FATİH’TEKİ MUKADDES EMANETLER

FATİH’TEKİ MUKADDES EMANETLER

Leyla Zaman Alan

Emânât-ı mübâreke, “emânât-ı mukaddese” veya “kutsal emanetler” gibi çeşitli adlarla anılan Mukaddes Emanetler, Hz. Muhammed (sav) ile diğer bazı peygamberlere, ashab-ı kirâm ve Haremeyn’e ait eşyaları ihtiva etmektedir. 

Hz. Muhammed (sav) döneminde sahabeler peygamberin örnek şahsiyetini sadece dinî etkenlere göre değil, hatırasına duyulan derin saygı ve ona karşı beslenen vefa duygusu ile ilgili olduğunu düşünmüştür. Bu sebeple sahabeler ile ardından gelen nesiller, Peygambere ait olan ya da onun kullandığı eşyaları büyük bir titizlikle korumuştur. Söz konusu eşyaları ise Hz. Yakup’un ağlamaktan görmez hâle gelen gözlerinin Hz. Yusuf’un gömleğini sürmesiyle iyileşmesi örneğinden hareketle kimi zaman şifa ve bereket için kimi zamanda teberrük amacıyla kullanmışlardır. Tarihsel süreç içerisinde bu emanetler ise siyasi otoriteler için hâkimiyet sembolü haline gelmiştir. 

Öyle ki Emevîler Muaviye b. Ebu Süfyan’dan itibaren kılıç yoluyla ele geçirdikleri iktidarlarını güçlendirip meşrulaştırmak için Hz. Peygamber’in minberi, hırkası ve sancağı gibi bazı mukaddes eşyaları hilafet sembolü olarak kullanmışlardır. 1258 yılında Hülâgu’nun Bağdat’ı işgaline kadar Abbasî halifelerinin yanında kalan mukaddes emanetler daha sonra Memlüklere geçmiştir. 

1517 yılında ise Osmanlı İmparatorluğu’nun 9. padişahı Yavuz Sultan Selim Han, Mısır fethi sonrasında altın sim işlemeli bohçalara sarılı üzerlerinde “Hâzâ muhallefâtü Resûlillah” yazılı mukaddes emanetleri yüzüne gözüne sürüp “Şefaat ya Rasulallah.” diyerek bizzat mühürleyip Mekke’den gönderilen Haremeyn’e ait bazı eşyalarla birlikte deniz yoluyla İstanbul’a göndermiştir. Sultan bu emanetlerin başka eşyalarla karışmasını önlemek maksadıyla emanetler için Topkapı Sarayı’nda Fatih döneminde inşa edilen daireleri tahsis etmiştir. 

Ayrıca bu fetih sonrası halifeliği alan Yavuz Sultan Selim adına Kahire Melik el-Müeyyed Camii’nde bir hutbe okunmuştur. Hutbede halife için ‘Hakimü’l Haremeyni’i Şerifeyn’ sıfatı kullanılacakken Sultan hutbenin bu kısmına müdahale ederek ‘Hadimü’l Haremeyni’i Şerifeyn’ denmesini istemiştir. Yavuz Sultan Selim kendisini Haremeyn’in hâkimi değil hizmetçisi olarak addetmiştir. Bunun bir tezahürü ve Haremeyn’e duyulan saygının göstergesi olarak fethedilen yere konulan Osmanlı sancağı Mekke ve Medine kalelerine çekilmemiştir. Ancak Sultan Abdülaziz döneminde Mekke ve Medine’deki kalelere ve kışlalara bayrak çekilmesi kararlaştırılmış ve sadece Medine’de uygulanmıştır. Sultan II. Abdülhamid döneminde ise yabancı devletlere, Haremeyn halkına ve bölgedeki Arap kabilelerine Mekke’nin kesin olarak Osmanlı Devleti toprağı olduğunu kavratılması için resmi bir törenle Mekke’deki kale ve hükümet binalarına da Osmanlı sancağı çekilmeye başlanmıştır. 

Mukaddes Emanetlerin İstanbul’da Toplanması ve Korunması 

Yavuz Sultan Selim Han ile Mukaddes emanetlerin büyük bir kısmı İstanbul’a getirilmiştir. Bu emanetlere diğer padişahlarca üzerinde aslan tasviri ve kûfi hatla “nasrun minallah” yazısı olan kırmızı renkli Sancak-ı Şerif, Hz. Peygamber’e ve sahabeye izafe edilen bir kısım eşya, Kâbe anahtarları, Hacer-ül Esved mahfazası ve altınoluk gibi emanetler de eklenmiştir.

