Nasreddin Hoca’nın Çeşme ile İmtihanı

Nasreddin Hoca’nın Çeşme ile İmtihanı*
Doç. Dr. Aslıhan Erkmen

Somut olmayan kültürel mirasımızın önemli unsurlarından Nasreddin Hoca’ya dair bildiklerimiz sanılanın aksine sınırlı ve muğlaktır. Yaşadığı dönem ve coğrafya dahil olmak üzere hayatının pek çok ayrıntısı tartışmalıdır. Nasreddin Hoca, Anadolu’da sözlü tarihin ögelerinden biri olarak uzun süre ağızdan ağıza anlatılan fıkraların kahramanı olmuş; daha sonra yazılı kaynaklarda da adına rastlanmaya başlamıştır. Buna karşılık Nasreddin Hoca’yı betimleyen tasvir sayısı çok azdır. Bunlardan biri Nev’îzâde Atâyî (1583-1635) tarafından yazılan ve beş mesneviden oluşan Hamse’nin Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan 1728 tarihli nüshasındaki bir hikâyeyi görselleştiren resimdir.

Nev’îzâde Atâyî, Osmanlı edebiyatının “son büyük mesnevî şairi” olarak görülür. Edebiyat tarihinde bir şairin nazım şeklinde beyitler halinde yazılmış şiirlerine “mesnevî”, bir araya getirilmiş beş mesnevisine de Arapça “beş” anlamına gelen Hamse adı verilir. Türün kurucusu sayılan Nizâmî-i Gencevî (ö. 1214?) ve meşhur Hamsesi pek çok Fars, Türk, Urdu şairine model olur.

Seçkin hocalardan eğitim alan, Balkanlarda kadılık yapan ve ömrünün büyük bir kısmını görev başında geçiren Nev’îzâde Atâyî, çağdaşı kaynaklara göre Osmanlı şiiri konusunda büyük bir bilgi ve kültüre sahiptir. Ayrıca entelektüel çevrelerde esprili, tatlı dilli ve nüktedan bir kişi olarak tanınır. Atâyî, mesnevileri ile 17. yüzyılda yeni bir ekol oluşturur. Kendisinden önce yazılan eserlerden ilham almakla birlikte onlara din, ahlâk, tasavvuf ile ilgili öyküler, ibret verici hikâyeler ekler; bir yandan da yaşadığı çağın değişen ahlâk anlayışını temaların içine gizler. Genişleyen İstanbul’un semtleri, kıyı ve mesireleri, halk ağzından deyimler, yer yer argo sayılabilecek sözcükler, didaktik öyküler aracılığıyla toplumsal eleştiri örnekleri de eserinde yer alır. Böylelikle Atâyî, pek çok açıdan orijinal nitelikler taşıyan Hamsesi aracılığıyla döneminin sosyal ortamını günümüze taşır.

Atâyî Hamsesi’nde geçmişin kayda değer isimlerine de rastlanır. Kendisine atfedilen sayısız fıkra, anekdot, kıssadan hisse hikâyeler ile kültür tarihimizde yüzyıllardır yaşayan Nasreddin Hoca bunlardan biridir. Hoca’nın adı Hamse’nin Sohbetü’l-Ebkâr (Bekârların Sohbeti) adlı, 1626’da tamamlanan üçüncü mesnevisinde geçer. IV. Murad’a (sal. 1623-1640) ve Şeyhülislam Yahya’ya (ö. 1644) övgüler içeren, 3450 beyitten oluşan eser, Molla Câmî’nin (ö. 1492) Sübhatü’l-Ebrâr (Dindarların Tespihleri) adlı mesnevisinden esinlenmiştir. Mesnevide ana temaları ilâhî aşk, ibadet, erdemler, karakter özellikleri ve iyilikler olan kırk “Sohbet” ve her sohbetten sonra “Destan” başlığı altında anlatılan bir hikâye vardır.

