ŞEHRE YAKIŞAN BİR MEKÂN TOPKAPI KALEİÇİ MEYDANI
Esra Gençay
Meydanlar, tarih boyunca ekonomik ve kültürel faaliyetlerin yürütüldüğü, insanların sosyalleştiği, bulunduğu yerin ruhunu, değerlerini yansıtan kamusal mekânlar olmuşlardır. Yıllar içinde toplumun ihtiyaçlarına ve kentin dokusuna uygun olarak değişip şekillenerek, zamanın akışına ayak uydurmayı başarabilen meydanlar, yaşayan mekânlar olarak varlıklarını sürdürüyor. Ancak tarihte büyük önem taşımalarına rağmen günümüzde çarpık kentleşmenin bir sonucu olarak meydan olma işlevini yitirmiş birçok mekân mevcut. İçlerinde biri var ki, tarihin akışını değiştiren bir zafere, İstanbul’un Fethi’ne tanışlık etmiş. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’a giriş yaptığı ve tarihte de şehrin en işlek giriş çıkış noktalarından biri olarak kullanılan Fetih Kapısı’nın açıldığı Topkapı Kaleiçi Meydanı’ndan bahsediyoruz.
Topkapı Kaleiçi Meydanı, UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’ndeki “Kara Surları Koruma Alanı” bölgesinde ve günümüzde İETT peronu ve depolama alanı olarak kullanılıyor. Fatih Belediyesi tarafından burada başlatılan geniş kapsamlı kamulaştırma çalışmasıyla, söz konusu bölgenin güvenli hâle getirilerek kentsel zenginliğinin ortaya çıkarılması ve yeşil alanların çoğaltılması amaçlanıyor. Bu kapsamda meydanın tarihî ve kültürel değerinin ortaya çıkarılmasını hedefleyen bir kentsel tasarım yarışması da düzenlendi.
“AMACIMIZ KENTE ÇAĞDAŞ BİR MEYDAN KAZANDIRMAK”
Yarışmanın jüri başkanlığını üstlenen Prof. Dr. Zekiye Yenen, bu yarışmayla birlikte, kente çağdaş anlamda bir meydan kazandırmayı amaçladıklarını ifade ediyor:
Yarışmanın hazırlık çalışmaları esnasında yapılan tüm toplantılarda hedef; alanın ve yakın çevresinin kalkındırılması, kamusal kullanım değerinin yükseltilmesi, böylelikle sosyal yapıda olumlu dönüşümün yolunun açılması olarak belirlenmiştir. Meydanın kentsel bütünlük içinde ele alınması gereği yarışmayı benzerlerinden ayıran önemli özelliklerdendir. Yarışmanın bir özelliği de yarışmacılara incelenmesi ve dikkate alınması beklenen kapsamlı doküman verilmesidir. Böylelikle, yarışmanın uygulama aşaması ile proje alanındaki ve yakın çevresindeki Kara Surlarının, anıt eserlerin ve sivil mimarlık örneklerinin görünürlüğünü sağlamak, ziyaretçilerle buluşturmak, kentin kentsel donatı ihtiyacını karşılamak yolunda sağlam bir adım atılmasının mümkün olabileceğine inanılmıştır.
Yirmi projenin değerlendirmeye alındığı yarışmada mimar Batu Kepekçioğlu ve ekibi birinci olurken, mimar Ozan Yalçın ve ekibi ikincilik, peyzaj mimarı Emre Kul ve ekibi ise üçüncülük ödülüne layık görüldü. Yarışmanın kazanımlarını daha iyi anlayabilmek adına ilk 3’e giren ekiplerin temsilcileriyle projelerini konuştuk.
