binde biridir.
Onun büyük sırrı ise, çok eski bir yaratıcılık takımının oynadığı büyük bir geleneksel yarışın da adıdır. Onun yarattığı bir mücevheri iyice görmek için yakına, çok daha yakına gelmek gerekir. Buna rağmen yine de ustalıklarla kurulmuş dünyasına kolay kolay giremezsiniz.
Kapalıçarşı’nın çok anlamlı dünyasındaki atölyeler ve hatta kapıları bile çok küçüktür. Büyük bir geleneğin sürdürüldüğü atölyeler küçüktür ama ustaların ve kıymetli taşların parıltılı ve çok büyük öyküleriyle doludur.
Burada yapılan her şey aslında ustaların büyük sırrıdır. Aslına bakılırsa, bu ustaların birbirine el vererek yaptıkları şey, örneğin sadece çok değerli bir mücevher değildir. O, Kapalıçarşı’nın tecrübeli ustalarının, birbirlerine güvenerek oluşturduğu çok eski bir çalışma düzeninin yeni bir eseridir. Onlar Kapalıçarşı’nın koruyucu ve güvenli ortamında doğup büyümüş, büyük bir aile gibidir. Doğu’nun geleneksel yaratıcılık ışığını, Batı’nın keskin tekniklerini bir araya getirirler…
KAPALIÇARŞI 560 YILDAN BERİ AYNI YERDE, AYNI MEK NLARDA VE AYNI İŞİ YAPABİLMİŞ KİŞİLERDEN OLUŞAN TEK KURUMDUR
Ama aslında onlar, 560 yıllık bir hünerin ateşini sürdürüyor, birbirlerine dayanıyor, sırlarını kalın duvarlar ve karanlığın içinde koruyor. Kuşaklar boyu biriken büyük ustalığı hiç durmadan sürdürürler. Kapalıçarşı’daki, yaratıcılık, ustalık ve tasarım yarışı 560 yıldır birbirinden ayrılmadı.
Aslında, Kapalıçarşı’nın hünerli ustaları sadece altın dökmez, taş kesmez, kuyumculuk yapmaz. Onlar binlerce yıllık bir İstanbul ustalığının parlak tasarım zincirine hiç durmadan çok değerli ve yeni halkalar ekler. Bütün bunları koruyan da Kapalıçarşı’nın gözle görünmeyen sanal duvarlarıdır.
Kapalıçarşı, bugüne kadar geçen 560 yıllık yaşamı içinde, büyük değişimler yaşamış, bazen sorunlarla karşılaşmış, bazen de büyük başarılar yaratmıştır. Bu uzun süre içinde birçok önemli sorunla karşılaşmış, depremler yaşamış, yanmış, yıkılmış, ama her zaman onarılarak yeniden yaşama dönmüştür. Ama dev boyutlu bir kültür, tasarım, üretim ve ticaret sistemi olarak sürekli olarak yeni baştan tanımlanmış, zaman içinde yasal altyapısı düzenlenmiş, yapıları inşa edilmiştir. Bu gerçeklere bağlı olarak da gelişmiş ve günümüze kadar gelmiştir.
Bütün bu nedenlerle her durumda ülkemizde 560 yıllık bir süre içinde, aynı yerde, aynı mekânlarda, aynı işi yapabilmiş kişilerden oluşan tek kurumdur.
KAPALIÇARŞI GELENEĞİNİN BAŞLANGIÇ NOKTALARINDAN BİRİ AYNI ZAMANDA “TOPKAPI SARAYININ ÇOK SEÇKİN BİR TASARIMCI KADROSU”YDU 1453 yılında İstanbul’un alınmasından sonra doğal olarak burada yeni bir “Osmanlı ürün kimliği” yaratılması ve bu kimliğin öncelikle seçkin bir çevre içinde “öncü eserlere dönüştürülmesi” çalışmaları da başlatılmıştı. Doğal bu iş, o tarihlerde “Ehl-i Hıref Üstatlarının” yaratıcı çözümleri ile yapılacaktı. Bu nedenlerle sonuçta Topkapı Sarayı sadece devletin yönetildiği merkez değil, bir tür “öncü tasarımlar sergisi” durumuna dönüşmüştü.
Peki, acaba bu ustalar kimdi ve nereden bulunuyordu? Bu işin arkasında önemli bir yaratıcılık ve üretim projesinin temeli olan “Çarşı” vardı.
Nitekim o dönemlerde yapılmış olan olağanüstü ürünler ve eserler gerek çok nitelikli tasarımlarıyla gerekse teknik özellikleriyle, sadece o dönemlerin teknolojik sınırlarıyla değil, günümüz için bile şaşırtıcıdır. Bu konuda kuyumculuk çok ilginçtir. Çünkü hem o koşullarda kullanılan malzeme değerliydi, hem de o dönemlerin sınırlı üretim teknikleri içinde bu malzemeyi işlemek çok zordu. Bu zorlukların aşılması için her dönemin yüksek teknolojisi olan kuyumculuk sanatına ve tekniğine özel bir önem verilmişti. Unutmamak gerekir ki tarihin her döneminde kuyumculukta işin en önemli ve pahalı yanı kimlik, ustalık, tasarım, malzeme ve teknolojidir.
