Dijital Rönesans
Dijital Rönesans
Yeliz Dövücü
İnsanlık, tarihi boyunca gerek sosyal gerekse kültürel anlamda birçok devrimle karşı karşıya geldi. Fakat 20. yüzyılın sonralarında tarihte daha önce hiç deneyimlenmeyen bir çağ başladı: Bilgi çağı. Bilgi çağı denilince akla ilk gelen şey dijitalleşme. Hoş biz bunu da yanlış kullanıyoruz. Dijital kelimesinde akla ilk akıllı telefonlarımız, bilgisayarlarımız, oyun konsollarımız gelse de aslında arka planda hayatımızın her alanı var.
Bir soru sorarak devam edeceğim: Şu anda cep telefonunuz olmadan kaç saat rahatça durabilirsiniz? Kaç kişinin numarası var ezberinizde? Ya da o bilmediğiniz yere navigasyon olmadan nasıl gidebileceksiniz? Önünüzde çok güzel bir gün batımı oluyor veyahut en sevdiğiniz sanatçı geçti, nereye kaydedeceksiniz bu özel anları? Bu örnekleri çoğaltmak elbette çok kolay. Gelmek istediğim konu şu, biz bilgi çağına kendi rızamızla ayak uyduruyor muyuz, yoksa ayak mı diretiyoruz? Bunu kendimiz mi tercih ediyoruz? Bundan çok değil 25-30 sene evvel cep telefonları yeni çıktığında birçok kişinin numarasınız ezbere biliyorduk değil mi? Çünkü tuşlu ev telefonlarımız vardı ve numaraları ezberlemek zorundaydık. İlk çıkan cep telefonları evlere girmeye başladığında yaşı tutanlar hatırlasın, bu nasıl bir teknoloji diyerek akıl sır erdiremiyorduk. Sonra radyolu, polifonik müzik çalan, mp3 çalan, kameralı telefonlar girdi devreye. Ee noldu bizim şaşkınlığımıza, her şeyi kabullenir olduk. Öyle çok kabullendik ki artık hayatımızın olmazsa olmazı hâline geldi. Tek bir komut ile şu an İtalya’da, Mısır’da hatta Antarktika’da olan tüm gelişmeleri öğrenebiliyoruz. Büyük bir bilgi havuzumuz var. Her gün yeni şeyler öğreniyoruz ve elimizin altında internet olduğu sürece her saniye bilgi akışı yüklenmeye devam ediyor.
Burada çarpıcı bir araştırmayı paylaşmak istiyorum sizinle. Güney California Üniversitesi’nden Dr. Martin Hilbert ve ekibi çok ilginç bir araştırmaya imza atmışlar. Günümüzde bir kişinin maruz kaldığı bilgi bombardımanını 1986 yılıyla kıyaslamışlar. Öte yandan Roger Bon tarafından yapılan bir diğer araştırmada insan beyninin günde otuz dört gigabayt bilgiye maruz kaldı gerçeğini bulmuş. Bir diğer ve benim çok ilginç bulduğum bir araştırma, dünya tarihi boyunca üretilen tüm bilgi 21. yüzyılda iki günde üretilen bilgi ile aynı kapasitede olması. Dünyanın sonuna doğmuşuz diyebilir miyiz bilemem ama daha görecek çok şeyimiz olduğu kesin.
Peki, tüm bu araştırmalar sonucunda neyi düşünmemiz gerekir? Tabii bu kadar bilgiyi beynimiz algılıyor mu? Şöyle düşünelim, günlük ortalama 2 litre su içen bir insan bir anda 5 litre içerse ne olur? Ya da spor salonunda 50 kg kaldırabilen bir sporcu 300 kiloyu kaldırsa? Su içen zehirlenir, sporcu sakatlanır değil mi? Peki ya bu kadar bilgiye maruz kalan zavallı beynimiz? İşte orda beynimizin muhteşemliği devreye giriyor ve evet diğer uzuvlarımız gibi iflas etmek yerine adapte olmayı tercih ediyor. Nasıl mı? Bazı fonksiyonlarını durdurarak. Bilgi yüklemesi fazla olduğunda beynimiz hipnoza yakın bir seviyeye geliyor, odaklanma ve dikkat süresini azaltıyor. Hemen bir örnek ile ispatlayalım. Sosyal medyada gezinirken uzun bir videoyu sonuna kadar izleyebiliyor musunuz? Ya da içecek reyonundan geçerken siyah olanların kola olup olmadığını kontrol ediyor musunuz? Hayır. Çünkü beynimiz daha önceki deneyimleriyle onun kola olduğunu kodladı. Sosyal medyada da uzun video izleyemiyorsunuz, hızla gelen yeniler 13-15 saniyelik videolar daha eğlenceli geliyor ve odaklanamıyorsunuz.
