SU ALTINDA BİLİNÇ ALTINIZLA YÜZLEŞİYORSUNUZ
SU ALTINDA BİLİNÇ ALTINIZLA YÜZLEŞİYORSUNUZ
Pelin Avcı
İyi bir dalgıç ve tecrübeli bir fotoğrafçının iki özelliğinin bir araya gelmesiyle seyirciye nasıl bir görsel şölen yaşattığını Saygun Duran’ın eserlerinde izleyebiliyoruz. Su altında bilinçaltının su üstüne çıktığına inanan Duran, kendi gerçeğini kadrajına yansıtan bir sanatçı. İlk bakıldığında montaj ya da kolaj zannettiğimiz fotoğrafların aslında öyle olmadığını öğrendiğimiz söyleşimizde su altı fotoğrafçılığına dair birçok ayrıntıyı Saygun Dura’dan hayretle dinledik.
Fotoğraf çekmeye ne zaman ve nasıl başladınız?
Babamın bana ilkokulda hediye ettiği Kodak Retina 2A fotoğraf makinesi ile fotoğraf çekmeye başladım. Pozametresi de yoktu. Bulutlu ve güneşli havalarda enstantane ve diyafram değerlerini ayarlayabilmem için babam ufak bir kart hazırlayıp vermişti., Sonradan da yurt dışından bana hediye Polaroid bir makine geldi. O zaman Türkiye’de pek yaygın değildi. Çektiğim fotoğrafları anında görebilmek bu alanda kendimi terbiye etmem de faydalı oldu. Daha bilinçli fotoğraflar çekmeye başladığımda mezar taşları ile bir seri yaptım. Gerçeküstücülük merakım vardı. Bu yüzden gerçeküstü fotoğraflar çekmeye başlamıştım. Daha doğrusu meşhur ressam Fikret Mualla’nın mezar taşlarını konu olarak ele aldığı resimlerinden çok etkilenmiştim. Yeşilçam’ın kostümlerini yapan bir firmadan kostümler kiraladım. Sabahın çok erken saatlerinde mezarlıklara gidip o kostümlerle mezar taşlarını giydirip acayip fotoğraflar çekiyordum. ilk yaptığım portfolyoydu. O çekimleri yaparken çok uğraşmıştım. O sırada bir beyefendi de beni seyrediyormuş. “O kadar çok uğraşıyorsunuz ki bu gösterdiğiniz özenin ileride mutlaka karşılığını göreceksiniz“ dedi. O mezarlıktaki beyi hiç unutmam. Hakikaten o mezarlığın karşısında bir üniversite kuruldu ve o okula hoca olarak davet edildim. O mezar taşı fotoğraflarımı Ersin Alok’a götürdüm. “Sizin asistanınız olabilir miyim?” dedim. Hem dalış yapıyorum hem reklam fotoğraflarında size faydam olabilir dedim. Ceketini çıkar ve başla dedi. Profesyonel fotoğrafçılık yaşamına girmiş oldum. Reklam fotoğrafçılığında kısa süre sonra kendi firmamı kurdum. Hem reklam fotoğrafına hem de su altı çekimler yapmaya devam ettim. 1987 senesinde dalış brövemi aldım. O tarihte de makinem vardı ve su altında fotoğraf çekmeye çekmeye başlamıştım.
HER ŞEY BİRİKİM
Peki su altında çekim yapmaya başladıktan sonra fotoğraf çekme alışkanlıklarınızda değişiklikler oldu m?
Değişiklik olmadı ama bir şeyi fark ediyorum. Reklam fotoğrafçısı olduğum için bir taslağa ya da konuya uygun fotoğraflar çekilmesi gerekiyordu. Hayal gücünüzle ürettiğiniz bir kare çok çıkmıyor. Daha çok teknik bir eleman gibi çalışıyordum. Bu durum bende bir şey uyandırdı. Kendime ait fotoğraflarım olsun istedim. Bunun üzerine 2005 senesinde üzerinde çok uzun çalıştığım bir sergi açtım. Benim Gerçeğim adını verdiğim bu sergi gurur duyduğum bir iş oldu. Hatta o sergi ile New York’a davet edildim. Bugünkü su altı fotoğraflarıma baktığımda sanki o zamanlardan gelen fotoğraf anlayışından izler taşıdığını görüyorum. Her şey bir birikim, geçmişteki çalışmalarınız gelecekteki işlerinizin alt yapısını oluşturuyor ve bir fotoğraf dilinin oluşmasına da katkı sağlıyor.
