Türk müziğini dinleyecek nesiller yetiştirilmeli

 Türk müziğini dinleyecek nesiller yetiştirilmeli

İhsan Özer

İhsan Özer, Türk müziğinde son dönemin önemli isimlerinden biri. Kendisi kanun sanatçısı, bestekâr, sanat yönetmeni ve öğretmen… Bu sayımızda Özer’in hayat hikâyesine kulak veriyor, İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğun provalarını gerçekleştirdiği Altunizade’deki tarihi köşke misafir oluyoruz.

Sevgili Hocam, öncellikle bizleri kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Fatihli Bestekarlar köşemizde sizler gibi yaşayan kıymetli sanatçılara yer vermek adeta bir vefa borcu. Şimdi tarihte biraz geriye gidelim Fatihli olduğunuzu biliyoruz, hangi semtte dünyaya geldiniz, yaşam öykünüz nasıl başladı?

Ben 1961 Laleli doğumluyum, Beyazıt İlkokulu’nda ve Vefa Lisesi’nde okudum. Üniversite yıllarına kadar Laleli, Beyazıt, Vefa, Saraçhane, Şehzadebaşı ve Unkapanı çokça anılar biriktirdiğim semtlerdir. Evimizin penceresinden Beyazıt Yangın Kulesi görünürdü, geceleri kulenin rengine bakarak ertesi günün hava durumunu öğrenirdik. Sarı sisli, mavi karlı, yeşil yağmurlu, mavi güneşli olacak demekti. Çocukluğumda boş zamanlarda vakit geçirdiğim, avlusunda top oynadığımız yer Laleli Camii’ydi. III. Selim Han’ın kabri de oradadır, malum III. Selim Han padişahlığının yanında musikimiz için oldukça önemli bir şahsiyet, o kabrin III. Selim Han’a ait olduğunu çok sonra öğrenmiştim. Konservatuara gittiğim dönemde, minarelerden yükselen ezan melodilerine kendimce not verirdim. Hatta hiç unutmuyorum bir hatıram var, Ramazan ayıydı, sahur gecesi bütün aile sahura kalkmışız, ezanı bekliyoruz Lâleli Camii’nden bir ezan duyuldu, aman Allah’ım ne kadar güzel bir ezan, babam da şaşırdı, ardından bir kaside, adeta bir şov, müthiş bir ses, hemen arkasından salâ… Ertesi gün hemen ezanı beklemeye başladım elimde bir teyp kaydetmek için. Yıllar sonra tanıştım o müezzinle, daha sonra Fatih Camii’nde görev yapmış, bu hikâyeyi de ona anlatınca “o bendim” dedi, sonra birbirimize sarıldık. Televizyonda mevlit okurdu. Adı Ali Rıza Şahin’miş. Kısacası gençliğim hep bu semtlerde geçti. Haftalık alışverişimizi babam ile Aksaray’daki semt pazarından yapardık.

 Her türlü müziği dinlerdim halk müziği, arabesk, pop 

Müzikle olan ilişkinize gelirsek, müzikle nasıl tanıştınız?

Müzik yeteneğim aileden geliyor aslında, babam Konya Kadınhan, annem Denizli Buldan doğumlu. Babam ticaretle uğraşırdı, müzik kulağı çok iyiydi, annem ev hanımıydı, kız meslek lisesi mezunuydu, çizimi çok iyiydi. İlerleyen yıllarda güzel bir tesadüf eseri, annemle aynı okul binasında okumuş oldum. Onların lise binası sonradan bizim konservatuar binası olmuş. Yine annemin müzik hocası Demirhan Altuğ, daha sonra benim de hocam oldu. Dedem muhafazakâr bir ailede yetiştiği için ben konservatuara girince çok bozulmuştu. Onu üzmemek için “merak etme ben öğretmen olacağım” demiştim ve hakikaten sonra konservatuarda öğretmen oldum, hâlâ bu göreve devam etmekteyim. Böylelikle dedeme verdiğim sözü tutmuş oldum. Babam gençliğinde piyano çalmayı çok istemiş, dedeme “bana piyano alır mısın demiş”, o da tabii almamış, babam da bir ağız mızıkası edinerek bu isteğini gidermeye çalışmış. Daha sonra babam piyano hayalini, ablamla bana bir piyano alarak gerçekleştirdi. Bu konuda bizi destekliyordu. Ayran gönüllüydüm, amatörce darbuka, bağlama, klarnet çaldım. Bağlamayla kına gecelerine, klarnetle düğünlere işlere giderdim. İlkokulda blok flüt çalardım hatta müzik hocasının da yardımcısıydım, dersleri bazen ben anlatırdım. Annemin okuldan arkadaşı rahmetli Erdem Siyavuşgil, bir opera sanatçısı ve çok iyi bir soprano idi. O da anneme benim iyi bir müzik kulağım olduğunu ve değerlendirilmesi gerektiğini söylemiş. Müzikle aram çok iyiydi, her türlü müziği dinlerdim halk müziği, arabesk, pop vs. o zamanlar onları anlıyordum.

