DİREKLERARASI’NIN KÜLTÜR EMANETİ

DİREKLERARASI’NIN KÜLTÜR EMANETİ

Erdem Beliğ Zaman

Yok olan bir yerin isminin asırlar sonra dahi hatırlanmasının sebebi nedir? Gezegende bunun örneğini “Dünyanın Yedi Harikası” adıyla bilinen listelerin ilkinde görürüz. Bu listedeki yapılardan Gize Piramitleri hariç hiçbiri, günümüze intikal edememiştir lâkin hâlâ zikrediliyor ve anılıyordur. Nitekim sonra muteber bir kurul vaziyete el atmış ve ayakta kalan eserlerden mürekkep yeni bir “Dünyanın Yedi Harikası” listesi hazırlamıştır. Tıpkı buna benzer olarak, Direklerarası’nın henüz 20. asrın başında yıkılmasına rağmen hâlen bilinmesini bıraktığı emanetin “harika”lığına bağlanabilir. Zira eğlence hayatımızın başladığı yer Beyoğlu olmasına karşın, Direklerarası markası, öyle derin bir kökle sanat ve kültür hayatına nüfuz etmiştir ki tesirleri bugün bile hissedilmiştir.

Direklerarası’nın kültür tarihindeki yeri tespit edilecekse, İstanbul hayatında yerleşikliğin ve şehirleşmenin sosyolojisinin de tetkiki lüzumludur. Vaktiyle şehzadelerin sünnet düğünlerinde yahut diğer saray merasimlerinde açık alanlarda, meydanlarda bir karnaval havasında vuku bulan eğlenceler; şehirleşmenin ve binalaşmanın ilerlemesiyle şekil değiştirmiş, kapalı alanlara taşınmıştır. Orta oyununun, tulûat tiyatrosuna evrimi; Karagöz’ün müstakil bir eğlence biçimi şekliyle kahvehânelere transferi de o değişim günlerine rastlar. Bu bakımdan Direklerarası’na, Türk şehir eğlenceliğinin başlangıç merkezi gözüyle bakılmasında fayda vardır.

Direklerarası’nın Fizikî ve Manevî Konumu

Kanunî Sultan Süleyman’ın, genç yaşta ölen oğlu Şehzade Mehmet’in hatırası için Mimar Sinan’a yaptırttığı Şehzade Camii’nin, Şehzadebaşı Caddesi ile Dede Efendi Caddesi’nin birleştiği köşesinde yeşil mermerden bir taş, taşın hemen yanında da bir tabela bulunur. Bu tabelada şu yazı okunur: “İstanbul’un Orta Noktası”. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sindeki bir derkenara göre Mimar Sinan, eserini İstanbul’un tam orta noktasında inşa ettirmek ister. Bunun için ölçüm yaptırır ve mevzubahis noktayı İstanbul’un tam orta noktası olarak belirler. Demek oluyor ki Suriçi İstanbul’unun göbeği Şehzadebaşı’dır ve bu baş Direklerarası’nın da başladığı noktadır.

Salâh Birsel, Kahveler Kitabı’nda Direklerarası’nın sınırlarını şöyle çizer, “Direklerarası, Kalenderhane Camii önünde başlar. Şehzadebaşı Caddesi’nin Onaltımartşehitleri Caddesi’yle Dedeefendi Caddesi’nin kavşak noktaları arasında kalan parçadır burası.” Sermet Muhtar Alus ise semtin hududunu şu cümlelerle tayin eder: “Direklerarası İstanbul’un bazı semtlerine verilen gelişigüzel isimlerden değildir. Zeynep Hanım Konağı’nın köşesinden başlayan Vezneciler Caddesi Letafet Apartmanı’nın önünden itibaren sebilin bulunduğu yere kadar Direklerarası ismini almıştı. Bunun da sebebi vardı. Boylu boyunca, her iki sıradaki dükkânların önleri direkli sütunlu olması.”

Gene aynı kitabında Salâh Birsel, Şehzadebaşı eğlence piyasasının uzandığı hudutları da şu cümlesiyle çizmiştir, “Gelen ve giden arabaların oluşturduğu “çift kımıltılı zincir”in ucu şimdilerdeki Belediye Sarayı’nın berisindeki Şehzadebaşı Karakolu’nda ise, öteki ucu Beyazıt Meydanı’nda.”