Birincilik ödülünü alan ekibin temsilcisi Mimar Batu Kepekçioğlu’yla meydanın yanı başındaki Topkapı Kütüphanesi’nde buluştuk. Proje hazırlığından final aşamasına kadar kendileri açısından tüm süreçleri değerlendiren Kepekçioğlu, projeye yaklaşımlarını şöyle anlatıyor:
Ekiple yaptığımız işlerin çoğunda ya yeni bir bağlam üretiyoruz ya da var olan bağlamı okumaya çalışıyoruz. Bağlam mefhumunu mimari bir terim olarak düşünebilirsiniz. Bu bağlamı anlamaya, ona entegre olmaya çok özen gösteriyoruz. Topkapı Kaleiçi Meydanı’nın çok güçlü bir geçmişi var. Şu duvar mesela, 1500 yıllık bir yapı. Bir Mimar Sinan eseri olan Gazi Ahmed Paşa Camii burada. Bütün bunlar bölgenin önemine dair bize bir sürü ipucu veriyor zaten. Ama bizim açımızdan daha da önemli bir şey daha var: tarihî yarımadanın sokak dokusu. Yangınlar yüzünden yok olmayan kısımlar haricinde bu sokak dokusu çok eskiye dayanıyor. Aslında tarihî değeri büyük sokakları kentin genetik kodu gibi düşünebiliriz. Bizim çıkış noktamız da bu genetik kodu okumak üzerineydi ve ilk işimiz haritaları incelemek oldu. Birçok harita inceledik farklı dönemlere dair. Bilimsel olan haritalar da vardı, minyatüre yaklaşan haritalar da… Nihayet kartografik anlamda geçerli olan ve bugünkü dokuyla örtüşen 1875 yılı haritası bizim asıl çıkış noktamız oldu. Bizce söz konusu alanın sorunu, işaret ettiğimiz dokunun bozulmasıyla alakalıydı. Dolayısıyla da biz ürettiğimiz projeyle oradaki doku bozulmasını onarmaya çalıştık. Geleneksel kent dokusu kendiliğinden, organik gelişir ve geometrik olarak kolay disipline edilemez. 1950’lerde yapılmış peronları görüyorsunuz. O peronlar gelirken burada birden fazla yapı adası yıkılmış ve doku tamamen bozulmuş. Bu harita, o dokunun geçmişte nasıl olduğunu analiz edip o izlere oturacak bir tasarım çıkarmamıza yardımcı oldu.
“TARİHLE İÇ İÇE YEŞİL BİR MEYDAN TASARLADIK”
Ciddi bir insan kaynağının ayrıldığı tasnif ve araştırma aşaması dâhil olmak üzere, yaklaşık üç ayda projeyi hazırladıklarını söyleyen Kepekçioğlu, şu sözlerle devam ediyor:
Projede ilk olarak tarihî dokusuyla örtüşmeyen unsurları ortadan kaldırmak istedik. Bunların başında İETT peronları geliyor. Onlardan kurtulmak ve açığa çıkan boşluğa da alanın kendi hafızasında olan geometrik parselizasyonu yerleştirmek… Bundan sonra işin yaratıcı kısmı başlıyor aslında. Biz mekânı daha çok yeşil ögelerle kurmaya çalıştık. Bunun sadece kozmetik değil ekolojik bağlamda faydaları var. Modern şehircilik anlayışında ve tasarımında sürdürülebilirlik, dayanıklılık gibi temalar önemlidir. Mavi yeşil sistemlerin, yağmur hasadının, ısı adası etkisini düşürmenin bu anlamda dayanıklılığı, sürdürebilirliği arttırdığı düşünülmekte ve bu yönde uygulamalar yapılmaktadır. Bizim önceliğimiz de tarihî izleri belirginleştirdikten sonra yeşil bir meydan tasarlama yönündeydi. Bizim tasarımımız aynı zamanda Fatih Belediyesi’nin yaptığı Kara Surları Millet Bahçesi Projesi’yle entegre bir iş. Öncelikle tarihî yarımadanın her metrekaresinin büyük bir hassasiyetle tasarlanması, değerlendirilmesi yönünde bir tarih ve şehir bilincinin geri kazandırılmasına hizmet etmek istedik. İkinci olarak projemizin Fatih özelinde kentsel tasarımın nasıl olabileceği, korumanın hangi ölçeklerde, hangi bağlamda yapılabileceği gibi konularda kültürel ve ekolojik hassasiyet bağlamında bir örnek teşkil edebileceğini düşünüyorum. Genelde kentlere yapılan tasarım müdahalelerinde daha çok fotojenik ve heykelsi yapılar öne çıkarılmak istenir. İçinde bulunduğumuz bölgenin böyle müdahalelere ihtiyacı yok, zaten kendi bünyesinde çok kıymetli anıtsal yapılar barındırıyor. Dolayısıyla burada tasarımın daha mütevazı olması; yani mevcut eserleri bir araya getirip ilişkilendirilmelerini sağlaması, onları öne çıkartması gerekir. Üçüncüsü ekolojik hassasiyet… Belirttiğim gibi ısı adası etkisi, yağmur suyu hasadı gibi unsurların lokal uygulamalarda etkili oldukları biliniyor. Bütün tarihî yarımadada uygulandığında çok daha etkili olacakları görülecektir.
