Ahlakın Uzantısı Olarak Hukuk:Doğal Hukuk Anlayışı

Abuzer Dişkaya

İnsan sosyal bir varlık olduğundan toplum hâlinde yaşar. Bunun fail sebebi insanın ancak bir toplum içinde ihtiyaçlarını karşılayabiliyor olmasıyken gai illeti ise insanın ancak toplum içinde insan olabilmesi yani potansiyellerini gerçekleştirebilmesidir. İşte bu yüzden Aristo Polis (Şehir) dışında yaşayan ya Tanrı ya da hayvandır demiştir. Burada polis yasaların hâkim olduğu varlık alanıyken Polis’in dışı ise yasallığın olmadığı ve yasa olmadığı için düzenin de olmadığı alandır. İşte bu yüzden orada yaşayan birisi insan olamaz yani insanlığını tahakkuk ettiremez. Bu olmayınca da insan sureten insan olsa da hakikatte hayvan olmuş olur. Toplum hâlinde yaşamanın gai illeti iyiliğin tahakkuk etmesidir. Çünkü insanlar ancak iyilik aracılığıyla potansiyellerini gerçekleştirebilirler. Gai illet iyilik olduğuna göre yasalar bu iyiliği tahakkuk ettirmeye matuf olmalıdır. Yani yasalar ancak iyi oldukları oranda yasa olacaklardır. İşte bu yüzden iyi olanın ne olduğu temel bir mesele olarak ortaya çıkmaktadır.

Yasalar çatışması ilk defa mitolojik bir eser olan Antigone’de karşımıza çıkar. Orada bir davranış (ölen birisinin cenaze merasimiyle gömülmesi) kralın yasasına göre suçken ilahi yasaya göre yani Tanrıların koyduğu ezeli yasaya göre yapılması gereken bir eylemdir ve Antigone kralın yasasına rağmen ilahi olan yasaya uygun davranmayı seçmiş ve bu yüzden öldürülmüştür. Böylece insanlar tarafından konan bir yasanın her şart ve durumda geçerli olmayabileceği fikri doğmuştur. Ancak meselenin felsefi veçhesine Platon’un bir diyalogunda rastlıyoruz. Sokrates babasının aleyhine şahitlik yapmaya giden bir genci durdurup ona; iyi olan nedir diye sorar? İyi olan, Tanrıların yapın dediği şey midir? Yoksa Tanrılar iyi olanı mı yapın der? İyi olanın doğasının ‘ne’liğine yönelik ortaya konan bu düalist yaklaşım farklı formlarda da olsa günümüzde de devam etmektir. Bu iki sorunun asıl önemi iyi ve kötü olmanın doğasıyla ilgili bir tartışmayı başlatmış olmalarıdır.

Buna göre ilk görüşü kabul eden, bir eylemin kendinde iyi veya kötü olmadığını ve iyi veya kötü olmanın ona dışarıdan eklemlendiğini kabul etmiş olmaktadır. Burada bu harici unsur Tanrının hükmüdür. Oysa ikinci durumda iyi ve kötü olma eylemin zati birer özelliğidir. Yani eylemlerin doğaları onların iyi mi kötü mü olduklarını belirlemektedir. İlk anlayışa göre yalan söylemek kendi başına ne iyidir ne de kötüdür. Tanrı yalan söylemeyin dediği için yalan söylemek kötüdür, insan öldürmeyin dediği için insan öldürmek kötüdür. Bu ilahi hüküm olmasaydı yalan söylemek veya adam öldürmek ne iyi ne de kötü olacaktı. Oysa ikinci anlayışta yalan söylemenin kendisi kötü olduğu için Tanrı yalan söylemeyin, insan öldürmenin kendisi kötü olduğu için Tanrı insan öldürmeyin der.
Bu görüşlerden ilkine; İlahi yasa teorisi denirken ikincisine ise Doğal yasa teorisi denmektedir. İslam dünyasında Eşariler ilahi yasa teorisi taraftarıyken Mutezile ise doğal yasa teorisi taraftarıdırlar. Hristiyan Avrupa’da ise Snt. Agustine ve T. Aquinas Doğal yasa taraftarıdırlar. Protestanlardan bazıları ise ilahi yasa taraftarıdırlar. Peki doğal yasa anlayışı tam olarak nedir ve ne anlama gelmektedir?

Doğal yasa anlayışı şu iki varsayıma dayanmaktadır; 1. Hukuki geçerlilik ahlaki geçerlilik şartına tabidir. Veya bir ilkenin hukuki açıdan yasa veya kanun olabilmesinin zorunlu ve gerekli şartlarından birisi de ahlaki açıdan geçerli olmasıdır. Dolayısıyla ahlaki geçerlilik kanun nedir sorusunda verilecek cevabın zati unsurlarından birisidir. İşte bu yüzden Agustine; Adil olmayan yasa kötü yasa değil aslında yasa değildir, demiştir. Zira adil olmak veya adalete uygun olmak yasa olmanın tanımında içerilmektedir. Bu birinci varsayım doğal hukuk anlayışının ortak kabulüdür. İkinci asıl ise herkeste ortak değildir daha çok Mutezile ve Thomas Aquinas gibi klasik doğal hukukçuların benimsediği bir varsayımdır. Buna göre; 2. Ahlaki düzen doğal düzenin bir parçasıdır. Yani ahlaki ilkeler veya yasalar ya da ahlak, varlık aleminde bulunan doğal düzenin bir parçasını oluşturmaktadır. Dolayısıyla da bu yasaların tıpkı diğer yasalar gibi keşfedilmeleri gerekmektedir. Ahlakın kaynağıyla ilgili olan bu kabul ortak bir kabul değildir. Bu ikinci varsayım üzerinden iki temel doğal hukuk anlayışı ortaya çıkmaktadır: Teolojik, Kelami veya dinî Doğal hukuk anlayışı ile örfi veya seküler doğal hukuk anlayışı.

