Hatice Güzide Karslı:Süleymaniye O Zamanlar Çok Başkaydı
Sümeyye Küçükkural Aydın
Fatih ilçesi, İstanbul’un tarihî ve kültürel zenginlikleriyle dolu bir bölge olarak bilinir. Bu zenginliklerin kayıt altına alınması ve gelecek nesillere aktarılması, Fatih Belediyesi tarafından yürütülen önemli bir proje olan “Sözlü Tarih Araştırmaları” kapsamında gerçekleştiriliyor. Bu çalışma, geçmişin tanıklarını ve hikâyelerini yakalamayı hedefliyor. Bu bağlamda tanıdık isimlerle karşılaşmamızı sağlıyor. İşte bu çalışma kapsamında görüştüğü isimlerden biri: Hatice Güzide Karslı.
Hatice Güzide Karslı, 1942 yılında Süleymaniye’de doğmuş. Çocukluğu ve gençliği Ayşe Kadın Hamamı Sokak’ta, 22 numaralı konakta geçmiş. Osmanlı kültürünü yaşatmak için çabalayan bir ailede büyüyen Güzide Hanım, eğitim hayatını konakta farklı hocalardan aldığı özel derslerle tamamlamıştır. Babası vesilesiyle İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Necip Fazıl Kısakürek, Muzaffer Ozak, Tahiri Mutlu, Celalettin Ökten gibi değerli isimlerin sohbetleri ile büyümüştür. Güzide Hanım, Hattat Mustafa Halim Özyazıcı ve Hattat Hamit Aytaç’tan hat dersi almış, hat sanatı ile ilgilenmiştir. Süleymaniye’nin tarihî ve manevi dokusu içerisinde büyümüş olan Karslı, günümüzde Üsküdar’da ikamet etmektedir. Şimdi onun dilinden hikâyesini okuyacağız:
Süleymaniye’de Ayşe Kadın Sokak’ta, bugün Suffa Vakfı olan konakta yaşadık. Çocukluğum ve gençliğim burada çok güzel anılar ile geçti. Oturduğumuz ev esasında eski Osmanlı evlerindendi. Tabii yaz için çok güzel bir evdi fakat kışın çok soğuk olurdu, ısınma sorun olurdu. Kömür sobası yanardı ancak kömür sobası ile biraz ısınırdı. Ahşap iki katlı bir evdi bir de altta bodrum katı vardı. Evin girişinde mermer bir hol vardı. Sol tarafta bir misafir odası, ileride büyükçe bir misafir odası vardı. Kur’an-ı Kerim okunan odamız burasıydı. Bir de babaannemin odası vardı sağ tarafta. Öteki oda ve yemek yediğimiz mutfağımız da bahçedeydi. Çocukluğumuz bu bahçede geçmiştir. Çok güzel ağaçlarımız vardı. Meyve ağaçlarımız, beyaz dut, kırmızı dut, incir ağacımız vardı. Ben o incirleri toplamak için bütün duvarların tepesine çıkardım ağaçların tepesinden inmezdim. Çok severdim ağaçlara çıkmayı. Bahçemizde bir de cennet hurmamız vardı daha olmadan onları babaannem dal dal kestirirdi, dağıtmakta benim vazifemdi. Konu komşu kim hurmaları görüyorsa o hurmaları mutlaka götürüp evlerine bırakırdım. Ancak kalanını da biz yerdik. Bizim evimizde Huzur Sokağı filminin bir kısmı da çekilmişti. Huzur Sokağı filmi için bir ev aranıyormuş. Beybabam da bundan sonra madem bizim evde çekilsin demiş ve bizim evin bir kısmında çekilmişti.
