Balat’ın Tılsımlı Evleri
BALAT’IN TILSIMLI EVLERİ
Dilara Obenik
Renkli mimarisi, dar sokakları ve kültürel çeşitliliğiyle bizleri cezbeden bir semt burası… 19. yüzyıldan günümüze kadar korunmuş Haliç kıyısındaki bu evler, üzerinde bulunan levhalar sayesinde tarihi ile ilgili önemli bilgiler veriyor. Balat’taki kültürel çeşitliliğin evler üzerine bıraktığı farklı izleri Sanat Tarihçisi Hayri Fehmi anlattı.
Haliç Kıyısındaki semtlerdeki konut yapılarının tarih içindeki değişimini anlatır mısınız?
5. yüzyıldan beri kentin bir parçası olan Fatih’in Haliç kıyılarındaki mahalleri diğer mahallelere göre daha iyi korunmuş durumda. Unkapanı’ndan başlayıp Ayvansaray’a kadar giden bu bölgede tepelerin üstünde anıtsal külliyeler yer alır. Bu yapılar bugünkü şehrin siluetini belirleyen mimari eserlerdir. Onların eteklerinde de kısmen korunmuş 19. yüzyıla ait müthiş bir doku vardır ki oldukça etkileyicidir. Bazı bölgelerde sokak dokusu karmaşık ve organik gelişmiş gibi görünmektedir. Sokaklar coğrafyaya göre kendi kendine şekillenmiş ve düzenli bir plan oluşturmamışlardır.
Ama sahile doğru indikçe bazı bölgelerde, Osmanlı devrinin sonlarına doğru yeni düzenlemeler yapılmıştır. 1850’lerden itibaren Hippodamos (Izgara Plan) diye bildiğimiz sokaklar birbirleriyle dik açılarla kesilmiş ve mahalleler bu şekilde dik açılarla oluşturulmuştur. Bunlar tahmin ediyoruz ki bir yangın geçirdikten sonra meydana gelmiş yapılardır. Ama ekseriyetle binalarımız 19. yüzyıla aittir.
20. yüzyılın başında da aynı gelenek devam etmiştir. Küçük bir parsele oturan evler 30 m2 hatta 40m2 belki 50m2’lik alanlardan oluşur. Bu evler genelde 2 ya da 3 katlıdır. Bazılarının içinde sarnıçları, kendi su hazneleri bulunur, bazılarının da nadiren kuyusu vardır. Giriş katında mutfak yer alırken muhtemelen banyo da buradadır. Yaşama alanları üst katlardadır. Girişte küçük bir oda, hemen hepsinin altında da bir kömürlük bulunur. Evlerin çoğu cumbalıdır. Ekseriyeti kâgirdir. Çünkü tuğla kullanımı Osmanlı’nın son devrinde karşımıza çıkar. Ama cumbaları dışarı çıkan aksamı bazen ahşap olur bazen kâgir. O cumbayı taşıyan mermer, demir ya da tuğlayla örülerek hazırlanmış konsollar vardır.
Bir ailenin yaşayacağı genişlikte mekânlardır bunlar. Bir apartman dairesi gibi düşünün, odalar yan yana değil, üst üste. Bu anlamda evler oldukça sevimli görünürler. Yapılar, daha çok 19. yüzyılın sonlarına hâkim koşullara göre şekillenmiştir. Eski Osmanlı evlerine benzemezler. Fener civarında bu evler daha çok Rumlara, Balat civarında Yahudi ve Ermenilere aitse de Müslümanlar da aynı mantıkla inşa edilmiş evlerde yaşarlar. Müslüman evleri ya da muhafazakâr Rum, Ermeni ve Yahudi evleri daha çok ahşaptı. Yeniliğe daha açık olanların evleri kâgirdi. Bazı kâgir yapılar da Müslümanlara aitti. Şu durumda ortaya enteresan bir manzara çıkmakta, malzeme kullanımının muhafazakârlıkla bir bağlantısı olduğu anlaşılmaktadır. Döneminin koşullarında Hristiyan, Yahudi, Müslüman fark etmez, hemen herkes muhafazakârdı, özel hayatlarına çok dikkat ederlerdi. Evlerinin pencerelerinde kafesler bulunurdu.
