ŞEHRİN PANOLARI

ŞEHRİN PANOLARI
Nurtaç Buluç
Mustafa Ergül

Şehrin Panoları, bir kent hafızasının çevrimiçi arşiv projesidir. Bu panolar, yerellik ve evrensellik tartışmasının siyasal, toplumsal ve kültürel anlamda hareketli bir dönemi olan 1950’li yıllarda başlayan mimari-sanat birlikteliğinin, kamusal yapılardaki kimlik arayışından şehirleşmeyle birlikte apartmanlara dahil olarak anonimleşen değişim sürecinin bir yansıması olarak okunabilir.

Proje, 2019 yılında başlayan ve pandemi döneminde şekillenen iki sanat tarihçisinin kişisel bir arşiv çalışması olarak ortaya çıktı. Başta İstanbul’da, özellikle apartmanların cephe ve girişlerinde bulunan panoların belgeleme çalışmaları sürerken, araştırmalarımızı Ankara, İzmir ve diğer şehirleri kapsayacak şekilde genişlettik. Gelinen noktada, Türkiye’deki panoların mimari-sanat hareketi etkisinin gelişim süreci içerisindeki yerini saptayıp, dijital arşiv ve envanterleme çalışmaları ile tek bir ara yüzde bir metadata oluşturarak şehir belleğinin bir parçası olan bu panolara görünürlük kazandırmaya çalıştık.

SANATIN KİMLİK ARAYIŞI
Konuya sağlıklı bir bakış sağlayabilmek için çerçevemizi genişletmemiz gerek. Türkiye’de Cumhuriyet sonrası çağdaşlaşma sürecinde çoğu sanat dalında olduğu gibi seramik sanatında da kimlik arayışı süreci başladı.. İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan endüstriyel gelişmelere paralel olarak, 1950’ler sonrasında seramik alanında da üretimler hızlandı. İlk ortaya çıktığı dönemden itibaren işlevsel kullanımı ile hayatımızın önemli bir parçası olan seramik, 20. yüzyılda ortaya çıkan “bireyselleşme”, “kimlik” ve “temsil” kavramlarından etkilenerek sanatçılar tarafından birer ifade aracına dönüştü. Geleneksel bir sanat olan seramik ve mozaik siyasi, ekonomik ve toplumsal değişimler ile birlikte modern ve soyut sanatın bir diğer anlatım araçlarından biri oldu.

1920’lerin sonunda seramik eğitiminin akademide verilmeye başlanması ile geleneksel seramik anlatımından/tekniğinden uzaklaşılarak bir çağdaşlaşma sürecine girildi. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Paris’te seramik eğitimi alan İsmail Hakkı Oygar, Hakkı İzzet ve Vedat Ar gibi sanatçılar bu sürecin baş aktörleri oldu; İsmail Hakkı Oygar Sanayi-i Nefise Mektebi’ne, Hakkı İzzet ise Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü seramik atölyesinde eğitim vermeye başladı. Daha sonra sanatçıların kendi özel seramik atölyelerini açmaya başlaması ile kendi ekollerini ve stillerini geliştirme imkânı arttı ve seramikte “kimlik” kavramı gelişti.

Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra devletin sanat politikası topluma yönelik ve toplumun sorunlarını ön plana çıkaran bir anlayışla sanata destek olmaya evrildi, bu doğrultuda Halkevi Resim Sergileri, İnkılap Sergileri, Devlet Resim ve Heykel Sergileri açılarak devletin sanata verdiği destek vurgulandı. 1938-1943 yıllarında Türk Resim sanatını topluma tanıtmak amacıyla “Yurt Gezileri” düzenlenmiş ve dönemin ressamları Türkiye’nin çeşitli yurtlarına gönderilerek milli sanat modeli yaratılmaya çalışıldı. Özellikle ressamların kendi memleketlerine gönderilmesine dikkat edildi. Devlet eliyle kültürel kalkınma politikasının bir uygulaması olarak düzenlenen Yurt Gezileri’ne katılan sanatçılar, daha sonraki yıllarda mimarlık ve sanat birlikteliğinde de rol oynamış, bu gezilerde toplumsal olgular ön planda tutulurken devlet tarafından sanatla birliktelik kurularak yeni bir diyalog dili geliştirildi.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1950’li yıllarda değişen siyasi ve ekonomik koşullar dönemin mimarlık anlayışını da etkiledi. Avrupa’da başlayan, paralel olarak Türkiye’de de uygulanan strüktürü sadeleşen modern mimari yapılarda, çağın sanat akımları etkisindeki eserler birer plastik öge olarak yer almaya başladı. Modernizm etkisiyle “ulusal”, “yerel” ve “evrensel” gibi kavramlar temelinde bir kimlik arayışına giren sanatçılar kendilerini tuval dışında seramik ve mozaik yüzey üzerinde de temsil etmeye başladı. Mimarlık ve sanat birlikteliği de bu süreçte önem kazanmış, toplum odaklı görüşler doğrultusunda insanla ilişki kuran mekânlar tasarlanmaya çalışıldı. Mimari estetiklere ilişkin kaygıların ötesinde bu yapılar, birer kamusal sanat platformu olarak işlev kazanarak toplumsal yaşamda daha etkin, birer kent estetiği görünümüne kavuştu. 1960’lardan itibaren politik, ekonomik ve toplumsal alanlarda yaşanan gelişmeler (1961 Anayasası, darbe ve muhtıra dönemi, köyden kente göç, işsizlik, özelleştirme vb.) devletin sanat alanındaki etkinliğini azalttı. Bu yıllarda devletin özel sektöre yönelik teşvikleri ile mimarlık sektöründe devletten çok özel sektörün talepleri rol oynamaya başladı. Diğer bir yandan da 1966 yılında kat mülkiyeti yasası kabul edilerek kat nizamları planı değişti, bu yeni kanun ile birlikte çok katlı apartmanlaşmanın önü açılarak müteahhit olarak adlandırılan kişiler ana aktör olarak karşımıza çıktı.

Tüm bu süreci özetledikten sonra şunları da eklemeliyiz; Mimarlık ve sanat birlikteliği, mevcut kamusal çevresine/alanına bir kimlik kazandırırve kent imgesini güçlendirir. Toplumda bir mekân hissi yaratan bu imgeler, birer hafızaya dönüşerek kent estetiğine katkı sağlar. Doğan Tekeli, Sami Sisa, Utarit İzgi, Hayati Tabanlıoğlu, Haluk Baysal, Melih Birsel, Abdurrahman Hancı, Melih Koray gibi etkin mimarların; Füreya Koral, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Sadi Diren, İlgi Adalan, Jale Yılmabaşar, Nasip İyem, Nuri İyem, Sadi Öziş, Ercüment Kalmık gibi sanatçılarla birlikte çalışmaları mimari-sanat hareketinin Türkiye ayağındaki önemli örneklerini ortaya koyar.

Doğan Tekeli-Sami Sisa tarafından tasarlanan İstanbul Manifaturacılar Çarşısı bu iş birlikteliğin önemli örneklerinden biri olarak karşımıza çıkar. Sadi Diren, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Füreya Koral, Ali Teoman Germaner, Yavuz Görey ve Kuzgun Acar gibi dönemin önemli sanatçıları eserleri ile İMÇ’de yer alırlar. Heykel, seramik, mozaik gibi sanat eserlerinin yalnız müzeler ve sanat galerilerinde görünür olmasının dışında, kamusal alanlara taşınmaya başlaması ile kentsel mekânda toplumsal diyaloğu ve farkındalığı ileriye taşır. Kamusallaşan sanat, mekân kimliğine kavuşarak birey ve toplumun üzerindeki etkilerin bir yansıması olarak hafızalarda kente dair daha kalıcı bir etki bırakmaktadır. Kısacası sanat nesnesi aracılığı ile toplum ve kamusal alan arasındaki sınır genişletilir/kaldırılır, aidiyet hissi üzerinden bir kolektif bilinç kimliği kazandırılır. Bireyin müzelerde izleyici kimliği ile etkileşim kurduğu eserler, herkesin ulaşabileceği alanlarda izleyiciyi katılımcıya dönüştürerek birlikte bir etkileşim yaratır.

“…Şurası muhakkak ki bir tabloya en güzel ışığı, en uzun ömrü, en büyük seyirci kalabalığını, kısaca hayata karışma gücünü sağlayan mimaridir. Mimar eli değmedikçe resim bir göçebe hayatı yaşamaya daha doğrusu yaşamadan gömülmeye yahut da loş müze salonlarında uykuya dalmaya mahkumdur…” sözlerinin sahibi Bedri Rahmi Eyüboğlu, Samatya SSK Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin girişindeki duvarda bulunan 1959 tarihli soyut kompozisyonlu mozaik panosu ile başka bir çarpıcı örnek olarak karşımıza çıkar. (IST_MOZ_009)