Nasreddin Hoca ile ilgili kısım 28. sohbeti izleyen 28. destandadır. Sohbet bölümünde insanın kendi iyiliği için diline hâkim olması gerektiği anlatılır. Çünkü bütün fitne dilden gelir. Ama dil hem zehir hem de ilaç gibidir. Dil ile kalp kırmamak öğütlenir. Sonradan özür ile kırılan kalbin düzelmeyeceği bildirilir. Bu sözlerin ardından Nasreddin Hoca hikâyesine geçilir. Nasreddin Hoca büyük, güzel bir çeşmenin yanına oturur. Çeşmenin ağzı suyu hırçın aktığından tıkalıdır. Çok susamış olan hoca su içmek üzere tıkacı çıkardığı gibi çeşmeden su üzerine fışkırarak hocayı ıslatır. Öyle ki cübbesinden sarığından sular süzülmeye başlar. Duruma çok öfkelenen hoca çeşmeye hitaben: “sopayla tıkalı olmanın verdiği zahmete acıdım, şefkatle yanına geldim. Eğer halkla sürekli inatlaşmasaydın/çekişmeseydin, bu ağaçla seni tıkamazlardı.” diye serzenişte bulunur.

Nasreddin Hoca’nın ünü ve fıkraları eserin yazıldığı coğrafyada yaygın ve popülerdi. Atâyî dili tutmanın gerekliliği ana fikirli sohbetinin ardına bu bilinen fıkrayı olduğu gibi aktararak, kendi eserinin amacına uygun bir seçim yaparken, ressamın metni görselleştiren tasviri ile Nasreddin Hoca imgesi günümüze taşınır (Görsel 1).

 

Görsel 1: Nasreddin Hoca ve çeşme, Nev’îzâde Atâyî, Hamse, 1728, TSMK R. 816, y. 193a. (T.C. Cumhurbaşkanlığı, Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı’na aittir.)

Tasvirde Nasreddin Hoca, arkasında bir ağaç olan, kesme taştan yapılmış, yalaklı, lülesinin etrafındaki dilimli süsleme dışında sade, bağımsız bir çeşme yapısının karşısındadır. Etrafının kayalık ve ıssız olmasından şehir dışında olduğu düşünülebilir. Yeşil cübbesi, örfî destarlı tipte kavuğu, kırmızı şalı ile görülen hoca beyaz sakallı, kısa boylu, tıknaz bir fizikte betimlenir. Çeşmenin ağzından -gümüş ile boyandığı için oksitlendiğinden siyah renk almış- su doğrudan üzerine fışkırırken, hoca ellerini yüzüne siper eder. Eserin sanatçısı suyun yoğunluğunu, hocanın cübbesinin eteklerinden damlamalarını göstererek verir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesinde (TSMK) korunan nüshanın çoğu tasvirinde olduğu gibi burada da sade, gerçekçi ve ironik bir anlatım görülür. Nasreddin Hoca’nın, üzerine fışkıran su karşısında şaşkın, ani refleksle ellerini kaldırmış, doğrudan çeşmeye bakan abartılı ifadeleri bu alaycı tavrın temel göstergeleri sayılabilir.

Nasreddin Hoca’nın el yazmalarında yer alan tasvirlerinin sayısı çok az olmasına rağmen var olanlarda ve güncel betimlerde bembeyaz sakallı, iri kavuklu, yeşil cübbeli olarak resmedilmesi, halkın imgelemindeki hocanın tutarlı bir yansıması olmalıdır. Nitekim Nasreddin Hoca’nın günümüzde yapılan resimlerinde de benzer figür tipi devam eder.

Geleneksel ile modern arasında bir köprü olan sanatçı Ahmet Yakupoğlu’nun (1920-2016) on sekiz Nasreddin Hoca hikayesini resmettiği bilinir. Hocası Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver gibi kendisi de defterler oluşturarak çalışan Yakupoğlu, 1960’lı yıllarda yapmaya başladığı Nasreddin Hoca minyatürlerini, fıkraların da eklendiği, tezhiplerle bezeli “Nasreddin Hoca Defteri”nde toplamıştır. Farklı kaynaklarda yayımlanan minyatürler günümüzde defter formatından çıkarılarak tek tek çerçevelenmiş olarak korunmaktadır.