Mutezile ve Thomas Aquinas teolojik doğal hukuk anlayışına sahiptirler. Bunun sebebi ise ahlakın da bir parçası olduğu doğal düzeni Tanrı’ya dayandırıyor olmalarıdır. Buna göre her şeyin başında Tanrı bulunmaktadır. Tanrı hikmet sahibi bir mevcut olduğundan onun yarattığı evrende kaynağı Tanrı’nın hikmeti yani ezeli aklı olan makul bir düzen bulunmaktadır. Bu akıl tarafından anlaşılabilir olan makul bir düzendir. Makul olan bu düzen iyi olana yönelmiştir. Buna gayeci doğal hukuk anlayışı diyoruz ki bu anlayışın kaynağı Aristoteles’tir. Aquinas iyi olan yönelmiş olan bu düzene kaynaklık eden yasalara ezeli yasalar demektedir. Bu ezeli yasalar da hangi varlık alanına dair olduklarına bağlı olarak kendi içinde üçe ayrılmaktadır: Bu ezeli yasalar ya doğada ya da metafizik alemde tecelli ederler. Metafizik alemde tecelli eden yasalara Aquinas, İlahi yasalar demektedir. Doğada tecelli eden yasalar ise kendi içinde ikiye ayrılmaktadır: İradesi olan mevcutlar alemindeki düzene kaynaklık eden yasalar ve iradesi olmayan mevcutların oluşturduğu alemde tecelli eden yasalar. Aquinas ilkine ahlaki yasalar derken ikincisine ise doğal yasalar demektedir. Dolayısıyla ezeli yasalar üçe ayrılmaktadır: ilahi yasalar, doğal yasalar ve ahlaki yasalar. Bu üçünün de ortak özelliği Tanrı tarafından vaz edilmiş olmalarıdır. Bunlar Tanrı tarafından vaz edilmiş olsalar da Tanrı için de geçerlidirler. Yani Tanrı da bu yasalara aykırı davranmaz veya davranamaz. Zira bunu yaparsa hikmetine aykırı davranmış olur ki bu da abes fiil olur ve Tanrı abes fiil işlemez.

Ancak bir de dördüncü bir yasa çeşidi bulunmaktadır. Bunlar insanlar tarafından vaz edilen ve bizim hukuk dediğimiz yasalardır ki Aquinas bunlara vazi veya pozitif yasalar demektedir. İşte hukuk felsefesinde üzerinde durulan yasalar bu dördüncü yasalardır.
Dolayısıyla tartışma pozitif bir yasanın ne zaman yasa olarak kabul edilip edilmeyeceğidir. Buna göre yasalar kategorik olarak ikiye ayrılmaktadır: 1. Ezeli yasalar ve 2. Pozitif yasalar. İşte doğal hukukçuların temel iddiası bu pozitif yasaların ancak ezeli yasalara uygun olurlarsa geçerli olabilecekleridir. Aksi durumda bir ilke asla hukuki bir yasa olamayacaktır. Elbette pozitif yasalar ilahi veya doğal yasalara değil ahlaki yasaya uygun olmak zorundadırlar. Dolayısıyla ahlaki yasaya uygun olma pozitif bir yasanın tanımında içerilen unsurlardan birisidir. Bir yasa tabii ki bu unsurdan ibaret değildir ancak bu da tanımın zorunlu unsurlardan birisidir.

Peki diğer unsurlar nelerdir? Yani bir ilkenin hukuki bir yasa olabilmesi için başka hangi özelliklere sahip olması gerekiyor? Bunlar Mutezile ve Aquinas a göre şunlardır: 1. Meşru bir siyasi erk tarafından vaz edilmiş olma. 2. Vaz edilen yasanın makul olması 3. Makul olan bu yasanın ilan edilmiş olması 4. Bu yasanın iyi olana matuf olması ve 5. Ezeli yasaya uygun olması ki bu uygunluk iyi olana yönelmiş olma unsuru üzerinden sağlanmaktadır.
İşte klasik doğal hukuk anlayışına göre bir ilkenin hukuki bir yasa olabilmesi için bütün bu özelliklere sahip olması gerekmektedir. Bunlardan birisi dahi eksik olsa ilke yasa olmaktan çıkmaktadır. Dolayısıyla doğal hukuk anlayışında iyi yasa kötü yasa ayrımı yoktur. Çünkü kötü olan yasa aslında yasa olarak kabul edilmemektedir.
Sonuç olarak doğal hukuk anlayışında yasa nedir sorusunun cevabı şu şekilde verilmiş olmaktadır: Yasa, meşru bir siyasi iktidar tarafından vaz edilip ilan edilen ve ezeli yasaya uygun olduğu için iyi olanı tahakkuk ettirmeye yönelmiş olan makul ilkedir.

Start typing and press Enter to search