KÜTÜPHANELERİN SEMTİ: FATİH

Osmanlı Arşivlerinde Fatih

KÜTÜPHANELERİN SEMTİ: FATİH

Kütüphaneler Semti Fatih’te 1877 Yılında Halka ve Öğrencilere Açık Bir Kütüphanenin Hizmet Hikâyesi

İbrahim ÖZTÜRKÇÜ

İnsanın kitapla dostluğu ilk devirlere kadar uzanır. Kâğıttan önce taş ve duvarlara yazılar ve resimler çizen insanoğlu, papirüs ve parşömenlere düşünce ve duygularını dökene kadar aradan asırlar geçmişti. Peygamberlere indirilen kutsal kitapların, suhufların varlığı ve Kur’an’da hokka ve kalem ile birlikte yazmakta oldukları şeylere dair edilen yemin (Kalem Suresi), yüce yaratıcının katında da kalem ve kâğıt ile birlikte yazının da mübarekiyetine bir delil teşkil etmektedir. 

Kitap dolu kütüphanelerin ilk örneklerine kadim Yunan’da, Atina’da rastlanmaktadır. Atina ile birlikte Bergama ve İskenderiye kütüphaneleri parşömen üzerine yazılmış ansiklopedik, yani felsefî, ilmî ve edebî eserlerle doluydu. Hatta bu kütüphanede İskenderiyeli astronom, matematikçi, coğrafyacı ve müzik bilgini Batlamyus’un Falerli Demetrios ile beraber iki yüz bin cilt biriktirdiği ve Fladelf adlı hükümdar zamanında meşhur filozof Aristo kütüphanesinin nakledildiği rivayettendir. Burası sadece kütüphane değildi, hem müze hem de akademi idi. O zaman müzeler, kitapları, mütalaa salonlarını, âlet ve edevat koleksiyonlarını, bitkiler ve nadir hayvanat bahçelerini, zamanın bilginlerinin ikametgâhlarını kapsamaktaydı. Eski Yunan’da da İskenderiye Kütüphanesi gibi yerler tesis edilmiş idiyse de bu kadar zengin, bu derece geniş değildi.

  1. yüzyılın başında Chicago Umumi Kütüphanesi’ni ziyaret eden bir seyyah, kar gibi bembeyaz mermerden yapılmış, en zengin mozaiklerle süslenmiş bu kütüphanede 225 okuma salonu, salname (yıllık), sözlük, atlas gibi sık sık müracaat edilen eserlerden ibaret 2000 cilt kitap, 450 sandalyeli büyük bir salon, dünyanın her yerinden getirilmiş gündelik gazete ve mecmualardan müteşekkil 1200 tanesini, toplamda 300 binden oluşan kitap koleksiyonunu görmüştü. Ayrıca burada bir başka salon da körler için ayrılmıştı; âmâlara mahsus yazı ile yazılmış ve basılmış 1000 nüsha kitaba şahit olmuştu. Amerika’da bazı oteller, müşterilerinin boş vakitlerinde bilgilerini artırmak, mütalaa ve hoşça vakit geçirmeleri için kitap koleksiyonları oluşturmuşlardı. Boston’daki bir otelin okuma salonunda zevkle döşenmiş ve özenle seçilmiş, gayet güzel meşin ciltli dört bin kitaplı bir kütüphane vardı…