Maalesef 20. yüzyıldan itibaren burada doku yavaş yavaş değişir. Bölgede yaşayan Rum, Yahudi, Ermeni kökenli ailelerin çoğu burayı terk eder. 50’lerden itibaren İstanbul’a bir göç başlar, o göçle birlikte ilk aileler çoğunlukla Karadeniz kıyılarından gelir. Karadeniz derken Kastamonu’dan Rize’ye kadar uzanan bütün Karadeniz kıyılarını kastediyoruz. Ama yoğunluk Kastamonu, Karabük ve biraz daha doğudan Trabzon ve Rize civarından. Buraya yerleşirler, çünkü Haliç kıyısında denizcilikle ilgili tesislerle doludur. Artık çok şey değiştiğinden evlerin içinde yaşayanlar da çoğunlukla evlerin bakımını sağlayabilecek durumda değildiler. Bazı İstanbullular tek tek buralardan ev satın alıp kurtarmaya çalıştılar. Ama ne yazık ki bu tip girişimler bir bütünlük oluşturacak düzeye ulaşamadı.
Balat’ta Yahudi, Fener’de Rum mahalleri yer alır. Bunlar Unkapanı’na kadar gelir. Mesela Cibali’de küçük bir Rum mahallesi, Fener’de de bir sürü Müslüman mahallesi vardır. Osmanlı başkentinde ve Cumhuriyet İstanbul’unda gettolaşma yoktur. Herkes, bütün kültürler karışık, bir arada yaşar. Bugün de aşağı yukarı aynı doku var orada. Müslüman olmayanların sayıları azalmış durumda, ama sosyal çeşitlilik hâlâ mevcut. Orta Asya Cumhuriyetleri, Balkanlar, Romanya, Kuzey Afrika’dan gelmiş; Filistinli, Suriyeli, Faslı, Cezayirli, Afgan ya da bambaşka yerlerden birçok insan burada birbirine komşudur.
Bir aileye hizmet edecek şekilde inşa edilmiş, toplamı belki 100-120 m2 olan evler şimdi kat kat, daire şeklinde düzenlenerek apartmana dönüştürülmektedir. Böylelikle her katta bir mutfak bir tuvalet banyo oluşturuluyor ve içerisi daha fazla sayıda odaya bölünüyor. Eskiden bir ailenin yaşadığı yerde bugün 3 aile yaşayabiliyor. Apartmana çevirdiğiniz bu yapılarda yaşam kolay değildir. Bunlar bir kültür varlığı olduğu için daireye de bölünemezler aslında, bu nedenle evler mülkiyet bakımından hâlâ tek sahiplidir, bunu belirtmekte yarar var.
Surların etrafındaki yapılaşmadan bahseder misiniz?
Orta Çağlarda İstanbul kenti surlarla korunmaya çalışıyordu. Sur dışı korunaklı bir yer değildi. 19. yüzyılda surların hükmü ortadan tamamen kalktı. Kent surlarla bütünleşti, dışarıya doğru taşmaya başladı. Koruma işlevini kaybeden surların hemen çevresinde, surun önünde veya hemen arkasında binalar, bir sürü yeni evler inşa edildi. Bizans döneminden intikal edip surların hemen dışında kalan hiçbir yapı yoktur. İşin ilginci surlar da bir süre sonra arkaları toprakla dolduğu için kentin Marmara ve Haliç sahil yoluna sarkan teraslar oluşmuştur. Bugün Haliç surları bütünüyle korunması gereken, çok katmanlı, oldukça ilginç bir yapıya sahiptir. 6. ve 7. yüzyıldan kalan duvarların üstünde 19. yüzyıla ait duvarlara rastlanır. Bu iki katmanı da birlikte korumalıyız. Tek başına duvarın korunmasından bahsetmiyorum, bunun üzerine inşa edilmiş evle birlikte korunmalıdır diyorum. Çünkü bu yapılar kentin çok katmanlılığını en güzel şekilde anlatan örneklerdir. Geçmişte bunlardan rahatsız oluyorduk. Artık öyle değil.