Bu alıntılardan şunu anlıyoruz ki Direklerarası muhitinin şimdi var olan binalar ve yollar üzerinden tarifi şu şekildedir: “İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi binasıyla Su Bilimleri Fakültesi binasından başlayıp, Şehzade Camii’ne ve Fevziye Caddesi’ne kadar uzanan Şehzadebaşı Caddesi’nin her iki tarafı.”. 

Bugünkü Şehzadebaşı Caddesi’nin eski Direklerarası Caddesi’nden farkı İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi binasından Fevziye Caddesine uzanan Marmara Denizi’ne doğru sıralanan cephesinin 1958 yazında yol genişletme çalışması sebebiyle yıkılmasıdır. 

1870’li yıllardan itibaren civcivli bir eğlence muhiti hüviyetine bürünmeye başlayan Direklerarası, Müslüman Türklerin yaşadığı mahallelere yakınlığından ötürü Türk ailelerinin eğlenmek için tercih ettikleri başlıca yer olmuş ve bu hususiyetinin parıltısını yarım asır kadar muhafaza etmiştir. Direklerarası ışıltılı günlerinde, İsmail Dümbüllü’nün ifadesiyle, “ayak takımının pek gelmediği nezih bir tiyatro” çevresi çehresini daima korumuştur.

Direklerarası’nda Ne Vardı? Tiyatro Buraya Nasıl Geldi?

Doğma büyüme Direkleraralı olan “Paşa” lakaplı Nazım Güneş, Sadi Yaver Ataman’a eski Direklerarası’nı şöyle anlatır: “Eskiden burada iki taraflı direkler vardı. Şehremini Cemil Paşa tarafından kaldırıldı. O zamanlar sinema diye bir şey yoktu. İki taraflı kıraathaneler, kitapçı dükkânları, ayakkabıcı, tuhafiye, züccaciye mağazaları vardı. Bizim de büyük bir züccaciye dükkânımız vardı.”

Bu anlatılanların doğruluğunu Burhan Arpat, ilk operet yıldızımız Cemal Sahir’in hayatını anlattığı yazısında doğrulamaktadır. O yazıda Cemal Sahir, 1915’te Direklerarası’ndaki bir lostra salonunda ayakkabılarını boyatırken gazetede Macaristan’daki ziraat mektebine öğrenci gönderileceği haberini okuduğunu nakleder.

Direklerarası, mahalleleşen ve şehrin merkezi sayılan Bâbıâli etrafında halkalanan İstanbulluların medenîleşme yolunda tabii bir şekilde meydana getirdikleri bir eğlence yeridir. Beyoğlu’nda 19. asrın hemen başında başlamış olan tiyatro ve seyirlik eğlenceler, zamanla yabancı nüfusun çokça yaşadığı Galata’ya ve dışarıdan gelen denizcilerin uğradığı liman semti Karaköy’e yayılmış; padişahların alaka ve teşvikleriyle Dolmabahçe Sarayı’na dahi girmiştir.

Yurtdışından gelen kumpanyaların, sirklerin ve cambazhanelerin akisleri ilk defa Ermeni vatandaşlarımıza yansımış, onlar yaşadıkları semtleri: Beyoğlu’nu, Ortaköy’ü, Haliç’i, Bağlarbaşı’nı Batılı manadaki tiyatroyla tanıştırmışlardır.

Elbette o devirde alaturka eğlencelerimiz de bir yandan sürmektedir. Kuşdili, Çırpıcı gibi çayırlarda, boş arsalarda hâlâ orta oyunu toplulukları oynamakta; Karagözcüler, hokkabazlar davet edildikleri konaklarda yahut müsait buldukları kahvehanelerde hünerlerini sergilemektedirler. Yalnız asırlardır ahaliyi eğlendirmiş olan bu kadim eğlenceler eskimiş ve çokça görülmüştür; yeni ve hiç görülmemişi keşfetme isteği karşısında durmak imkânsızlaşmıştır. İtalyan sahnelerin Batılı manadaki tiyatrosunun memlekette bu denli büyük bir ilgiyle karşılanmasının esas nedeni de yeniye karşı merak ve eğlence seçeneklerini arttırma arzusudur.

