Seyyahların Gözüyle Ticaret Hayatının Kalbi Kapalıçarşı
Seyyahların Gözünden Fatih
OSMANLI TİCARETİNİN KALBİ
- Mesud Akyüz
İstanbul’u ziyaret eden seyyahların neredeyse tamamının yolu Kapalıçarşı’dan geçmiştir. Bazıları çok kısa ziyaretlerde bulunurken bazıları ise çarşıda alışveriş ve ticaretle epey vakit geçirmiş, esnaf ile sohbet ederek çarşının fiziki özelliklerine, buradaki gündelik hayata dair önemli bilgiler derlemişlerdir.
Seyyahların Kapalıçarşı’ya olan ilgilerinin daha seyahatlerine başlamadan önce oluştuğu bilinmektedir. İstanbul’a gelmeden yaptıkları araştırmalarda çarşının ne kadar önemli bir ticaret merkezi olduğunu öğrenmişler ve seyahatlerini burayı da ziyaret edecek şekilde planlamışlardır.
Kapalıçarşı’yı ziyaret eden iki Alman seyyahın kaleminden, onların gördüğü İstanbul’u ve Kapalıçarşı’yı okumaya çalışalım…
“İSTANBUL’UN EN GÜZEL ÇARŞISI”
HANS DERNSCHWAM
O zamanlar Avusturya toprağı olan Bohemya bölgesinde doğan Alman seyyah, varlıklı bir aileden gelmiş, Viyana ve Leipzig Üniversitelerinde eğitim görmüştür. 1553 yılında Alman imparatoru I. Ferdinand’ın Kanuni Sultan Süleyman’a gönderdiği elçilik heyetinde yer alan Dernschwam, yaklaşık 1.5 yıl kaldığı İstanbul’la ilgili izlenimlerini İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü adıyla kitaplaştırmıştır.
Dernshwam’ın özellikle ekonomi ve ticaret hayatına dair gözlemleri; paralar, ağırlık ölçüleri, birçok gıda maddesinin fiyatlarına dair verdiği bilgiler, o günlere ışık tutması bakımından çok kıymetlidir. Gelelim seyyahımızın Kapalıçarşı’yı anlattığı satırlara:
“İki büyük çarşı var ki bunlara bedesten deniliyor. Padişah bunları taştan yaptırtmış ve çatısını kemerlerle ördürmüş. Burada her mücevher ve ipek mamulleri satılır. Altın işlemeli ipekler ve diğer kumaşlar birbirleriyle birleştirilip duvarlara asılır. Bahsi geçen bu çarşıların üstleri kubbeli, iç kısımlarında dört duvar var. Ortalarında da sütunlar ve bölme duvarları mevcut. Kare şeklinde üst üste iki tabakalı kalın sütun başlıkları var. Camilerde olduğu gibi kubbe bu sütunlara dayanıyor. Pencereler yüksekte.
Çarşı içindeki bütün yolların kenarlarında yüksek ve tahta sekiler var. Bunlar yerden 1.5 arşın yükseklikte ve öne yola doğru iki arşın genişliğinde konulmuş. Yollarda 6 kişi yan yana rahatlıkla yürüyebilir. Bu tahta şekillerin üzerinde duvarlara dayalı tahta dolaplar durur. Birçok gözleri var. Tüccarlar buraya ipek kumaşları kilitleyip muhafaza ediyorlar. Bu dolapların üst kısmından alttaki sekilere kadar uzanan altın işlemeli rengârenk kumaşlar asılır. Dükkânın iç zeminini teşkil eden bu tahta sekilerin üzerine halılar serilmiştir. Halıların uçları sekiden yere doğru sarkıktır. Bu halıların üzerinde de Türk usulü yüzü kadife kaplı ve altın yaldızlı işlemelerle süslenmiş minderler konmuştur. Minderlerde Rum, Yahudi, Ermeni ve diğer milletlerden olan tüccarlar otururlar. Dostça sohbet edip yerler, içerler ve kendi adetleri veçhile çalgı çalıp eğlenirler. Bu iki çarşı İstanbul’un en güzel, en lüks çarşılarıdır. Bütün memleketlerden gelen çeşitli ipek kumaşlar, her millete mensup satıcılar tarafından misafirlere sunulur.”
“ÇOK GELİŞMİŞ BİR ALIŞVERİŞ EVİ”
SALOMON SCHWEIGGER
Almanya’nın Haigerloch şehrinde 1551 yılında doğan Alman seyyah, aynı zamanda Tübingen Üniversitesi’nde Protestan teolojisi üzerine eğitim almış bir papazdır. Kur’an-ı Kerim’i Almancaya ilk tercüme eden kişi olan Mottraye, iyi eğitim görmüş, bilgili bir vaiz olarak anılmaktadır. Uzak ülkeleri görme arzusuyla aristokrat bir ailenin hizmetine giren seyyah, bu sayede II. Maximilian’ın, III. Murad’a gönderdiği heyette elçilik vaizi olarak görev almıştır.
Alman seyyah, Osmanlı topraklarına yaptığı seyahat boyunca aldığı notları 1608 yılında, Almanya’dan Konstantinopolis’e ve Kudüs’e Yapılan Bir Yolculuk Hakkında Yüz Adet Güzel ve Yeni Çizimle Donatılmış Üç Kitaptan İbaret Yeni Bir Yolculuk Öyküsü adıyla kitaplaştırmış, bu seyahatnamesiyle ün kazanmıştır. Türkçeye “Sultanlar Kentine Yolculuk” adıyla tercüme edilen kitapta seyyahın Kapalıçarşı ile ilgili notlarına göz atalım:
“Konstantinopolis kentinde çok gelişmiş bir alışveriş evi vardır. Burada uzak ülkelerden getirilen her çeşit değerli eşya satılmaktadır. Sırma ipliklerle dokunmuş kumaşların çoğu Konstantinopolis’te yapılır, fakat bunlar Hıristiyan ülkelerindeki kumaşlardan farklıdır, çünkü renkli çiçek motifleriyle de bezenmişlerdir. Ayrıca atlas ve Şam kumaşı gibi ipekliler, kamelot, kadife gibi kumaşlar, kılıç, yay, okluk gibi silahlar, kıymetli taşlar, kürkler, samur, sansar gibi değerli astarlıklar da satılır. Deri ve köseleden yapılma eşyaların, hayvanlar için eğer ve koşum takımlarının, çizmelerin, ayakkabıların satıldığı başka iki yer daha vardır. Korduban derisinden çeşitli renklerde, çok sağlam ve güzel yapılmış olan bu gibi eşyayı birkaç bin gulden karşılığında buradan satın almak mümkündür. Türkler deri işçiliğini çok iyi bilirler ve bu konudaki becerileri bütün halklarınkinden üstündür. Kısacası, bu bedesten denilen alışveriş evinde birkaç düklüğü kaplayacağı büyüklükteki bölgeyi satın alabilecek değerde mal bulunur. Bunun dışında burası zenginlerin paralarının ve değerli eşyalarının muhafaza ettikleri bir hazine dairesidir. Söz konusu bina büyük ve geniştir. Tıpkı manastırlarda olduğu gibi, zemin kat üzerinde birbiriyle kesişen dört ana yoldan oluşur. Bu yolların kenarlarında dükkânlar sıralanmıştır. Binanın üzeri yüksek tonozlarla örtülüdür.”
Gelecek sayımızda, yeni seyyahlarla yine İstanbul’da görüşmek üzere…