1916 yılında Mescid-i Nebevî’de bulunan otuz parçadan oluşan mukaddes emanet ise Osmanlı Hükümeti’nin Hicaz’ı kısmen boşaltma kararı alması üzerine Fahreddin Paşa tarafından herhangi bir yağmaya uğramaması ya da başka bir devletin eline geçmemesi için 2.000 askerin koruması altında demiryolu hattıyla İstanbul’a gönderilmiştir.

Böylelikle Mukaddes Emanetler İstanbul’da Topkapı Sarayı’nda toplanmıştır. Emanetler önceleri sarayın farklı hazine ve köşklerinde bilhassa Has oda olarak anılan dairede muhafaza edilmiştir. Sultan II. Mahmud, Fatih Sultan Mehmed’den beri padişah Has odası olarak kullanılan odayı tamamıyla Mukaddes emanetlerin muhafazasına ayırmış ve bu oda Hz. Muhammed’in Hırka-i Saadeti’nin içerisinde yer almasından dolayı Hırka-ı Saadet Dairesi veya Mukaddes Emanetler Dairesi olarak anılmaya başlanmıştır.

  1. Mehmed, 17 Kasım 1922’de İstanbul’dan ayrılırken Zeki Bey’in hilafete ait mukaddes emanetlerin birlikte götürülmesi teklifini bunların Türk milletine ecdadının armağanı olduğunu söyleyerek teklifini reddetmiştir. Lozan görüşmelerinde ise Fahreddin Paşa’nın getirttiği Mukaddes Emanetlerin iadesi önerisi Türk heyeti tarafından kabul edilmemiştir.

Başta Yavuz Sultan Selim olmak üzere ondan sonra gelen Osmanlı padişahları bu emanetlere asırlarca sevgi ve saygı ile hürmet edip, itina göstermiş ve muhafaza etmiştir. Mukaddes emanetler yalnız padişahların değil Osmanlı halkının da manevi bir bağ kurup derin bir sevgi ve saygı duyduğu emanetlerdir. Bu emanetlere karşı duyulan muhabbetin en güzel tezahürünü Yahya Kemal’in 1921 Şubat’ında yazdığı şu satırları “Bu devletin iki mânevî temeli vardır: Fâtih’in Ayasofya minaresinden okuttuğu ezan ki hâlâ okunuyor! Selim’in Hırka-i Saâdet önünde okuttuğu Kur’an ki hâlâ okunuyor! Eskişehir’in, Afyonkarahisar’ın, Kars’ın genç askerleri! Siz bu kadar güzel iki şey için döğüştünüz.” dile getirmektedir.

Mukaddes Emanetlerin Müzelerdeki Yeri

Mukaddes Emanetlere Osmanlı döneminde gösterilen hürmet ve itina Cumhuriyetimizin başlangıcından bugüne kadar aynı hassasiyetle devam ettirilmiştir.   Cumhuriyet’in akabinde 3 Nisan 1924 tarihinde müze olarak kullanılmaya başlanan Topkapı Sarayı’nda bu hassasiyete müzeciliğin belgeleme ve koruma anlayışı da eklenmiştir. 

Topkapı Sarayı’nın üçüncü avluyu oluşturan Enderun Meydanı’nın kuzeybatı köşesinde yer alan Mukaddes Emanetler Dairesi’nde emanetler muhafaza edilirken her biri tek tek açılarak envantere kaydedilmiş ve üzerindeki kayıtları okunmuştur. Bu kapsamda Hırka-i Saâdet, Dendân-ı Saâdet, Sakal-ı Şerif, Asâ-i Nebevî, Na‘leyn-i Saâdet, Kadem-i Saadet ve Kadeh-i Şerif gibi peygambere ait pek çok emanetle birlikte Sancak-ı Şerif, Kâbe Örtüleri, Nâme-i saâdetler (ilk vahiy kâtipleri tarafından yazıldığı düşünülen sure kâğıtları), Hz. Musa’nın asası, Hz. Fâtıma’nın hırkası ve gömleğini içinde barındıran yüzlerce eser envantere kaydedilmiştir. 