Yakupoğlu’nun yorumlarında Nasreddin Hoca, fıkraların içeriği ile uyumlu kompozisyonlarda, ileri yaşında, beyaz sakallı, cübbeli olarak betimlenmiştir. Sanatçının minyatür tekniğinde yaptığı tüm resimlerde üslup birliği vardır. Klasik İran-Osmanlı tasvirlerindeki doğa unsurları, kıyafetler, figür tiplerini de kullanır; kendine özgü çiçekler, ağaçlar, figürler de ekler. Söz gelimi “Bu zavallı deve mi ki?” başlıklı fıkra için tasarladığı tasviri, kırma çatılı çeşmesi, küçük kulübesi, toprak yolu ile dikkat çeken bir mahalle dekoruna sahiptir (Görsel 2). Hoca alışılmış görüntüsünde, köyün erkek çocuklarıyla çevrili bir haldedir. Fıkraya göre hocayı mahallede göre çocuklardan biri arkadaşının kulağını ısırdığından şikâyet eder. Diğer çocuk ise şikâyet edenin kulağını kendisinin ısırdığını söyleyince hoca kızar: “bu zavallı deve mi ki kendi kulağını ısırsın?” der. Tasvir o kadar zengin bir görsel içeriğe sahiptir ki hangi hikâyeye referans verdiği yazılı olmasa “Parayı veren düdüğü çalar” veya “Üzümü az yemekle çok yemek arasında bir fark yok” fıkralarına da eşlik edebilir.

Görsel 2: Bu Zavallı Deve mi ki? Ahmet Yakupoğlu, 1960lar (Yakupoğlu, 1999).

Önemli bir halk kahramanı olan, hükümdarların yanında dahi nüktedanlığından, hazırcevaplığından taviz vermeyen, kendine özgü bir yaşam felsefesine sahip Nasreddin Hoca’nın her duruma uyan bir fıkrası, bir kıssadan hissesi vardır. Saltuknâme’den Lâtâif-i Lâmiî’ye Atâyî Hamsesi’nden Veled Çelebi’ye yüzlerce yıl içinde defalarca derlenen bu anekdotlar tasvirlere fazla taşınmamış olsa da bu denli halka mal olmuş bir kişinin görsel imgesi her dönemde hemen hemen aynı kalmıştır. Çeşmeyle kavga da etse, çocuklara hakemlik de yapsa, her daim bilge bir “ak sakallı dede”dir Nasreddin Hoca.

Seçilmiş Kaynakça:
Bağcı Serpil, Çağman, Filiz, Renda, Günsel ve Tanındı, Zeren, Osmanlı Resim Sanatı (İstanbul: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2019).
Bilkan, Ali Fuat, “Mesneviler”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 2, ed. T. S. Halman ve diğ. (İstanbul: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2006), ss. 291-306.
Boratav, Pertev Naili, Nasreddin Hoca (Ankara: Edebiyatçılar Derneği, 1996).
Duman, Mustafa, Nasreddin Hoca Kitapları Açıklamalı Bibliyografyası (1480-2004) (İstanbul: Turkuaz Yayınları, 2005).
Erdoğmuş, Fatih, “Ahmet Yakupoğlu Minyatürlerinde Tasarım Anlayışı” (Yüksek Lisans Tezi: Yıldız Teknik Üniversitesi, 2019).
Erkmen, Aslıhan, “Incomplete, yet Intriguing: Nevizade Atâyî’s Illustrated Khamsa at the Free Library of Philadelphia”, Proceedings of 15th ICTA, ed: Michele Bernardini, Alessandro Taddei (Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2018), ss: 295-310.
Gölpınarlı, Abdülbâki, Nasreddin Hoca (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1691).
İpekten, Halûk, “Nev’îzâde Atâî,” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1991), c. 4, ss. 40-42.
İzbudak, Veled Çelebi, Nasreddin Hoca Fıkraları (İstanbul: kapı Yayınları, 2014).
Kortantamer, Tunca, Nev’î-zâde Atâyî ve Hamse’si (İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1997).
Levend, Agâh Sırrı, Türk Edebiyatı Tarihi I: Giriş (Ankara: 1973).
Renda, Günsel, Batılılaşma Dönemi’nde Türk Resim Sanatı 1700-1850 (Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları, 1977).
Renda, Günsel, “18. Yüzyıl Osmanlı Minyatüründe Yeni Konular: Topkapı Sarayındaki Hamse-i Atayi’nin Minyatürleri”, Bedrettin Cömert’e Armağan (Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları, 1980), 481-496.
Yakupoğlu, Ahmet, Minyatürlerle Nasreddin Hoca Hikayeleri (Konya: Konya Büyükşehir Belediyesi Yayınları, 1999).

Start typing and press Enter to search