1970’ler ve sonrasındaki yıllarda endüstriyel formlardan özgürleşmiş bir alan olarak kullanılan seramik, sanatçıların yeni formlarını denediği yeni bir zemin olur. Jale Yılmabaşar’ın Halk Bankası Eminönü Şubesi için tasarladığı seramik panosu tarihe ve yerelliğe referansta bulunan süslemeci ögeler içerir. (IST_SER_050)

Şehrin belli semtleri seramik ve mozaik panolar ile birlikte birer açık sergi mekânına dönüşmüş, kolektif bütünlüğün estetik simgesi haline gelmiştir. Tahtakale mahallesinde bulunan Mahmutoğlu Han cephesinde yer alan 1984 tarihli seramik pano Taç Seramik’in kurucusu Taci Alpaslan tarafından tasarlanmıştır. Bakır kapları kalaylayan işçilerin betimlendiği bu seramik pano, bir işçi sınıfının günlük iş hayatındaki kesiti hanın cephesine yerleştirerek kamuya açık bir eser olarak topluma sunar. (IST_SER_077)

Kemalpaşa mahallesinde bulunan Merdan Otel’in cephesinde ve içinde yer alan seramik panolar ise otel sahiplerinden öğrendiğimiz kadarıyla 1990’larda yapılır. Benzer kompozisyondaki seramik pano Sirkeci Olimpiyat Otel’in cephesinde yer alır. Sanaçısı Şeyma Reisoğlu Nalça’dır. (IST_SER_076)

Hocapaşa’da bulunan Gürün Han, 1975 yılında geçirdiği büyük yangın sonrası tüm cephesini seramik eserlerle yenilemiştir. Özellikle tekstil-kumaşçılar mekanı olarak ticaret sektöründe tanınan hanın yeni seramik tasarımları da birer kumaş desenini andırır desen ve çeşitliliktedir.(IST_SER_053) (IST_SER_051)

Bu noktada karşımıza çıkan pano örneklerinin yer aldığı yapı türleri çeşitlilik gösterir. Özellikle İstanbul ve Ankara’da 1950’lerde başlayan 60’larda hareketlenen mimarlık ve sanat birlikteliğinde her sınıftan bireyin etkileşimine sunulduğu fabrika, otel, çarşı, iş hanı gibi yapılardaki büyük boyutlu panolar, daha küçük ölçeklerle 1970’ler apartman furyasına dahil olmaya başlar. Daha çok İstanbul’da hareketlilik kazanan bu panolar önemli seramik sanatçılarımızdan İlgi Adalan tarafından sayısız apartmana tasarlanarak ayrı bir ekol yaratır. (Fotoğraf 1) Kamusal ve zengin sivil yapılarında sıklıkla karşımıza çıkan seramik-mozaik panolar, günlük yaşamdan olan apartmanların seyre uygun cephelerine dahil olmaya başlamasıyla ulaşılabilirliği artar. Mimaride apartmanlaşma sürecinin hız kazanmasıyla müteahhitlerin ve inşaat firmalarının maliyeti ucuz tuttuğu standartlaşan planda hızlıca inşa ettikleri apartmanlarda kullanılan panolar, bağlamından uzaklaşıp artık yer aldığı yapının biricikleşmesi için kondurulan birer bezeme repertuarına dönüşmeye başlar. Cephe ve girişlere eklenen bu “süs” öğeleri ile apartmanlar, sokakta bulunan diğer konutlardan ayrışarak özelleşir. 1980’lere kadar üzerinde sanatçıların imzasına ulaşabildiğimiz seramik-mozaik panolar, 1990’larla birlikte ne yazık ki anonim hale gelir. Sanatçının imzasıyla toplumsal bellekte sanat ürünü olarak algılanan panolar anonimleşerek, yapılardaki süs ihtiyacını -renk ve boşluk doldurma- gidermeye yarayan birer öge haline dönüşür.

Şehrin Panoları Proje ekibi olarak kendi oluşturduğumuz rotalar üzerinden belgelediğimiz panolar dışında; gidemediğimiz, bilmediğimiz veya kentsel dönüşüm kapsamında yıkılmak üzere olan panoları sosyal medya ve mail adresimiz üzerinden ilgili kişiler bizlere göndererek bu arşivleri de kendi hafızamıza katarak genişletmeye çalışıyoruz. Dolaylı olarak “toplumsal-kamusal”a atfedilen bu eserler, yine bu bilinçle belgelenip bir nevi koruma altına alınarak kültürel envanteri bir ömür saklanacaj.

Bizleri instagramda @sehrinpanolari, twitterda @SehrinPanolari hesaplarından takip edebilir, arşivinizde bulunan eserleri bizimle paylaşabilirsiniz.

Start typing and press Enter to search