Mardiros Mınakyan, Tomas Fasulyecıyan, Agop Vartovyan gibi birçok büyük tiyatro insanı yetiştiren Ermeniler, Osmanlı Sarayı tarafından beğenilip tutulunca Güllü Agop ismiyle şöhret kazanan Agop Vartovyan’a Gedikpaşa’daki Souillier Sirki’nin arazisi tahsis edilmiş ve oraya bir tiyatro binası inşa edilmiştir. Bu sayede ülkede ilk defa Beyoğlu’nda görülen Batılı manadaki tiyatro şehrin kalbine, Suriçi bölgesine yerleşmiştir. Bununla da yetinilmemiş, Ali Paşa, sadece Güllü Agop’a Türkçe metne sahip piyesleri oynama imtiyazını tanımıştır. 

Bu imtiyazın tanınması, henüz meydanlardan İtalyan sahnelere transfer olan alaturka oyuncuların “tulûat tiyatrosu”nu keşfetmesine sebebiyet vermiştir. Bu yeni tiyatro türünün meydana gelişi seyirci karşısına çıkacak yeni mekânlar ve muhitler bulmasını kaçınılmaz kılmıştır.

Sermet Muhtar Alus, işte bu alternatif tiyatro türünün ilk sahne aldığı yerlerin Divanyolu-Aksaray istikameti olduğunu belirtir. O zamanlar Koska’nın, Yeşiltulumba’nın fıkır fıkır insanla kaynadığını ilave eder. Pişekâr Küçük İsmail Efendi de kendi buluşu olduğunu iddia ettiği tulûat tiyatrosunu ilk defa Aksaray’da Şekerci Sokağı’ndaki bir tiyatroda, 1877’de icra ettiklerini söyler.

Direklerarası’nda tiyatro hayatının başlangıcı hususunda M. Nihat Özön ve Baha Dürder şu malumatı kaydederler: “İlk tiyatro hayatı, İstanbul tarafında, Gedikpaşa semtinde başladı. Çayhaneleri ünlü olan Şehzadebaşı’ndaki Direklerarası semti o sıralarda yavaş yavaş açılmaya başlayan gazinolar (o zamanın deyişine göre kıraathaneler) ile şenlenmeye başlamıştı. Pehlivan ve Karagöz ile Meddahlar da Ramazan ile kış aylarında buradaki kahvelerde oynatılıyor, kıraathanelerde ünlü saz takımları incesaz çalıyorlardı. Sazlar ile orta oyunları ilkin büyük hanlarda başlamıştır. Gitgide, Beyazıt’tan Şehzadebaşı’na doğru kıraathaneler açılınca artık buralarda da saz takımları görülmeye başlar. Tiyatro ise bu tarihlerden (1866’dan) çok daha sonra görülür. Direklerarası’nda 1880 yılından sonra tiyatro binası yapılmaya başlanmıştır.”

Yukarıdaki paragraftan anlaşılacağı üzere Direklerarası’nın ilk misafirleri kıraathaneler ve bahçeli gazinolardır. Aralarında en meşhuru Direklerarası’nın Saraçhanebaşı’na doğru uzayan istikametinde bulunan Fevziye Kıraathanesi’dir. Burayı bilhassa Ramazan aylarında Karagözcüler, Meddahlar ve Kuklacılar mesken tutar oyunlar oynarlardı. Halit Fahri Ozansoy, çocukluğunda burada ve tam çapraz ucundaki Letafet Apartmanı’nın alt katında sonrada Hamdi Bey’in eczanesi olan kıraathanede Hayalî Kâtip Salih’i seyrettiğini anılarında yazar.

Zamanla ve özellikle Gedikpaşa Tiyatrosu’nun 1884’te tamamen kapatılmasından sonra tiyatro merkezi olarak ehemmiyet kazanan Direklerası vaktiyle bir kahvehaneler yeridir ve bu kahvehaneler 1880’den sonra kademeli bir şekilde tiyatro salonlarına dönüştürülmüştür. Buna rağmen ara ara kalan kahvelerde Karagözcüler, kuklacılar ve meddahlar da gösteriler yapmaktadırlar. 20. asrın başındaysa Direklerarası artık şehrin en bilinen tiyatro merkezidir.

Direklerarası’nın Direkleri

1880’den itibaren temaşaî bir hüviyet kazanan Direklerarası’nda ilk temsiller gayet iptidai ve tiyatroya hiç de münasip olmayan mekânlarda verilmiştir. Bunlar, ekseriya kâgir-ahşap binalar, kıraathanelerden bozma gazinolar ve üstü örtülerek bahçelikten çıkarıldığı zannedilen çadırlardır.