Uzun yıllar manevi hususiyetleri sebebiyle genel ziyaretçilere kapalı tutulan Mukaddes Emanetler 31 Ağustos 1962 tarihinde modern müzecilik anlayışıyla halkın ziyaretine açılmıştır. Mukaddes emanetler teşhiri her zaman büyük ilgi görmüş olup Osmanlı döneminde emanetlere ilişkin gerçekleştirilen gelenekler günümüzde de devam ettirilmektedir. 

Bu geleneklerden biri Hırka-i Saadet Dairesinde Kur’an-ı Kerim okunması hususudur. Osmanlı döneminde Hırka-i Saâdet Dairesi’nin padişahın kendisinin de içinde sayıldığı kırk kadar görevlisi bulunurmuş. Has Oda hademelerinden dört kişinin Hırka-i Saâdet Dairesi’nde kalarak nöbetle Kur’ân-ı Kerîm okurmuş. Bu gelenek zaman zaman sekteye uğramış olsa da günümüzde devam ettirilmektedir.

Bu dairede gerçekleştirilen önemli geleneklerden biri de Ramazan ziyaretidir. Ramazan ayının on ikinci günü Hırka-i Saâdet ve diğer emanetler Revan Köşkü’ne nakledilip daire süpürülür, çinili duvarları, nişler, kapılar gül suyuna batırılmış süngerlerle silinir, ardından öd ve amber yakılarak daire tütsülenirdi. Has Oda ağalarınca Hırka-i Saâdet tekrar getirilip yerine konulur, Ramazanın on beşinde merasimle ziyarete açılırdı. 

Sultan tarafından Hırka-i Saâdetin gümüş tahtı ve altın anahtarlı altın sandukası açılır, yedi ipek kadife bohça içindeki Hırka-i Saâdet çıkarılır, uçları su dolu bir kâseye hafifçe batırılarak ıslatılır ve bu su daha sonra içilmek üzere dağıtılırdı. Sultan I. Ahmed tarafından başlatılan bu âdet, sonraları Hırka-i Saâdete zarar verdiği gerekçesiyle sadece bohçanın bir kısmı ıslatılmak suretiyle devam ettirilmiştir. Ancak Sultan II. Mahmud tarafından bunun yerine özel olarak hazırlanmış, üzerine hırka hakkında bir şiir yazılmış destimal adı verilen tülbentlerin hırkaya sürülmesi ve bunların ziyaretçilere dağıtılması âdeti yerleştirilmiştir. 

Günümüz şartları ve malzemeleriyle Hırka-i Saadet ve Mukaddes Emanetler Dairesi rutin olarak temizlenmekte olup destimal geleneği de devam ettirilmektedir. 2023 yılında Hırka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes Emanetler Ramazan ayında teşhir ve tanzim düzenlemesiyle yeniden ziyarete açılmıştır. Bu teşhirde Hırka-i Saadet, Sakal-ı Şerif, Peygamberlere ve halifelere ait kılıçlar, Hz. Musa’nın Asası, Kâbe emanetleri ve Hacer-ül Esved muhafazası gibi önemli mukaddes emanetler ve daha önce teşhirde yer almayan Hz. Yusuf’un Sarığı gibi mukaddes emanetler ile 1916 yılında Fahreddin Paşa’nın getirttiği eserlere yer verilmiştir. 

Topkapı Sarayı salı günleri ziyarete kapalı olup diğer günler 09.00-17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilmektedir.

Önemli mukaddes emanetlerden olan Hırka-i Şerif, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) miraca yükselirken üzerinde bulunan ve akabinde vasiyeti gereği Hz. Ali tarafından Veysel Karani’ye verilen hırkasıdır. Veysel Karani bu mukaddes hediyeyi hayatı boyunca itina ile muhafaza etmiş, hiç evlenmediği için de vefatından sonra Hırka-i Şerif, kardeşi Şehabettin Sühreverdi El-Üveysi’ye intikal etmiştir. Üveysi Ailesi vasıtasıyla Hırka-i Şerif Sultan I. Ahmet’in fermanıyla, 1611 yılında İstanbul’a getirilmiştir. İlk olarak aile reisleri olan Şükrullah el-Üveysi Fatih’te yaşadıkları evde Hırka-i Şerif’i halkın ziyaretine açmıştır. Ziyaret için mekânın küçük gelmesi üzerine 1851 yılında Sultan Abdülmecid tarafından Fatih’te Hırka-i Şerif adına bir cami ve müştemilatı yaptırılmıştır. Burada sergilenip muhafaza edilen Hırka-i Şerif gelenek üzere her yıl Ramazan ayının on beşinci gününden arife gününe kadar halkın ziyaretine açılmıştır.