ÇOK ESKİ BİR ÜRETİM DÜZENİ OLAN “GEDİK”, “LONCA” VE “ÇARŞI” İLİŞKİLERİ: “SANAT, ANCAK BÜYÜK USTALARDAN ÖĞRENİLEN BİR MARİFETTİR”Osmanlı İmparatorluğu’nda “geleneksel anlamıyla sanat” üretimi ise ilgi çekici bir “gedik” düzenine dönüşmüştü. Bu düzenin kurallarına göre, “Osmanlı ülkesinde her isteyenin, istediği yerde iş kurma ve bunu sürdürme hakkı yoktu.” Bir yerde belirli bir üretim yapma hakkını elde etmek ve bunun sağladığı haklardan yararlanmak için, “gedik” düzeninin kesin kuralları uygulanırdı.
Gedik ve lonca düzeninde, “sanat” herkesin yapabileceği bir şey değildi ve “…büyük üstatlardan öğrenilen bir marifet…” olarak kabul edilirdi. “… Okumakla yazmakla olmaz, üstattan görünceye kadar…” sözü, bir bakıma bu kuralı özetliyordu.
KAPALIÇARŞI AYNI ZAMANDA TASARIM, ÜRETİM ALANINDA BİR TÜR EĞİTİM MERKEZİ OLDUĞU İÇİN BÜYÜK BİR GÜÇ OLMUŞTU
Herhangi bir değeri geliştirmek ve “korumak” için, öncelikle onun üstünü “örtmek” gerekir. Kapalıçarşı’nın “üstü de” de hiç kuşkusuz önemli bir amaçla “örtülmüştü.” Eğer içinde gerçekten korunması gereken bir şey yoksa bu büyüklükte bir yatırım niçin yapılsın?
Bu açıdan bakılınca, Kapalıçarşı, belki de Osmanlı Devleti’nin yaratıp geliştirdiği en önemli, karmaşık ve zamana karşı dayanıklı projelerden birisi olmuştur.
Diğer yandan bu büyük çarşının içinde hiçbir doğal ürün yoktur, oradaki ürünlerin hepsi ustalıkla tasarlanmış, üretilmiş ve değerlendirilmiştir. Yani burası her zaman devasa bir tasarım, eğitim ve üretim merkeziydi. Yoksa sadece günlük alışveriş için bu büyüklükte bir yapı ve yönetim düzeni niçin kurulmuş olsun? Çünkü aslında “çarşı” gerçekten büyük bir “gücün simgesiydi.”
Bu nedenlerle, böyle bir merkez çarşının yapılmasının dört ana nedeni şöyle özetlenebilir.
Yeni başkentte, rekabet sağlayacak güvenli bir üretimi sağlamak, ekonomiyi düzenlemek ve bir güç yaratmak.
Güçlü bir Bizans fonu önünde kurulmuş olan bir devlet için yeni bir kimlik yaratmak.
Küresel rekabete uygun ürünler yaratmak.
Bütün bunlara uygun özel bir yönetim felsefesi ve ortamı yaratmak.
Bu ana nedenlerle, İstanbul alındıktan hemen sonra, Fatih Sultan Mehmet’in kent içinde çarşı, han, dükkân, hamam, cami yapılmasını emrettiği belgelerden izlenir. Bu önemliydi çünkü tarih boyunca her zaman kentlerin merkezinde yayaların serbest dolaştığı ticaret bölgeleri, politik ve dinî kurumlarla bir arada kurulmuş ve bunlar kentin gelecekteki gelişimini etkilemiştir. Başlangıçta Fatih Sultan Mehmet de 1114 dükkân vakfetmişti. Bu sayı İstanbul’daki dükkân toplamının yüzde 10’u kadardı. Bu dönemde kurulan dükkânların yüzde 76’sı ise Bedesten bölgesindeydi. Yani Kapalıçarşı Osmanlı Devleti’nin bir tür “özel bölgesi” olarak özenle tanımlanıp biçimlendirilmişti.
ANCAK KAPALIÇARŞI, ESKİ GELENEKLER NEDENİYLE SANAYİ DEVRİMİ KARŞISINDA NEREDEYSE “ANTİKACI” OLUYOR
1750’li yıllarda, Sanayi Devrimi etkileri her yerde görülmeye başlanmıştı. Avrupa’daki sanayinin yaşadığı teknolojik aşamalar ve ulaştığı etkili durum, Osmanlı Devleti’nde o günlere kadar geçerli olan pek çok geleneksel kuralı ve düzeni sarsmaya başlamıştı. Ayrıca Avrupa’daki sanayinin hızla gelişmesi, özellikle ham malzeme sağlamak için yeni kaynaklar bulmayı da gerektiriyordu. Kısacası “Sanayi Devrimi” değişimleri Osmanlı Devleti’ne doğru iyice yaklaşıyordu. Ve bu nedenle “çok deneyimli Kapalıçarşı” yeni ve çok ciddi bir etkiyle karşı karşıyaydı.