Bu salaş yapılar, halkın gösterilere teveccühü arttıkça ve sanatkârlar para kazanmaya başladıkça şekil değiştirmişlerdir. Aklı başında idarecilerin de ortaya çıkmasıyla tiyatroya elverişli salonlar inşa edilmiştir. Yüzünüzü Saraçhane tarafına verdiğinizde sağda iki, solda ise üç tiyatro yükselmiştir. İsmi geçen başlıca tiyatrolar şunlardır: Abdürrezzak Abdi Efendi’nin Handehane-i Osmani kumpanyasının ve Mınakyan’ın Osmanlı Dram Kumpanyası’nın sahne aldıkları içlerinde en lüksü de olan Ferah Tiyatrosu, onun birkaç bina ilerisinde Komik-i Şehir Nâşit Bey ile özdeşleşecek Millet Tiyatrosu (sonraları Rasim Day tarafından satın alınıp ismi Turan Sineması’na dönüştürülmüştür. Turan, Rasim Bey’in oğlunun ismidir), karşı taraflarında sonradan Millî Sinema’ya dönüşecek Kel Hasan’ın Meserrethane-i Osmanî trupunun oynadığı tiyatro, Komik Şevki Efendi’nin Eğlencehane-i Osmani Kumpanyası’nın çıktığı Ömer Ağa’nın ahşap tiyatrosu ve sonradan Emperyal Sineması’na çevrilecek Heveskâran Heyeti’nin piyesler sahneye koydukları Fevziye Kıraathanesi…

Liste incelendiğinde Direklerarası’nın tiyatrolarında sadece tulûatçıların değil, Mınakyan, Nurettin Şefkâtî, Ahmet Fehim Efendi gibi Batılı mânâda ciddî tiyatro yapan sanatkârların da konuşlandıkları dikkati çeker. Bu da Direklerarası’nın kaliteli ve seviyeli bir tiyatro membaı olduğunun delilidir.

Direklerarası’na gelenler hakkında Salâh Birsel şunları yazmıştır:  “Doğrusu, Direklerarası’nda bir aşağı, bir yukarı gidip gelenler arasında kimi sıska, kimi sırık gibi medrese çömezleri, koltuklarına kitaplarını sıkıştırmış öğrenciler, ketebeden diye anılan iki yüz kuruş aylıklı kalem efendileri ve vişne çürüğü fesli Abdülhamit hafiyeleri de vardır. Kalabalığın arasında zaman zaman beyaz sarıklı hoca efendilerle, göbekli imamlar da dikkati çeker.” Ayrıca her meslekten insanın eğlenmek için Direklerarası’na geldiğini de ekler.

Direklerarası’ndan sadece tiyatrocular değil, Peruz, Şamran, Mari Ferha, Niko gibi kantocular da çıkmıştır. Zira kanto ile tulûat tiyatrosu birbirlerinden ayrılmaz iki türdür. Hepsi de Komik-i Şehir Abdi, Kel Hasan ve Nâşit Efendiler, hatta son alaturka komiğimiz Dümbüllü İsmail Efendi de Direklerarası mahsulü komiktirler. 

Akşama tiyatro olacağını haber vermek için tıpkı Gedikpaşa Tiyatrosu’nda uygulandığı gibi tiyatronun kapısına bir müzisyen çıkarılır; müzisyen çaldığı bilindik melodilerle gelen geçeni akşamki temsile davet ederdi. Lâkin Gedikpaşa Tiyatrosu’nunkinden ayrı olarak bu müzisyen, çoğunlukla akortsuz bir mızıka yahut da bir keman ile Batı ezgileri değil Cezayir Marşı, Ey Gaziler gibi halkın kulağına aşina gelen parçaları çalardı.

Tiyatro adabına Muhsin Ertuğrul henüz el atmadığından oyun esnasında yemek yenilir, kestaneci, fıstıkçı ve gazozcu dolaşır hatta zaman zaman seyirciler sahnedeki sanatkârlara laf atmak suretiyle müdahale ederlerdi. Nâşit Efendi’nin temsili sırasında seyirciler arasından bir çift kavgaya tutuşmuş, salondakiler Nâşit Bey’i dinlemektense çifti dinlemeye başlayınca Nâşit Efendi o çifte, “Seyirciyi siz güldürecekseniz buyurun. Ama yok ben güldüreceksem müsaade edin de oyuna devam edeyim!” diye çıkışmıştır.

Değerli kültür tarihçisi ağabeyim Taner Ay’ın naklettiğine göre Ramazan ayı geldiğinde toprak olan caddeye çakıl dökülür, sezon bittiğinde de kaldırılırmış. Bu çakıl çamurlanmayı önlermiş ama sanatkârların ayakkabılarının kolay eskimesine sebep olurmuş.