Süleymaniye’deki 7. Okul’un müdürü veya öğretmeni olan Necati Bey’den evde eğitim görmeye başladık. Beybabamın isteği ile ilkokulu bitirmeden hat dersi almaya başladım.1955 senesi dün gibi hatırlıyorum. Hattat Halim Özyazıcı ile hat çalışmaya başladık. Benden sonra annem Müşerref Hanım da ders almaya başladı. Annem çok güzel levhalar yazmaya başladı. İbnülemin Mahmut Kemal Bey de Son Hattatlar adlı eserinde annemden de bahsetmiştir. Fakat 1963 senesinde hattat Halim Bey bir kaza sonucu vefat etti. Daha sonra beybabam hattat Hamit Aytaç Bey ile çalışmamızı devam ettirdi. Hattat Hamit Bey çalışmalar için eve geliyordu her hafta, ev halkından kimler ders alıyorsa sıra sıra derslerimizi verirdik. Benim duvarımda levha yazılarım var. O aralar çok devam ettik. Daha sonra obenim elim durdu. Kamışı elime alıyorum, olmuyor. Bir türlü yazamıyorum. Bu eski yazıları ben mi yazmışım diyorum, bu levhaları. Bir de Celalettin Ökten’den Arapça dersi almak üzerine birkaç sefer evine gittik. Beybabam gitmemizi istedi Celalettin Bey ile anlaşmış. Hatta onun oğlu Sadettin Ökten de bizimle birlikte ders alıyordu. Bu dersler altı ay kadar sürdü.
Bizim gelenimiz, misafirimiz çok olurdu. Evimizde dersler, sohbetler, okumalar yapılırdı. Konağımızın kapısı herkese açıktı. Necip Fazıl Kısakürek de bizim evimize gelirdi, beybabamı görmeye. Bazen beybabam üstünü giyiniyor olurdu bana hemen “sen Necip Fazıl Bey’in yanına git biraz onunla konuş ayıp olmasın” derdi. Bundan sonra ben de giderdim, onlar konuşurduk ederdik. Fakat çok konuşmazdı, konuşkan biri değildi ama azıcık konuşurduk. Ona da Allah rahmet etsin.
Evimizde Büyük Teyze dediğimiz bir büyüğümüz vardı. Büyük Teyze enişteme muayene olmaya gelen bir hanımdı. Eniştem dişçiydi ve muayenehanesi vardı. Eniştem onu muayene ederken kendi sıkıntılarından bahsetmiş. Evdeki anlaşmazlıklarından bahsetmiş. Oğlu ve gelini ile geçinemiyormuş. O sebepten dolayı da eniştem Büyük Teyze’ye çok içerlemiş ve gel bana ben sana bakarım demiş. O günden sonra bizimle yaşamaya başlamıştı. Evde ona çok saygı duyar ve hürmet ederdik. Bizimle konakta epeyce yaşadı, bizden hiçbir zaman ayırt etmedik.
Evimizin tam karşısında İsmet İnönü’nün evi vardı. Daha sonra 1961 senesinde bu ahşap ev yandı. Takır takır biranda kül oldu. Mahallemizde başka köşkler de vardı ama hepsi ile de görüşemiyorduk. Bizim mahallemizde Muzaffer Ozak Bey’in evi vardı. Onunla çok iyi görüşürdük. Muzaffer Bey’in evinde zikir meclisleri olurdu. Annem ve beybabam da giderdi. Beni de götürürlerdi. Ben de hep giderdim, Muzaffer Bey’i de dinlerdim. Beybabam İbnülemin Mahmut Kemal Bey ile çok yakın arkadaştı. Kendisi çok iyi bir insandı. Bizim evimize gelirdi ama çoğunlukla biz onun evine giderdik. İbnülemin Mahmut Kemal Bey musikişinas bir kimseydi. Evinde toplanıldığı zamanlarda Türk musikisinden, klasik müzikten dinletiler olurdu. Ben çok küçüktüm ama ailecek dinlemeye gittiğimizi hatırlıyorum. İbnülemin Mahmut Kemal Bey baklavayı çok severdi. Şaziye Hanım Teyze bir tepsi baklava yapardı biz de Bakırcılar Çarşısı’ndaki konağına götürürdük. Bazı zamanlar baklavayı götürdüğümüzde hava biraz kararmış olurdu. Bize sitem ederdi, bu saatte neden geldiniz diye. Bu anılarımı hiç unutmam.