SUYUN ALTI ŞAKASI OLMAYAN BİR ORTAM
Su altı fotoğrafçılığını nasıl tanımlıyorsunuz?
Rahmetli arkadaşım Recep Dönmez “Su altı fotoğrafçısı yoktur, fotoğrafçı her yerde fotoğrafçıdır.” derdi, kısmen katılıyorum ama her branşın bir uzmanlığı var. Çok iyi fotoğrafçısınızdır ama reklam fotoğrafçılığında muvaffak olamayabilirsiniz. Su altı fotoğrafçılığı için suya yatkın olmak gerekiyor. En önemlisi suyu sevmek gerekiyor. Dolayısıyla su altı fotoğrafı özel bir konu. Hem iyi bir dalgıç olmalısınız hem de iyi bir fotoğrafçı. Aşağıda süre kısıtlı. Kısa sürede doğru çözümler yaratacak bir bilgiye sahip olmanız gerekiyor. Su altında fotoğraf çekmek bir nevi bilinçaltının bilinç üstüne çıkartılması gibi. Orada kendi bilincinizle yüzleşiyorsunuz ve bir eser çıkarmaya çalışıyorsunuz. Bulunduğunuz ortam geçici ve çok sessiz. Yer çekimi yok. Dolayısıyla ortamın size yansıyan etkileri çok farklı oluyor. Aynı zamanda şakası olmayan bir ortam.
Su altı çekimlerinde ne kadar süreniz oluyor?
Ortalama dalışlarda 1 saat süre veriyor. Fakat sığ sularda 2,5 saat süren dalışlarda yaptım. Konu çok hızlı değişebiliyor. Fotoğrafın bitmiş halini hayal edip o imgeyi yakalamaya çalışıyorum. Yani gördüklerimden nasıl bir fotoğraf çıkartacağımı biliyor oluyorum. Çok fazla üst üste fotoğraf çekmem. Belki eski bir alışkanlık analog dönemden gelebilir. Arka arkaya deklanşöre basmam. Gördüğüm anda nasıl bir kare istediğimi düşünürüm ona göre hareket ederim.
Çekimlerinizi grup halinde mi yapıyorsunuz tek başınıza mı?
Aslında tehlikeli bir şey yapıyorum ve bazen tek başıma dalışlar yapıyorum, bu doğru değil. Başınıza bir problem geldiğinde size yardımcı olabilecek birilerinin olması gerekiyor. Ama yanınızdaki insan sizden sıkılıyor. Fotoğraf çekerken kendimi kaptırıyorum. Haliyle diğer kişi bekleyen oluyor. Bu durumda o sıkıldığı için ben de stres oluyorum. Tek olduğum zaman daha rahat ediyorum. Ama öyle zor bölgelerde bir arkadaşınızın yanınızda olması size güven ve huzur veriyor.
Başınızdan geçen tehlikeli durumlar oldu mu?
Osman Ürper ile Kızıldeniz’de bir dalış yapmıştık. Orada yaşayan tehlikeli köpek balığı türlerinden biriyle karşılaştık. Daha iyi çekim yapabilmek biraz daha yaklaşınca biz akıntıyla açık denize kaymaya başladık. Derken köpek balıklarının sayısı artmaya başladı ve etrafımızda dönmeye başladılar. Havamız azaldığından dalışı bitirmemiz gerekiyordu. Su üstüne çıkarken bir şamandıra atılır ve bu sizin açık denizde yerinizi belirler fakat bizim işaret balonumuz yukarıda köpekbalıkları tarafından ısırılıyordu. Aşağıda havasızlık yukarıda ise köpekbalığı saldırısı, pek hoş seçenekler değildi. Neyse ki ucu ucuna bir zamanlama ile kurtarıldık.