Fatih Belediyesi’nin Haliç’te yaptığı cephe yenileme çalışmalarının burada yaşayan ailelere ve semte katkıları nelerdir?
Bu konunun evin içinde yaşayan aileyi ve kenti ilgilendirmek bakımından iki ayrı cephesi var. İç tarafa müdahale şansınız çok yok. Dış tarafa da aileyi bir onarıma falan zorlayamazsınız, çünkü evlerde oturanların çoğu böyle bir masrafı karşılayacak durumda değil. Sokakta aydınlatma, elektrik, telefon, doğalgaz tesisatı gibi binaların dış cephesinde sevimsiz görüntü yaratabilen birçok öge var. Evlerin içindeki sorun daha büyük. Birçok evin içinde, bugünkü koşullara uygun elektrik, doğalgaz ve su tesisatı yok. Dışarıya müdahale etmek belki mümkün ama iç mekâna dokunmak çok zor bu yüzden.
Sosyal yapıyı, mimari dokuyu ve gelenekleri koruyarak yaşatmak ve bu hususlarda projeler geliştirmek yerel yönetimlerin en önemli görevleri arasındadır. 90’lardan itibaren Balat- Ayvasaray mahalleleri için birçok proje geliştirildi. Fatih Belediyesi uzun süredir ciddi şekilde sokak dokusunu iyileştirmek gayretiyle çalışıyor. Bölgede gözle görülür bir ilerleme kaydedildi de.
Dezavantajlı semtlerde belediyenin bu tür müdahalelerinin çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Evin tamamen restore edilmesi bambaşka bir süreçtir. Hiç değilse şehre bakan cepheyi yenilemek, bazı imgeleri korumak ve yaşatmak yerel yönetimlerin inisiyatifindedir. Buradaki evlerde eskiden genelde pastel renkler kullanılırdı. Çivit ya da demir oksitten elde edilen kırmızı boya çok sevilirdi. Az sayıda ev beyazdı, Müslümanlar yeşili çok severdi mesela. Gayrimüslimlerin kısıtlamalardan dolayı haki yeşil rengini kullandıkları olurdu. Bazen gri ve tonlarını tercih ederlerdi. Tazminat ve Islahat fermanlarından sonra bu hikâyeler sona erdi. Bugün cepheleri renklendirirken yine eski İstanbul’daki rengârenk evleri hayal etmek gerekir. Gerçekten de özel olarak seçilen bu renkler yaşlı yapılara can katıyor. Bu vesileyle binaların basit bakım onarımı da yapılmış oluyor.
Cephelerin yenilenmesiyle biraz daha derli toplu görünüm kazanan Balat bu hâliyle insanları heyecanlandırıyor. Farklı semtlerden birçok insan, kültüre veya sanata ilgisi olmayanlar bile burayı gezip görmek için geliyor. Eskiden pencerelerde muhakkak toprak saksılarda çiçekler bulunurdu. Genelde yasemin, leylak ve hanımeli tercih edilirdi. Sonra bunlara mor salkım da dâhil olmuş. Pencere içlerindeki saksılarda ise sardunya ve begonya yaygındı. Evler küçük olduğu için çiçekler genelde pencerelerin dışında bulunurdu. Böylece dış cepheler çiçekler sayesinde renklenirdi ve sokaklar daha neşeli bir görünüm kazanırdı.