Tüm bu bilgi akışlarının yanı sıra bizi toplumca etkileyen başka bir sorun getirdi dijitalleşme: “kimlik buhranı” aslında buna “dijital şizofreni” demeyi daha çok seviyorum. Sanal gerçeklik ile bu boyutta insanlık tarihi boyunca hiç karşılaşmadığı ve filmlerde gördüğünde “Vay bee!” dediği evreye adım atmış durumda. Artık metaversede üniversite var. Yeni bir boyutla belki de hep hayalini kurduğumuz ışınlanma budur? Ya bi gözlükle olacak iş mi, demeyin. Çünkü artık sadece görmüyorsunuz. Gelişen teknoloji ile dokunma ve koku alma özellikleri de eklendi. Peki ne olacak? Tek cevap: Sanalda sosyal, gerçekte asosyal bir toplum. Artık arkadaşlarınızla evden çıkmadan konsere gidebilir, en sevdiğiniz takımın maçlarını aynı gerçeklikle izleyebilirsiniz. Ve hatta alışveriş bile yapabilirsiniz. Metaverse içerisinde dünyaca ünlü birçok markanın sizin avatarınız için dükkânları bulunuyor. Yanı siz sevdiğiniz bir markanın gerçek hayatta ayakkabısını alamadıysanız meta’dan alabilirsiniz. Gerçek hayatta sarışın olmayı çok istediyseniz ve esmerseniz orada istediğiniz gibi bir avatar oluşturabilirsiniz. İstediğiniz gettoya dâhil olabilirsiniz. Gerçekle alakanız kesilinceye kadar orda devam edebilirsiniz. Fakat gerçek dünyanıza döndüğünüzde sizi ne bekliyor olacak? “Buhran”
Dijital Rönesans’ın kilit noktalarından bir diğeri ise son zamanlarda sıklıkla adını duyduğumuz yapay zekâ.
Kökten bir değişiklik hareketiyle hayatımıza entegre olmaya başlayan yapay zekâ araçları birçok mesleğin aslında tehdit noktası. ChatGBT bunun en yaygın örneği. Aklınıza takılan hangi konu var ise saniyeler içinde cevabını alabiliyorsunuz. Oysaki kısa bir zaman öncesine kadar merak edilen konu her ne ise araştırma yapmamız gerekiyordu. Tasarım yapabilen, video oluşturabilen, size özel kelimelerden şarkı besteleyen ve hatta diyet programı bile yapabilen birçok yapay zekâ aracı var. Bu durumda sanatçılar, besteciler, sosyal medya içerik oluşturucular, kurgucular… ne olacak dersiniz? Bizim için tatil planı bile oluşturabilen yapay zekâya ne kadar güveniyoruz? Üstelik çoğunlukla ücretsiz olan bu araçlar neye karşılık bize bu iyiliği yapıyor olabilir?
Yüksek lisansta kendisinden ders aldığım Okan Hoca’mın çok güzel bir açıklaması vardı bunun için ve çoğunlukla bunu söylemeyi seviyorum: “Aldığınız hizmet karşısında bir ücret ödemiyorsanız, ürün aslında sizsiniz.”
Bunu şu şekilde açıklayabilirim. Bir arkadaş grubunda muhakkak alışverişten konu açıldığında sohbet şu noktaya geliyor; “-Bizi dinliyorlar, kırmızı kazak almak istediğimden bahsettikten sonra reklamlarda kırmızı kazak çıktı.” Bir diğeri şunu ekler “Ya evet telefonu değiştireceğim dedim, malum alışveriş sitesi bana telefon kampanyaları gönderdi.” Peki, nasıl oldu bu? Gerçekten bizi dinliyorlar mı? Sadece dinlemiyorlar, gittiğiniz yerleri, tahlil sonuçlarınızı, alacağınız çanta modeline kadar biliyorlar. Ve hatta her hafta satın aldığınız bir market ürünü var ise ve bir hafta almadıysanız size ürün kampanyası ya da hatırlatma bildirimi dahi atabiliyorlar. Çünkü banka kullanımınız da dijital. Şimdi olsun ya ne olacak diyenler aynı şeyi düşünebiliyor mu? Tüm verilerimiz bir veri hâlinde saklanıyor. Biz hafta sonu ne yapacağımızı bilmiyorken aslında kullandığımız akıllı cihaz bunu da tahmin edebiliyor. Nasıl korunacağız? Aslında bunun mümkünü yok gibi gözüküyor. İşte dijital rönesans tam olarak bu! Yapacağımız tek şey akışta kalmak.
Hâlihazırda insan iletişimlerimiz, merakımız, algımız, ilgimiz bu kadar daralmışken neyi kaybediyoruz? Elle yazı yazmayı unutacak kadar dijitale dönüşümüz, bir filmi sonuna kadar izlemeyecek kadar tahammülümüz kalmadı farkında mısınız?
Market alışverişlerimizi, yol tariflerimizi, evlerimizin temizliğini bile isminin başına akıllı koyduğumuz cihazlara yaptırır hâle geldik.
Robotlar bizi ele geçirdi mi ne dersiniz?
Hayatımızı kolaylaştıran teknolojiler bize gerçekten zaman yaratıyor mu?
Bu gelişmeler karşısında şunu mu yapacağız: “Hey Siri! Şu anda ne yapmalıyım?”