Ruhi Hoca’yı hiç bırakmadım

Konservatuara gitme kararını nasıl aldınız, kanuna konservatuarda mı başladınız?

Bizim dönemde üniversiteler çok olaylı olduğu için rahat bir yer tercih etmek istedim, üniversite imtihanlarında iyi netice gelmeyince konservatuarı tercih ederek 1978’de İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarına girdim. Konservatuvarda hocalar ne çalmak istiyorsun diye sordu, ben kanun dedim, neden dediğimi de bilmiyorum, hocalar elime boyuma bakarak tanbur verdiler. Ben sonra dilekçeyle kanuna döndüm, kanuna başlamam da böyle oldu. İlk senemiz biraz boş geçti, ikinci sene, benim müzik hayatımı şekillendiren çok değerli hocam Ruhi Ayangil geldi, Ruhi Hoca’yı hiç bırakmadım, verdiği etüt ve alıştırmaları hemen bitirip yenilerini yazması için her ders onu zorluyordum. Akşamları okuldan çıkarken tekrar okula girip çalışmaya devam ediyorduk. Üzerimde çok emeği vardır, Allah kendisine uzun ve sağlıklı ömür versin. O dönemler çok çalışıyordum, günde yedi saat çalışmaktan yedi kilo verdim, yemek bile yemiyordum, aklıma gelmiyordu. Konservatuvar eğitimi süresince Ercümend Berker, Tülûn Korman, Metin Örser, Yalçın Tura, Demirhan Altuğ, İnci Çayırlı, Can Etili, Ergen Korkmaz, Haydar Sanal ve Saadet Güldaş gibi kıymetli hocalar ile çalıştım.

Mezun olduktan sonra profesyonel kariyeriniz başladı, nerelerde çalıştınız?

Türkiye’de hemen hemen bütün kurumlarda çalıştım. 1981’de TRT İstanbul Radyosu stajyer saz sanatçısı sınavını kazandım, bir süre çalıştım daha sonra askere gittim geri dönünce İstanbul Üniversitesi Türk Müziği İcra Heyeti’nde çalıştım. 1988-90 yılları arasında İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu’nda da görev yaptım. Alaeddin Yavaşca, Bekir Sıdkı Sezgin, İnci Çayırlı, Rıza Rit gibi usta isimlere kanunla eşlik ettim. Bu arada Ayangil Türk Müziği Orkestra ve Korosu, Sarband, Pera Ensemble, Bezmara, gibi topluluklarda yer aldım. Cinuçen Tanrıkorur, Abdi Coşkun, İhsan Özgen, Mutlu Torun ve Necdet Yaşar gibi değerli müzisyenlerle müzik yapma imkânım oldu. Bir yandan da konservatuarda öğretim görevlisi olarak çalışıyordum, daha sonra 1991 yılında İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu’na dahil oldum.

 Ahmet Özhan davet etti ve yetişmiş sanatçı olarak göreve başladım

İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğuna nasıl girdiniz?

Topluluk, 1991 yılında kıymetli büyüklerim Ahmet Özhan, Tuğrul İnançer ve Cüneyt Kosal önderliğinde kuruldu. Ben kuruluşunda yoktum. Topluluk kurulduktan sonra Ahmet Özhan davet etti ve yetişmiş sanatçı olarak göreve başladım, o günden beri buradayım, kader çizgisi beni buraya getirdi. Benim seyrüsefer, mesleki maceram böyle… Demek ki burada hizmet etmem ve sonrasında sanat yönetmeni olmam gerekiyormuş.