Balat evlerinin cephelerinde yer alan tılsımlı levhaları anlatır mısınız?
Balat evlerinin cephesinde birtakım koruyucu tılsımlar olduğu bilinmektedir. Yahudiler evlerini mezuza denilen, kapıya yerleştirdikleri ve içinde Tevrat’tan metinler bulunan kutucuk ile koruduklarına inanırlar. Balat’taki restorasyonlarda kapılarda sadece mezuzaların izleri görünmektedir. Ama sinagoglarda, Yahudi okullarında ve semtte çok az binada mezuzaya rastlanmaktadır. Yine Yahudi evlerinde koruyucu olarak “Davut yıldızı” dediğimiz iç içe geçmiş iki üçgen sembolü kullanılır. Balat’ta bazı evlerde bunu rahatlıkla görebiliriz. Bazı evlerin cephesinde sıva üzerine yapmışlar, bazen de pencerelerde görülür. Yahudi evlerini bu işaret sayesinde ayırt edebiliriz. Davut yıldızını Müslümanlar da “Süleyman Peygamber’in mührü” olarak görüyor. Aynı şekle baksalar da iki farklı kültür oldukları için onu farklı isimlendirip değerlendiriyorlar. İki kültürde de değer görmesi bu gibi sembollerin yaşamasını sağlıyor.
Müslümanlara ait evlerin cephesine de Maşallah, Ya Hafız ya da Ya Malik Mülk gibi ifadeler taşıyan koruma levhaları görülür. Genelde Kütahya çinilerinden tanzim edilen levhaların bazılarında hat örnekleri oldukça başarılıdır. Bunların 40’lı 50’li yıllardan itibaren kullanıldığı biliniyor. Dış cephede yüksekçe yerlere, saçak kısmına yerleştirilmişlerdir. Aynı zamanda bu cephelerin giriş kapılarının üstünde de Besmele yazılır. Bu da sevilen bir detaydır.
Bu arada daha zengin evlerin cephelerinde nadiren de olsa sigorta levhalarına rastlanır. Sayıları çok az bu levhalar oldukça ilginçtir. 19. yüzyılda Osmanlı’ya gelen yabancı sigorta şirketleri yangına karşı evleri sigortalıyor ve cephesine de sigorta markasını asıyorlar. London & Lancashire Sigorta en meşhuru. Aslında tarihi belge mahiyetindeki bu izlerin de korunması gerekir.
Özellikle Fener-Balat civarında evlerin cephelerinde yelkenli gemi tasvirleri göze çarpar. Semtte yaşayan insanlar için Haliç büyük öneme sahiptir. Çünkü bir liman yerleşimi olmasıyla birlikte Haliç’in güney kıyısındaki yerleşim yerlerinde atölyeler mevcuttur, buralarda kalafatçılar, dökümcüler, kayıkçılar çalışır. Sirkeci’den başlayıp Haliç’in sonuna kadar bir sürü iskeleye sürekli mal indirilir. Dolayısıyla deniz ile çok içe içe olan semtler buralar.
Burada Rum evlerinin cephelerinde ya da dükkânlarında Rumca bazı ibareler yer alır. Binanın inşa edildiği tarih yazılıdır çoğunda. Yahudiler de kısa ifadelerle kendi evlerine isimlerini ve inşa tarihlerini kayıt düşerler. Osmanlı toplumunda herkes kendi kültürü ve inancıyla yaşamaya devam etmiştir. Mesela Rumlar Rum alfabesiyle, Müslümanlar Arap alfabesiyle bazen Arapça bazen Türkçe, Yahudiler ise İbrani alfabesiyle ama çoğunlukla İbranice değil İspanyolca olarak levhalarını yazarlar. Hasılı Fener-Balat-Ayvansaray hattında dolaştığınızda evlerin cephelerinde birçok farklı alfabe ve dil kullanıldığını görürsünüz.