Nitekim 1857 yılında İstanbul’a gelmiş olan Baronne Durand de Fontmagne, Kapalıçarşı’da yaşanan değişimi şöyle aktarmıştı: “… Doğu’nun bütün çarşıları, bilhassa binaları aşağı yukarı birbirine benziyor. Bizim gezip gördüğümüz çarşı, büyük ve kapalı bir çarşıydı. Kubbesindeki küçük camlardan süzülen hafif ışığın aydınlattığı sokakları, burayı ilk defa gezen bir yabancının kolayca kaybolacağı kadar karışıktır. Canlı, hareketli, devamlı bir pazar yeri gibidir. Doğu’nun, Batı’nın her çeşit ticareti, el sanatı, burada ayrı sokaklarda, ayrı bölümlerde kümelenmiş. Turist, paşa ile yan yana. Her çeşit insan birbirine karışmış. Ama bütün bu görünüş sanıldığı gibi insanı şaşırtmıyor.”
KAPALIÇARŞI USTALIĞININ ZENGİN KİMLİĞİ, “İSTANBUL TİCARET ODASI” DÜŞÜNCESİNİN KAYNAĞINI YARATIYOR
Bütün bu yaşanan gelişmeler ve Kapalıçarşı çevresinde yaratılan büyük bir bilgi birikimi kısa bir süre sonra yepyeni bir organizasyon türü olan “oda” düşüncesini beslemiş ve sonuçta ilk kez bir “ticaret odası” kurma girişimi başlatılmıştı.
Bu amaçla daha 1876 yılında Osmanlı Devleti’nde “Ticaret ve Ziraat Meclisi” kurulmuş, 1879 yılında başbakanlığa getirilen Mehmed Said Paşa, “Ticaret, Sanayi ve Ziraat Odaları” kurulması için gereken süreci başlatmıştı. İstanbul’da özellikle Fransa’daki gibi bir “ticaret odası” kurulması için nizamname taslağı hazırlanmış ve 18 Ocak 1880 tarihinde, dönemin bakanlar kurulunda kabul edilmişti.
İstanbul’da bir ticaret odası kurulması kararı, 19 Ocak 1880 günü Sultan II. Abdülhamid tarafından onaylanmıştı. Böylece Osmanlı topraklarında ilk kez yerli bir ticaret odası kurulmasına ilişkin süreç tamamlanmış oluyordu.
GÜNÜMÜZDE KAPALIÇARŞI’NIN DEĞERİ VE ANLAMI NEDİR?
2001 yılında yapılan bir hesaplamaya göre, o tarihlerde Kapalıçarşı’da 3285 dükkân, 24 han, bir cami, iki mescit, yedi çeşme, bir şadırvan, bir kıraathane, beş lokanta, dört kafeterya vardı. Kapalıçarşı çevreye aşağıda isimleri verilen 16 kapıyla açılır. Unutmamak gerekir ki bu kapı isimlerinin tümü tarihi bir “tasarım ve üretim ustalığı” sembolleridir.
Kuzey kapıları: Örücüler, Tacirler, Mercan kapısıdır.Doğu kapıları: Mahmutpaşa, Kılıççılar, Sandal Bedesteni, Nur-u Osmaniye kapısıdır.
Güney kapıları: Kürkçüler, Çarşı ve Merdivenli Kapı’dır.
Batı kapıları: Beyazıt, Hacı Hüsnü, Fesçiler, Yorgancılar ve Lütfullah kapısıdır.
2001 yılındaki bir hesaplamaya göre Kapalıçarşı’nın sokaklarına göre toplam değeri şöyleydi:
Yağlıkçılar Sokağı: 60 milyon $, Kalpakçılar Sokağı: 264 milyon $. Cevahir Bedesteni: 46 milyon $. Kuyumcular Sokağı: 72 milyon $. 1000 dükkân adetlik “Kuytu Bölge”: 180 milyon $. 100 dükkân “Orta Kazazlar”: 49 milyon $. 1011 dükkân “Yorgancılar Arkası”: 90 milyon $. Genel dükkân sayısı: 2622; Dükkânların değeri: 1,2 milyar $.
Hanlardaki 663 dükkân 500 bin dolar ortalamadan yarattığı 330 milyon dolarlık değer de eklenince, 2001 yılında Kapalıçarşı’nın 3285 dükkânı toplam 1,5 milyar dolar değerindeydi.