EN BÜYÜK EMANET SURİÇİ İSTANBUL’DUR

Murat Sav

Bir simge üzerinde yoğunlaşmak, simgeye giden yoldaki şifrelerin de çözülmesini sağlar. Ard anlamlarını dağarcığımıza koyarak, “Yedi Tepeli” İstanbul’un, o dolu dizgin geçmiş yaklaşık üç bin yıllık serüvenine sığdırdığı olayları, yetiştirdiği değerli insanları ve ortaya çıkardığı mimari eserleri bilmemiz, bu kentte yaşayan bizler için bir sorumluluktur. Kaldı ki bir de emanet sırası bizdeyken, sıramızı elimizden geldiğince üzerimize düşeni yaparak savmamız gerekli. Neden mi? Klavyemiz elverdiğince değinmeye çalışalım. Öncelikle, geç kaldığımız “Suriçi”ni topyekûn koruma anlayışını düşünceden öteye, yani uygulamaya geçirmeye başlamalıyız. Soru sormak ve sorulara çözümler üretmek konusunda da birkaç cümle sarf etmemiz lazım.

Suriçi… İstanbul’un kendisi. Eski “İstanbul, Konstantinopolis”in tam ve tek karşılığı. Geçmiş dönemlerde yaşananları, fiziki değişimleri veya dönüşümlerini bir kenara bırakıp, mevcut yerleşim düzeni ve kısa ve uzun vadede yapılabileceklere eğilelim.
Peki eski eserde koruma nerede başlamalı? Veya koruma sınırları nasıl tespit edilmeli? Eğer konumuz Suriçi ise kuşkusuz ki abidevi yapıların korunması yakın çevresiyle başlamalıdır. Örneğin Fransızlar II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra kentleri için planlamalar yaptılar. Çok yönlü kent planlarının en önemli detayı belki de eski, abidevi yapılardı. Etraflarını, yaklaşık 500 m yarıçapındaki bir koruma kalkanına dahil etmeleri; en önemlisi bu planı uygulamaları yönüyle bizden ayrılmaktadırlar.

Sonrasında kentsel korumayı hedefleyelim. Kent ölçeğindeki koruma anlayışının kâğıt üzerinde kalmaması; yeni, kararlı, dinamik bir örgütlenme ile her şeye sıfırdan başlanması; sağlıklı değerlendirmeler yaptıktan sonra uygulamaya geçilmesi için artık beklenmemesi gerekir. Suriçi’nin korunması, evrensel değerlerin gözetilerek, uluslararası normların özümsenmesi; kentsel kimliğin geleneksel ve yerel niteliklerle birlikte korunması; binaların soysuzlaşmış yerleşim düzenlerinin uzun vadeye yayılacak ve delinmeyecek planlama ilkelerine bağlı kalınarak kaldırılması, eski bir kentin geri kazanılması gerekmektedir. Hazır, bölgenin depremselliğine bağlı olarak yapılan ve yapılması planlanan kentsel dönüşüm çalışması gündemdeyken bunun bir fırsat olarak değerlendirilmesi büyük bir çıkış oluşturabilecektir.

Uluslararası örgütlenmelerin, kent ölçeğinde ve yapı bazındaki kimisi kapsamlı olan korumacılıkla ilgili bildirilerini (Atina Konferansı, 1931; Carta del Restauri, 1931; Venedik Tüzüğü, 1964 vb.) bir kenara koyacak olursak XXI. yüzyılda daha yüksek sesle dillendirilen ve uygulamaya geçilen, somut olmayan kültür varlıklarının korunması ilkelerinin de dahil edildiği bir “Suriçi ölçeğinde geleneksel kentsel koruma” ilkelerini tespit etmemiz gerekiyor. 2008 yılında Kanada-Québec’te kabul edilen, somut olmayan varlıklarla ilgili koruma kriterleri uzaktan izlenerek yetinilmemeli. İstanbul için, İstanbul’a dair olan tüm geleneksel ögeleri kentimize geri kazandırmamız gerekir. Fatih Belediyesi’nin moderatörlüğünde İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Valiliği, Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın paydaş olacağı; ranttan tamamen uzak, uzlaşmacı bir yaklaşımla Suriçi’nin canlandırılması için yoğun bir çalışma, bir çıkış oluşturabilir.

Ülkemizde yapı bazında zaten gerekli tedbirler alınmakta, dönemsel olarak basit ve kapsamlı onarımlar yapılmaktadır. Korumanın detaylarına baktığımızda ise çevre şartlarının iyileştirilmesi, eski eser yapının mümkün olduğunca çevreden algılanmasının sağlanabilmesi, yol ve güzergâhların, yapıya ulaşılabilirliği kolaylaştırması da diğer konulardır. Ayrıca, Cumhuriyet döneminin başlarında önemle üzerinde durulan fakat uzun zaman ilgilenilmeyen ve yeniden başlanan açık alanlar, meydanlar, parklar ve yeşil alan tasarımlarına daha çok fırsat tanıyalım. Örneğin günümüz Vatan Caddesi’ni tâkip ederek Aksaray’da denize dökülen Lykos Deresi’nin anısını canlandırmak üzere bölünmüş yolun ortasındaki güzergâha temsili bir dere yatağı çizgisi verelim.
Yeterli mi? Elbette bütün bunlar çok önemli fakat yetersizdir. Koruma perspektifinde değerlendirilen yapıların tanınabilirliğinin artırılması korumacılığın başka bir yönüdür. Tanınırlığı artan yapıya doğacak ilgi, bütünsel korumacılığın eğitimle desteklenen yanını oluşturmaktadır. Yapının hikâyesi, sosyal veya siyasal önemi gibi maddi olmayan değerleri, tanınırlık ve koruma özelliklerine sağlanan katkılardan biridir.
Var olan geleneksel kent estetiğinin korunması; zamanla bu estetikten uzaklaşmış semt yerleşim düzenlerinin özellikle kentsel arkeolojiye daha çok değer vermesi gerekir.
Yıllanmış cumbalı evleriyle; binek taşları, taş döşemeli hanlarıyla; başka bir dünyaya açılan medreseleriyle; bu kent bize çok şey anlatıyor. Bir şeyler bekliyor hepimizden. Çünkü Suriçi,
‘İstanbul’dur.”İstanbul”dur.

Start typing and press Enter to search