Kitap ve kütüphane medeniyeti olan Osmanlı’da, kütüphanelerde adeta bilgisayar vazifesi gören ve neredeyse tüm kitapların içeriğine satır satır vâkıf olan “Hafız-ı Kütüb”ler, ecdadımızın iki kapak arasında bilgileri saklayan materyallere ne derece hürmetkâr olduğunu ve önem verdiğini gösterir. Bir vakıf medeniyeti olan ve ilhamını İslam’ın ilk örneklerinden alan Osmanlı’da cami, medrese, şifahane, imaret, kervansaray, tekke, türbe, hamam yanında bir de kütüphane inşa etmek en büyük hayır yollarından biri idi. Bu çeşit hayır müesseseleri, bizzat padişah ve ailesinin öncü olduğu vakıf kültürü sayesinde Osmanlı coğrafyasının her tarafına yayılmıştı. Özellikle külliye teşkil eden Sultanahmet ve Süleymaniye gibi selatîn camilerinin yanı başında medresede eğitim gören talebelerin hizmetine ve halka açık kütüphaneler sosyal hayatı canlı kılan ilim yurduydu. Buralar, aynı zamanda halkın maarif ve eğitim ocaklarıydı. XV. yüzyıldan itibaren birçok medrese, tekke ve cami dâhilinde küçük veya büyük kütüphaneler kurulmuştu. Bunlar arasında Balkan coğrafyasında Filibe’de II. Murad ve Şehabeddin Paşa kütüphaneleri, Plevne’de Gazi Mihaloğlu Ali Bey, Şumnu’da Halil Şerif Paşa, Eski Zağra’da Hamza Bey, Sofya’da Seyfullah Efendi, Tırnova’da Hacı Ali Ağa, Vidin’de Vali İdris Paşa kütüphaneleri yanında Rusçuk’ta, Varna’da, Niğbolu’da da kütüphaneler mevcuttu. Vakıf medeniyetinin bir meyvesi olarak adeta kitap ve kütüphane medeniyeti inşa edilmişti. Bunlara ek olarak devrin ricâli ve âlimleri de özel kütüphaneler teşkil etmişlerdi. Bu bağlamda içlerinden pek çoğu tek nüsha yazma olduğu için büyük bir servet teşkil eden 14000 ciltten fazla kitabını Fatih Millet Kütüphanesi adıyla milletine armağan eden Ali Emirî Efendi’nin (1857-1924) hikâyesi, fedakârlığı başka söze ihtiyaç bırakmayacak kadar yeterli bir örnektir. Kitap merakı bir ihtiras hâlini alan bu Şark âlimi, Yanya’da bulduğu bir Arapça kitabın ikinci cildinin San’a’da bir adamın elinde olduğunu öğrenince kitabı istinsah için Yemen’e tayin istemişti. Emirî Efendi’de kitap merakı o kadar ileriye varmıştı ki parasıyla elde edemediği kitapları bin bir rica ve niyaz mukabilinde ödünç alır, çok kısa bir müddet içerisinde istinsah ettirir veya bizzat çoğaltırdı. Millet Kütüphanesi’nde böyle çoğaltılmış 721 kitabın varlığı Hazret’in bu ihtirasını ortaya koyan dikkate değer bir numunedir… 

Cumhuriyet döneminde Osmanlı’ndan intikal eden kitaplar bir komisyon marifetiyle Darülfünun kütüphanesine aktarılmıştı. Yağmaya rağmen Yıldız Sarayı’nın 30 bin ciltlik zengin ve kıymettar kütüphanesinden getirilen İkinci Abdülhamid devrinin bütün matbuat eserleri, hattatlık ve süsleme sanatları bakımından fevkalade kıymetli nefis eserler, Osmanlı tarihine ait yüzlerce tomar evrak ve vesikalar Darülfünun’a devredilmişti. Bu kitaplar arasında çeşitli devlet hükümdarları tarafından saraya hediye edilen değerli kitaplar, fotoğraflar da mevcuttu. 1925 yılında dönemin Maarif Vekâleti kararıyla Beyazıt gibi umumi ve vakıf kütüphanelerinden birçok kitap ile birlikte İsviçre ve Mısır’da oturan bazı Türk zenginlerinin hediye ettikleri kitaplar da üniversite kütüphanesine konulmuştu. Böylece iki yüz bin cilde yakın kitabın bulunduğu İstanbul’un miktar ve değer bakımından en büyük kütüphanesi ortaya çıkmıştı. Kitapların tasnif ve taksimi konusunda ihtisas kazanmak ve artık ayrı bir birim olarak kabul edilen kütüphanecilik ilmini tahsil etmek üzere Fehmi Bey, 1924 yılında Fransa’ya gönderilmişti. Paris’te bir milyon cilt kitap bulunan Sorbonne Kütüphanesi’nde ve diğer bütün kütüphanelerde bir sene müddetle tetkiklerde bulunduktan ve Kütüphanecilik bölümünde tahsilini bitirdikten sonra İstanbul’a dönen Fehmi Bey, Darülfünun kütüphanesinin ilmî ve asrî bir surette tasnifi için faaliyete başlamıştı… 