Cumhuriyet’le Beraber Direklerarası

Direklerarası, Cumhuriyet devrinin modern tiyatrosunun öncülü sayılan Darülbedayi’nin yani İstanbul Şehir Tiyatroları’nın kurulduğu yerdir. Darülbedayi 1914’te, Direklerarası’nın direklerini birkaç yıl evvel yıktıran şehremini Cemil Bey’in (Topuzlu) teşebbüsüyle Letafet Apartmanı’nda kurulmuştur. Sanki eski direkler yıkılmış, tiyatroya yeni bir gövde kazandırılmak istenmiştir. Hakikaten Şehir Tiyatroları Muhsin Ertuğrul’un önderliğinde tiyatro zevkimizi, tavrımızı ve tarzımızı tamamen değiştirmiş; Batı çeşnili tiyatromuzdaki Ermeni tahakkümünü idarî gücün de yardımıyla yıkmıştır.

Muammer Karaca, Zeki Alpan, Toto Karaca başta olmak üzere, Cumhuriyet Devri Türk Tiyatrosu’na ekolleriyle damgasını vuran bazı tiyatrocular da Direklerarası membaından yetişmişlerdir. Bu membadan gördüklerini ve tecrübelerini beraber çalıştıkları arkadaşlarına ve oyunculuklarını, tarzlarını örnek alan tiyatroculara aktarmışlardır.

Direklerarası, önce Darülbedayi’nin sonra da Nâşit Bey’in (1938’de) burada oynamayı bırakmasının ardından bir sinema salonu enflasyonuna uğramıştır ve tüm eski tiyatrolar hızla sinemaya dönüştürülmüştür. Bir zamanların en meşhur tiyatro muhiti o günlerde bir ânda en bilinen sinema mevkii hâlini almıştır. Cahide Sonku bile ilk filmini Direklerarası’nda seyretmiştir.

Yaklaşık çeyrek asır boyunca sinemaların sırtından geçinen Direklerarası’nda tiyatro artık maziye ait bir hatıra olarak kalmıştır. Tiyatronun tekrar atağa kalktığı 1960’ların ikinci yarısından itibaren bu kez sinema salonları tekrar tiyatroya çevrilmeye başlamıştır. Bu günlerde Şehzadebaşı Küçük Sahne’ye bulvar tiyatrosunun en sevilen komedyenleri Kenan Büke ve Aziz Basmacı yerleşmişler burada temsiller vermişlerdir. Hemen akabinde gene Şehzadebaşı’nda şimdi bir otelin bulunduğu pasaja Tevhid Bilge gelmiş, tulûat çeşnili komediler sahnelemiştir. Şehzadebaşı’nın son tiyatrocu misafirlerinden biri de Büyük Sahne’ye gelip burada oyunlar sahneye koyan ünlü sahne komiği Nejat Uygur olmuştur. Erden Ener’in kendi adını taşıyan trupunun da bir dönem perde açtığı Şehzadebaşı, 1970’lerin ikinci yarısından itibaren gene tiyatro maskını çıkarıp sinema maskını takmış; sinemaları erotik furyanın filmleriyle işgal edilmiştir.

1980’den, bilhassa Turgut Özallı yıllardan sonra bir ticaret ve turizm merkezine dönüşmüştür.

Direklerarası’nın Kültür Emaneti

Direklerarası’nın bitmesi yarım asırdan fazladır. Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, eski tiyatro günlerini yâd etmek adına Direklerarası’nda diye bir oyun yaptıklarında sene 1965’ti. O zamandan bu zamana nelerin değiştiğini tasavvur ediniz!

Şimdi size birisi, Yenikapı-Hacıosman metrosunun Vezneciler istasyonundan inip geldiğiniz bu semtin bir zamanlar İstanbul’un en şaşaalı eğlence ve tiyatro merkezi olduğunu söylese ona meczup gözüyle bakmaz mısınız? Öyle ya, böyle bir muhitte o günlerden hiç değilse bir iz kalmalı diye düşünülmez mi?

Direklerarası, Direklerarası diye çevrenize kültür emaneti arayan gözlerle baktığınızda bir kebapçı tabelası göreceksiniz. O kadar! Çünkü kültürün, türü gitmiş külü kalmıştır!

 

Start typing and press Enter to search