 Şu anda topluluğun sanat yönetmeni sizsiniz. Müzik alanında sanat yönetmeninin görevi nedir?

Sanat yönetmeni ne yapar? Kurumun sanatsal işlerini yönlendirir, değerlendirmesini, konser programlarının içeriklerini, sanat çizgisini belirler. Topluluğumuzda iki birim var; tasavvuf-klasik ve mehter, her birimin altında kendi proje ve repertuvar kurulları var, bunu biz oluşturduk. İstişare ederek, doğru, etik ve kalıcı projeler ortaya koymaya çalışıyoruz. Ödün verilmemesi gereken noktalar var, çünkü herkes kendi penceresinden bakabiliyor, kendi meşrebince hareket edebiliyor. İşte bu noktada sanat yönetmenin görevi de doğru bir şey çıkartmak adına tüm sanatçıları ortak paydada buluşturmaktır.

 Tasavvuf müziğinde de birçok besteniz ve düzenlemeniz var, bu müzikle tanışmanız besteler yapmanız nasıl gerçekleşti?

Tasavvuf müziğinin çıktığı yerler aslında tekkelerdir, dolayısıyla tekke müziği demek daha doğru bence. Tekke müziği, zikir ibadetini neşelendirmek, tıpkı ezan gibi insanları musiki ile namaza davet etmek, daha coşkulu bir şekilde ruha bedene hitap etmek ve insanları manevi mertebelere çıkarmak için kullanılan bir araçtır. Bunu en iyi kullananlar arasında Mevlevi tarikatı var, Mevlevi ayinleri bir zikirdir, kadim kültürümüzün en önemli bestekârları da buralardan yetişmiştir. Itri, Dede Efendi, Zekai Dede ve Kutb-ı Nâyî Osman Dede gibi. Cumhuriyet döneminde tekkelerin kapatılmasından sonra bazı zevat-ı kiram, bu işi korumuş devam ettirmiştir. Bu insanlar sayesinde tekke müziği bugünlere gelmiş, legal bir şekilde tekkelerin haricinde, salonlarda, meydanlarda, televizyonlarda, albümlerde icra edilmesi sağlanmıştır. Bu müziğin notaya alınmasına, nutk-ı şeriflerin bestelenmesine vesile olan en önemli kişi merhum Safer Dal’dır. Konservatuvar öğrenciliğim sırasında, bu çalışmaların yapıldığı Türk Tasavvuf Musikisi’ni ve Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfı’na giden arkadaşlarımın vesilesiyle bu konudan haberdar olmuştum, o dönemler makara bantlara kaydedilmiş yüzlerce eserin notaya alınması, ayrıca yeni eserler yazılması ve bunların icrası gibi çok hummalı bir müzik çalışması vardı. Mesela o dönem okulda dinî musiki dersi yoktu, form bilgisi dersi içerisinde dini musikiye ait form örneklerini görüyorduk. Daha sonra okullarda bir alan olarak açıldı, bugün dini müzikte ihtisas bile yapılıyor.