Şimdi Süleymaniye derseniz Süleymaniye Camii’nin bahçesine mutlaka her gün giderdik. Annem bizleri götürürdü. İp atlar, seksek oynar vakit geçirirdik. Mahalleden birkaç tane arkadaşım vardı. Ben ilkokula gitmediğim, tüm tahsilimi evde gördüğüm için fazla arkadaşım yoktu. Ama Süleymaniye’nin bahçesinde arkadaşlar edinmiştim. Bu sebeple Süleymaniye’nin yeri bende çok ayrıdır. Bahçesinde vakit geçirmek için İstanbul Üniversitesi’ne de giderdik. Veyahut üniversitenin bahçesini Kapalıçarşı’ya veya başka bir yere gitmek için geçiş güzergâhı olarak kullanırdık. Eskiden İstanbul Üniversitesi’nin bahçesi tüm halka açıktı. İnsanlar oraya ailesiyle vakit geçirmek, piknik yapmak için geliyordu. Belli bir süre böyle devam etti. Sonradan kapattılar.
Annem Müşerref Çelebi Hanım 1946 senesinden beri günlük yazıyordu. O gün ne yaptıysa, ne yaşandıysa muhakkak gün gün yazmış. Ve en son yazısını da 2003 senesinde yazdı. O güne dek devamlı yazmış. Onlar tabii Osmanlıca yazıydı. Onu ablamla beraber biz yeni Türkçeye çevirdik. Fakat bir türlü onu bir roman hâline getiremedik, böyle bir düşüncemiz var. O dönemleri ve yaşantıyı anlatması açısından önemli kaynaklar. İnşallah ömrümüz vefa eder de, yerine getirebiliriz.
Biz oradayken komşularımızla çok iyi tanıştık görüşürdük. Çok gelenimiz vardı. Mesela yan tarafımızda bizim Feride Hanım teyzemiz vardı, yaşlı bir hanım onun kızı Behice Hanım vardı. Bayağı yaşlı bir hanımdı, vefat etti. Vefat ettiği zaman da o hanımı bizim kabristana gömdüler. Vefatı ani olunca ailesi “ne yapacağız, ne edeceğiz” falan deyince beybabam yardım etmek amacıyla bizim kabristana gömülmesini önermişti.
Bayramlar çok güzel geçerdi, çok güzel hazırlıklar yapılırdı. Halamın kocasının kardeşi olan Şaziye Hanım teyzemiz bize gelir börek, baklava yapardı. Biz de ikram ederdik gelenlere. Ayrıca bayramlarda Hacı Bekir’den alınan lokum ikram edilird. Herkes gelirdi, iş arkadaşları, akrabalar… Babaannem hayattayken babaannem büyük olduğu için daha çok gelinirdi. Onun vefatından sonra gelenler biraz azaldı. Kandillerde de ise mutlaka helva yapılır, konu komşuya dağıtılırdı. Akşamleyin mutlaka radyodan veyahut televizyondan hadiseleri dinlerdik, çok güzel geçerdi. Ramazan’da türlü türlü camilere gidip teravilerimizi kılardık. Evde sabah namazını beybabam kıldırırdı. Eğer kendisi evdeyse akşamı da yatsıyı da cemaatle kılardık. Mutlaka her geleni de çağırırdı namaza. Cemaatle kılmanın tek başımıza kıldığımızdan 27 kat daha sevap olduğunu söylerdi. Ramazan’da bizim evde kalmaya gelenler de olurdu. Zaten annem çok severdi misafiri. Süleymaniye çok başkaydı, çok güzel zamanlar geçirdik.