Kitapların ve kütüphanelerin tarih boyunca gördüğü hürmetin yanında yaşadığı talihsizlikler de var. Uzağa gitmeye gerek yok sanırım. 2003 yılının Nisan ayında Amerikan ve İngiliz kuvvetlerinin Irak’ı işgali, sadece binlerce sivil ve askerî hayata mal olmakla kalmamış, aynı zamanda ülkenin maddi mirasının büyük bir bölümünü talan etmişti. Çünkü tam 48 saat içinde Irak’taki Ulusal Kütüphane ile Dinî Bağışlar Başkanlığı’ndaki kütüphane enkaz hâline gelmişti ve yağmacılar Ulusal Müze’de bulunan 170.000’den fazla eseri çalıp kaçırmıştı. Musul’daki Üniversite Kütüphanesi ise tamamen yıkılmıştı. 14 Nisan 2003’te Irak’ın eski kraliyet arşivi de dâhil olmak üzere Osmanlı tarihî dokümanlarından paha biçilmez eserler 3000 derece sıcaklıkta küle dönmüştü. Böyle bir faciayı insanlık 13. yüzyılda bir kez görmüştü, o da Cengiz Han’ın torunu 40 gün boyunca şehri yakmış ve günlerce Dicle nehrinden kitapların mürekkebi akıp gitmişti. Merak edenler, bu trajedinin acı boyutlarını Tahirü’l-Mevlevî’nin Cengiz ve Hülâgû Mezâlimi kitabında ağızları açık kalarak ve gözleri yaşararak okuyabilirler… 

Bugün artık tarihin bu acı sayfalarını geride bırakacak kadar güzel gelişmeler var. Semtleri ve mahalleleri adeta istila eden ve öğrencilerin girmek için kuyrukta beklediği kütüphaneleri görmek mümkün. 24 saat hizmete açık bu kitap deryasında öğrenciler evlerinin sıcaklığını buluyor olmalı ki evden çok burada vakit geçiriyorlar. Modern ekipmanlara sahip, dijital imkânların seferber edildiği postmodern zaman kütüphaneleri, artık izbe mahalle aralarında bile davetkâr tebessümüyle görenleri cezbediyor. Teknolojinin hızı karşısında kâğıttan mamul, insanın eski dostu kitaplar, devasa katlı raflarda derslerine çalışan genç nesillerin ufkunu açıyor, iştahını kabartıyor. Yolunuz Fatih semtine veya Zeytinburnu’na düşerse bir “tatlı huzur almak için” bir kütüphanenin kapısından içeri girmelisiniz. Yer bulmanız imkânsız ama “sadece bir bakıp çıkacaktım!” derseniz görevliler size tatlı bir tebessümle mukabele edecek, sonra da size kütüphanede bir tur attırmak için refakat edeceklerdir. İçeride fazla kalamazsınız, zira dışarıdaki ayaza ve zifiri karanlığa rağmen saatlerce kuyrukta sırasını bekleyen gençleri görünce vicdanınız elvermeyecek, onlara kıyamayarak fazla meşgul etmek istemeyeceksiniz muhtemelen. Kesintisiz hizmetin sefasını süren bu gençlere katılmak için de erken kalkıp erken yol almaya mecburen alışacaksınız. Fatih semtini istila eden bu kütüphaneleri görünce Osmanlı Arşivi’nde bu konuyla ilgili, yani talebelere özel saatler tahsis eden kütüphanelerle ilgili bir milat var mı diye bakmak istedim. Karşıma çıkan sürpriz, Fatih’teki bu samimi kütüphanecilik hizmetini 1877 yılında alkışlayan bir belge idi. Bu durumda gönül rahatlığıyla ilk halka açık kütüphane hizmetlerinden birinin temine yönelik müracaatın Fatih semtinden yapıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir başka belge gün yüzüne çıkıncaya kadar bu şerefi Fatih semtine vermek yerinde olacaktır sanırım. Belgede Fatih’teki Veliyüddin Cârullah Medreresi kütüphanesinin kapalı olmasından dolayı yaz ve kış talebelerin zahmet çektiği ve bu yüzden uzak yerlere gitmek zorunda kaldıkları ifade ediliyor. Diğer yerlere giderek vakit kaybı yaşayan öğrencilerin bu ihtiyacına acilen cevap verilmesi, emrin kütüphane görevlisine acilen bildirilmesi tembih ediliyor. Bugün Fatih’te her mahallede karşımıza çıkan modern kütüphaneler, ecdadımızın söz konusu kitap olduğunda gösterdiği hassasiyetin günümüze yansıyan bir tezahürüdür. Tarihe ışık tutan o belgeyi birlikte okuyalım:

“Evkâf-ı Hümâyûn Nezâret-i Celîlesine,

Fatih civârında Veliyüddin Cârullah Medresesi derûnundaki [içindeki] kütübhânenin hiçbir vakitte açık bulundurulmaması, gerek derûn-ı medrese [medresenin kendi talebeleri] ve gerek civar medrese talebesi bizzarûre mahall-i ba’îdde [uzak yerlerde] bulunan kütüphanelere gitmeye mecbur edip ifâta-i evkâta [vakit geçirmeye] ve eyyâm-ı sayf ve şitâda [yaz ve kış günlerinde] ta’ab ve meşakkete [yorgunluk ve zahmete] dûçâr olmalarına sebebiyet verdiğinden bahisle icabının icrâsı bâ-mahzar istid’â olunmuş [dilekçe ile bildirilmiş] ve lede’l-havâle [gönderildiğinde] bunun böyle mesdûd [kapalı] bırakılması şart-ı vâkıfa muhalif olacağı gibi tahsilde bulunan tullâbın [öğrencilerin] dahi fi’l-vâki’ diğer kütüphanelere müracaatla vakit gâib etmelerine bâis [sebep] olduğundan mezkûr kütübhânenin eyyâm-ı muayyenesinde [belirli günlerde] küşâd edilmesi [açılması] hususunun ekîden [açıkça] hâfız-ı kütübe emir ve tembih buyurulmasının savb-ı sâmî-i nezâret-penâhîlerine [efendimizin yüce katına] iş’ârı [bildirilmesi] Meclis-i Maârif’den ifade olunmuş ve ifâ-yı muktezâsı [gereğinin yapılması] müsâade-i aliyye-i dâverîlerine menût bulunmuş olmağın ol bâbda…

Fî 17 Rebîülevvel 1294 ve fî 21 Mart 1293 [2 Nisan 1877]

Meraklıları İçin Okuma Kılavuzu:

Dr. Engin Cihad Tekin, Osmanlı’da Kitap Kültürü ve Batı Dünyası (1453-1699), İstanbul: Hiperyayın, 2018, 293 s.

İsmail E. Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi: Kuruluştan Tanzimat’a Kadar Osmanlı Vakıf Kütüphaneleri II, Ankara: AKM Yayınları, 1988, 550 s.

İsmail E. Erünsal, Orta Çağ İslam Dünyasında Kitap ve Kütüphane, İstanbul: Timaş Yayınları, 2019, 664 s.

Kayıp Kütüphaneler (Antikiteden Günümüze Yok Olan Koleksiyonlar), Derleyen James Raven, Ankara: Bileşim Yayınevi, 2006, 335 s.

Tahirü’l-Mevlevî, Cengiz ve Hülâgû Mezâlimi, İstanbul: Kardelen Yayınları, 2011, 124 s.

Start typing and press Enter to search