Topluluğa başladıktan sonra tasavvuf müziği alanına yoğun olarak girdim. Özellikle Ahmet Özhan, Tuğrul İnançer ve Cüneyt Kosal sayesinde tekke müziği hakkında çok şeyler öğrendik hem bilgi olarak hem de icra ederek. Bu konuda verilen emekleri ve süreci, o dönemler içerisinde bu çalışmalara katkı sağlamış olan kayınpederim Tanburi Abdi Coşkun’dan da çok dinledim. Daha önceden konservatuar döneminde beste çalışmalarına merakım vardı, o zamanlar polifonik müzik çalışmaları da yapıyordum. Ruhi Hoca da bana konular verip “işte festival olacak, şu konuda senden eser bekliyorum vb.” deyip orkestra eserleri yazmaya teşvik ediyordu. Bu arada sözlü eser yazmıyordum. Bu konuda da beni teşvik eden edebiyat hocam çok kıymetli Saadet Güldaş oldu. O zamanlar benim bu çalışmalarımı bildiği için özel çalışıyorduk. Prozodi ve edebiyat konusunda ondan çok şey öğrendim. Sözlü eser bestelemeye çok teşvik etti. Topluluğun kurulmasıyla birlikte tasavvuf müziği icrası içinde bulundukça, dini müzik alanında da bir birikim oluştu. Bu alanda da denemeler yapmaya başladım. Büyükler, arkadaşlar güfte vermeye başladı, “al bak bakalım ne çıkacak” diye. Gayret ve çabayla da gerisi geliyor, birçok ilahi, tevşih, naat vb. Tabii bunların hepsi nasip meselesi bazen bir şiir geliyor, veriyorlar o şiir uzun yıllar bekliyor vakti saati geldiğinde de bestelenmiş oluyor. Mesela Alvarlı Efe hazretlerinin divanından Enderun usulünde bir teravih takımı gibi… Divanı elime aldıktan beş sene sonra bu takım bestelendi. Bazen bu beste çalışmalarında, albüm kayıtlarında, sair projelerde, bir takım manevi hâller, zuhuratlar yaşanmışlığı da vardır, bunlar da bizde kalsın. Hiçbir iş nasipsiz destursuz olmuyor, tasarlamakla da olmuyor sözler kendiliğinden melodiye, forma dökülüyor.

Tabii en önemli teşvik yine bu alanda kıymetli büyüğüm Ahmet Özhan’dan geldi; farklı şeyler de yaptığımı bildiği için. İsminin “Gel” olduğu eser mesela… Mesnevi’nin ilk on sekiz beytini verdi, bu beyitleri bestelememi istedi. Eser çok farklı oldu, ayin değil, ilahi değil, fantezi değil, o yüzden ona “Ayine Saygı” dedik. Ayrıca yine Mevlana’nın sözlerinden günümüz Türkçesine çevrilmiş eserlerden oluşan Mevlana’nın Dilinden adlı albümdeki eserleri de yine Ahmet Özhan yorumladı. Bu albüme çok titizlendik ayrıca endişelendim açıkçası, Hz. Pir ile ilgili, ayinden farklı olarak yeni bir şey yapmak, şiirlerin Türkçe hâllerini kullanmak? Tabii insanlar anlasın, bu manevi sözlerden kendilerine güzelliklerkatabilsinler diye düşündük. Bu albüm için hem Türk müziği çalgılarından hem de Batı müziği çalgılarından oluşan bir ekiple çalıştık. Mesela Piyano eşlikli eserler var, yaylı çalgılardan oluşan bir orkestra var, acapella bir icra var, senfonik bir orkestra icrası var. Yani bu albüm hazırlarken her tür müzik dinleyen insanlara hitap edebilsin diye düşündük. Bu düşüncedeki formül şöyleydi: yüz seksen derecelik bir açı düşünün bunun doksan derecesi Batı müziğiyle ilgileniyor; klasik, caz, pop, rap vs. Diğer doksan derecesi Türk müziğiyle ilgileniyor; halk, klasik fark etmez. İki taraftan da otuzar derecelik fanatik dinleyicileri ayırırsak, geriye hem Batı müziği dinleyicisinden hem Türk müziği dinleyicisinden yüz yirmi derecelik bir açı kalıyor. Biz bu açıya hitap etmeye çalıştık, sözler zaten Hz. Mevlana’ya ait, üstüne daha söylenecek bir şey yok. Okuyan da herkesin hayran olduğu usta yorumcu Ahmet Özhan olunca etkileyici bir eser çıktı ortaya. 

 Gençler için neler önerirsiniz?