Hırka-i Şerif, devlet ricali ve ileri gelen ulema tarafından, aynı gün Topkapı Sarayı’ndaki Mukaddes Emanetler Dairesi’nde bulunan ve padişah-halife eliyle açılan Hırka-i Saadeti müteakip ziyaret edilmiştir. Bu ziyaret geleneği Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Yoğun ziyaretçi kitlesinden dolayı son yıllarda ziyaretler Ramazan’ın ilk haftasına alınmış ve Hırka-i Şerif Ramazan ayının ilk cuma günü ziyarete açılmaya başlanmıştır. Caminin üst katında Hırka-i Şerif, Sakal-ı Şerif, Veysel Karani’ye ait takke ve kemer sergilenmektedir.

Ayrıca caminin karşısında Eski Hırka-i Şerif Odası olarak anılan yapıda Kutsal Emanetler Koleksiyonu teşhir edilmektedir. Peygambere izafe edilen eşyalar ile Kâbe’ye ait örtülerden oluşan bu koleksiyon 10.00-18.00 saatleri arasında ziyaret edilebilmektedir. 

İstanbul Türbeler Müzesi Müdürlüğü, türbe-müze statüsünde olup çok bilinmemesine rağmen kısıtlı teşhir alanlarıyla önemli mukaddes emanetler seksiyonuna sahiptir. Müze envanterinde özellikle padişah, hanedana mensup kişiler ve paşalar tarafından vakfedilmiş birçok Sakal-ı Şerif, bohçaları ve çekmecelerinin yanı sıra Hz. Halid (Eyüp Sultan) Türbesi, Sultan I. Abdülhamid ve Sultan III. Mustafa Türbesi’nde Kadem-i Saadet bulunmaktadır. Bununla birlikte Hacer-i Natık, Kâbe Toprağı, Kâbe Örtüsü, Settare-i Şerif ve Ravza-i Mutahhara Kapı Örtüsü ile Mukaddes emanetlere sürülen destimaller mevcuttur.

Müze, Osmanlı döneminde bilinen ve bugün devam ettirilen bir gelenek olarak Ramazan ayının ilk günü itibariyle Sakal-ı Şerifleri Ramazan ayı ve bayram boyunca bazı türbelerde sergilenmektedir. Özel çekmecesinde kırk kat bohça içerisinde muhafaza edilen Sakal-ı Şeriflerin her bir bohçası salavatlarla açılmakta ve Sakal-ı Şerif birkaç bohçasıyla birlikte sergileneceği vitrine konulmaktadır.

Ramazan ayı ve bayramı boyunca Sakal-ı Şerifler Yavuz Sultan Selim Han, Yahya Efendi ve Sultan I. Abdülhamid Han Türbesi’nde sergilenecek olup bu türbeler pazartesi günü hariç diğer günler 09.00-17.00 saatleri arasında ziyarete edilebilmektedir.

Türk ve İslâm sanat eserlerini kapsayan İlk Türk müzesi ve aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde açılan son müze olma özelliğini taşıyan Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde mukaddes emanetler seksiyonu mevcuttur. Bu seksiyon, kalıcı sergi alanında olup Kâbe kuşağı ve Kâbe kapı perdeleriyle başlamakta ve önemli birçok yazma Kur’an-ı Kerim-i, Hilye-i Serif ve Sakal-ı Şerifleri kapsamaktadır. Türk ve İslam Eserleri Müzesi 09.00-17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilmektedir.

Mukaddes Emanetler 7. yüzyıl itibariyle korunmaya başlanmış olup 1517 yılı itibariyle Osmanlı Devleti himayesinde İstanbul’da asırlarca muhafaza edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti müzeciliği ile muhafaza edilmeye devam etmekte ve emanetlere ilişkin gerekli restorasyon ve konservasyon çalışmaları yapılmaktadır. Asırlardır korunan bu emanetler derin bir sevgi ve saygı ile manevi, tarihi ve kültürel dünyamızda eşsiz bir yere sahiptir.

Start typing and press Enter to search