“YARIŞMALARIN ETKİLİ VE DOĞRU BİR YOL OLDUĞUNA İNANIYORUZ”
Ozan Yalçın ve Bulut Bora’nın ortak temsilciliğiyle ikincilik ödülüne layık görülen projede Ozan Yalçın, tarihî açıdan büyük öneme sahip bir alanda yarışma düzenlenmesinin kendileri için hem sevindirici hem de heyecan verici olduğunu ifade ederek şunları söylüyor:
Öncelikle ifade edeyim, yarışmaların, mimarlık yapma biçimi olarak etkili ve doğru bir yol olduğuna inanıyoruz. Projemizde ana yaklaşımımız; tarihî katmanları ortaya çıkarma, tanımlı ve erişilebilir bir kamusal alan oluşturmaya dayanmakta. Bu nedenle hazırladığımız meydan tasarımıyla; mevcut tarihî yapıların kendi aralarındaki ilişkiyi korumayı, sürekliliği sağlamayı ve alan içerisindeki tarihî yapıları ön plana çıkarmayı amaçladık. Bu doğrultuda tarihî aksla tanımlanan meydanı çeşitli etkinliklere izin verebilecek şekilde tasarladık.
Ekibin diğer temsilcisi Bulut Bora, projenin hazırlık aşamasında çıkış noktalarını şöyle anlatıyor:
Bizans ve Osmanlı İmparatorlukları tarafından yüzyıllarca kullanılan geçiş aksının yok olması gerçeğinden yola çıktık. Bu durum bizi bu tarihî aksın tekrar açığa çıkarılması gerektiği düşüncesine yöneltti. Surun diğer tarafından alana geçtiğimizde bir boşluğa düştüğümüzü, güvenliği ve rotası olmayan bir yer ile karşılaştığımızı görünce bu fikir zihnimizde daha da netleşti. Aksı ve Topkapı’yı açığa çıkaracak yapısal unsurları düşünmeye başladık. Topkapı Parkı’ndaki yeşil dokuyu sur ve meydanla ilişkilendirmek için tarihî aksı tanımlayan ağaç sırası ile birleştirdik. Bu sayede aks ve onunla birlikte şekillenen meydan yeşil dokuyla birlikte kurgulanmış ve ağaç altı kullanım tanımlamış oldu.
“TARİHÎ MİRASI ZEDELEMEYECEK ÇÖZÜMLERE ODAKLANDIK”
Yarışmada üçüncülük ödülü kazanan ekibin temsilcisi peyzaj mimarı Emre Kul, projelerini hazırlarken odak noktalarını Kara Surlarının mevcut durumunu nasıl daha etkili hâle getirebilecekleri düşüncesinin oluşturduğunu belirtiyor:
Tasarımda öne çıkartmak istediğimiz husus aslında alanın içerisinde bulunan ve bölgenin kimliğinin yansıması olan surların önüne geçmemekti. Projemizin üçüncü boyutunda alanın taşıdığı tarihî mirası zedelemeyecek, aksine kuvvetlendirecek çözümlere odaklandık. Korumacı bir yaklaşımla tarihe saygıyı, diğer taraftan tarihe dokunabilmeyi, onunla iç içe olabilmeyi hedefledik. Korumacı yaklaşımı sadece surlarla sınırlandırmadan mevcut yeşil alanı da içine alacak şekilde bir tasarım geliştirdik. Yani özetle; korumacı, mekânın belleğini geri planda bırakmayan ve tarihî koruma katmanının kültürel koruma katmanına dönüşümünü sağlayan bir proje ortaya koymayı amaçladık.