Gençlerden önce burada devlete çok önemli görevler düşüyor, Öncelikle bu müziği dinleyecek nesiller yetiştirilmeli. Bu kültürü erken yaşta, ana okuldan başlayarak öğretmek lazım. Bunun yanında Türk müziğinde icracı var, malzeme var ancak bu işlerin tanıtılması biraz yetersiz. Pazarlayacak ve yönetecek kişilerin de olması lazım. İşin niteliğinden çok niceliği önemli. Sanatsal etkinlikleri herkese hitap edecek, halkı bilgilendirecek, yönlendirecek, eğlendirecek bir yapıyla sunmak gerekir, bu arada popüler kültürü de unutmamak lazım. Bizler de Tarihi Türk Müziği Topluluğu olarak tarihteki olayları, kültürü müzikle birleştirerek görsellerle birlikte anlatıyor, aktarıyoruz. Bu manada Surre Alayı, Anadolu Evliyaları, Padişah Bestekarlar, Kopuzdan Günümüze, Kuruluş’tan Kurtuluş’a, Çanakkale Destanı, İstanbul’un Sultanları gibi projelerimizin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Bu projeler birçok farklı, tarihi, özel mekânlarda sunulmalı, tanıtılmalı. Diğer illere taşınmalı, yeni sahne teknolojilerinden, tekniklerinden istifade edilmeli. Hz. Mevlana’nın da dediği gibi “şimdi yeni şeyler söylemek lazım”, bunu yaparken öze dikkat edilmeli tabii. Son olarak, vakit geçirmek için değil gerçekten müzik icra etmek isteyen amatörler için, devlet kurumlarında ortak çalışma saatleri düşünülmeli. Gençlere, müzik icra etmek isteyen insanlara, imkanlar sağlamalı, alan açmalı.

 Sizin bir de eğitimci yönünüz var, uzun yıllar İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda şimdi ise Haliç Üniversitesinde çalışıyorsunuz, gençlere yaklaşımınız nasıl?

Yaklaşık otuz beş yıllık hocalık tecrübem var, çocuktan yetişkine kadar birçok farklı yaşta öğrencim oldu. Olması gerekeni uygulamaya çalışıyorum, sadece müzikle ilgili değil hayatla ilgili konuşuyoruz. Mesela mezuniyete yakın öğrencilere ne olup ne olmayacağını söylüyorum, cesareti olanlar soruyor “ben ne olacağım” diye, gerçeği söylüyorum, senden icracı olur, senden öğretmen olur, sen ticarete yönel gibi. Herkesin farklı bir şahsiyeti, karakteri ve yeteneği var ona göre yönlendirmek lazım. Didaktik bilgilerden ziyade onlara yaşanmışlık ve tecrübe anlatıyorum, lazım olan da bu zaten. Mesela şöyle bir ders koydum hayata dair. Sınıf konser salonu ama öyle herhangi bir konser salonu değil, Viyana, Berlin, Londra, Sydney gibi… Tahtaya salon görseli yansıtıyoruz, öğrenciler bir hafta önceden eşleşiyorlar, isteyen solo icra da yapabiliyor. Arabesk hariç her şey serbest, böyle bir konsere hazırlanıyorlar. Kulisten başlıyor, sahneden inene kadar her şey dahil; jest, mimik, oturuş, repertuar… Sahneye çıkan, Türkiye’den gelmiş çok önemli bir müzisyeni, izleyen öğrenciler ise konser salonundaki dinleyicileri temsil ediyor. Böylece bütün sınıf konser dinlemeyi, telefonla oynamamayı, yanındakiyle konuşmaması gerektiğini öğreniyor, sahneden inen arkadaşını eleştiriyor. Konser salonunda yapılan her detayı icracı- dinleyici fark etmeksizin derinleştirerek konuşuyor, tartışıyoruz.

 En büyük hayalim ise bu emeklerin daha çok kişiye ulaştığını görebilmek 

Hocam bize vakit ayırdığınız, tecrübelerinizi aktardığınız çok minnettarız, son olarak ne eklemek istersiniz?

Son olarak dileklerimi söyleyebilirim. Öncelikle konservatuvar eğitimine çok önem verilmesi, buralardan yetişen öğrencilere daha çok imkân sağlanması, Türk müziğinin yurt içinde ve yurt dışında gerektiği şekilde temsil edilmesi, nitelikli projeler hazırlanıp bunların daha çok izleyiciye ulaştırılması, ayrıca devlet desteğinin yanında özel sektörün de özellikle Türk müziğine katkı sağlaması. Bu arada topluluğumuz, kuruluşundan bugüne kadar, yaptığı çalışmalar, konserler ve projelerle kültürümüze, değerlerimize ve sanatımıza büyük hizmetler sundu. Bu hizmetler bütün hızıyla devam edecek inşallah. En büyük hayalim ise bu emeklerin daha çok kişiye ulaştığını görebilmek. Üretmeye, hizmete ve paylaşmaya devam.

 

Start typing and press Enter to search