Bir keresinde de Papua Yeni Gine’de dalış yapıyordum. Amazon gibi kollara ayrılan bir yerde suya atladım. Orada Mangrovlar var. Dallar ve dalların uçlarında mercanlar beliriyor. O kadar güzel ki! Tam da o zamanlar dönüşümde İstanbul’da sergi hazırlığım olacaktı. Çok zevk aldığım bir ortamdı. Buradan bir sergi çıkartabilirim diye düşündüm. Büyük bir mutlulukla çalışırken bir baktım tekne beni görmeden gitti. Kaybolduğumu anladım. Ondan sonra madem kayboldum hiç değilse sergi için çalışayım dedim. Fakat oranında en tatsız tarafı tuzlu su timsahları. Karşılaştığınız anda hiçbir şansınız yok. Yani orada kaybolmak pek hoş bir duygu değil aslında. Saatlerce tek başıma kaldım. Ama istediğim fotoğrafları elde etmiş oldum.
SU ALTINDA IŞIK YOK
Su altının ışık kuralları da bambaşka sanırım.
Tabii ki. Çünkü su altında ışık yok. Renk tayfındaki sıcak renkler aşağı indikçe kırmızıdan itibaren kaybolmaya başlıyor. Otuz kırk metrelerde tamamen her şey mavi. Dolayısıyla sizin ışık beceriniz ile konuyu var ediyorsunuz. Işığı ne kadar iyi kullanırsanız fotoğraflarınızın albenisi o kadar yüksek oluyor. Benim de avantajım şu olabilir reklam fotoğrafçısı olduğum için birçok konuya ışık yaptım. Dolayısıyla onu su altında bu tecrübeyi uygulama şansım oldu. Belki de beni biraz daha farklılaştıran özellik bu o olsa gerek.
Hiç batık çektiniz mi veya tarihi eser kalıntıları?
Tabii tabii. Çok enteresan dalışlarım oldu. Topkapı Sarayı’nın su altı yollarıyla ilgili İstanbul Teknik Üniversitesi’nin bir araştırma konusu vardı. Beni de su altı fotoğraflarını çekmem için davet ettiler. Bir kapaktan aşağıya indik ve Sarayın altını dalış yaparak dolaştık. Çok klostrofobik bir yer. Yaptığım enteresan dalışlardan biriydi. Batık da çok çektim. Kızıldeniz’de Thistlegorm diye meşhur bir batık var. Orada sürekli ışıkların fotoğrafta kullanımı ile ilgili atölye çalışmaları yapmıştık. Geminin ambarında motosikletler, kamyonetler var. Su altı fotoğrafında batık teması için çok zengin bir ortam.
Fotoğraflarınız kolaj ya da kurgu gibi gözüküyor. Öyle olmadığını öğrenince şaşıranlar oluyor sanırım.
Fotoğraflarımda kolaj yok, hepsi doğrudan ve tek kare fotoğraflardır. Sergime gelen izleyiciler de bu durumdan dolayı etkileniyorlardı. Çekim öncesi o imgeleri zihnimde belirliyor ve fotoğrafımda onu elde etmeyi amaçlıyorum. Fotoğrafta bir tarzınızın olması zamanla ve tecrübe ile gelişiyor. Başladığım senelerde örnek aldığım çok başarılı su altı fotoğrafçıları vardı zamanla kendi anlayışımı oluşturmaya gayret ettim.
Türkiye’de su altı fotoğrafçılığında en keyif aldığınız yer neresi?
Su altı fotoğrafçılığı bakımından denizlerimiz maalesef okyanuslar kadar bereketli değil. Bu sebeple ülkemizde tatlı sular daha çok ilgimi çekmeye başladı ayrıca sürekli değişken renkler ve tonlarla cazibesi yüksek oluyor. “Arada” isimli son sergimi de, sadece Van Gölü ve etrafındaki akarsularda yaptığım çekimlerden elde ettiğim fotoğraflardan açmıştım. Günümüz göç sorununa bir gönderme niteliğindeydi. Dünyanın uzak noktalarında, okyanuslarda yaptığım çekimlerden çok daha tatmin olduğum neticeleri tatlı sularımızdan çıkarmıştım. İyi fotoğrafı çok uzaklarda aramak gerekmeyebiliyor.