Bir Ekolün Devamı Tekfur Sarayı Çini Atölyesi

Bir Ekolün Devamı:

Tekfur Sarayı Çini Atölyeleri

Gülsüm Türkmen

Tekfur Sarayı gerek konumu gerek çözümlemesi güç mimarisiyle dışarıdan kendisini seyredenlerde her dönem bir merak oluşturur. Şimdilerde müze olarak ziyaret edebildiğimiz bu yapı, zamanında metruk ve dört duvardan ibaretti. Ancak tarih çerçevesinde göz attığımızda tanıklık ettiği tüm koşullar yapıyı bize özel bir ruhla sunuyor. Bizans döneminin güzel sarayı, bir dönemin ahırı, bir dönemin çini atölyesi… Hatta yakın tarihe kadar birçok filmin sahne dekoru. Biz şimdi bu yapının çini atölyesi olarak kullanıldığı döneme, çinilerinin niteliğine bakmadan önce Tekfuru en baştan tanıyarak başlayalım…

Bizans’tan Günümüze Ulaşan Tek Saray

Bizans İmparatorluğu döneminde İstanbul’un (o zamanki adıyla Konstantinopolis) önemli yapılarından biri olarak inşa edilen Tekfur Sarayı, Palaiologos döneminde inşa edilmiş olan Bizans imparatorlarının yaşadığı Blakhernai Sarayı kompleksinin bir parçasıydı. 13. ve 14. yüzyıllarda inşa edilen yapı, Bizans mimarisinin en güzel örneklerinden biri olarak kabul edilir. Sarayın III. Andronikos (1328-1341) tarafından konut olarak kullanıldığı da bilinmektedir. Yapının önemi Bizans döneminden günümüze ulaşan tek saray olmasıdır. Bu da Bizans konut mimarisini çözümlememizi sağlar.

Peki “Tekfur Sarayı” İsmi Nereden Geliyor?

Geç dönemde Türkler ile Bizans arasındaki etkileşim sebebiyle bu adı almıştır. Erken Osmanlı döneminde Türkler, Bizans İmparatoru ve derebeylerine “Tekfur” (aslı Takavor) yani taç giyen, taçlı kral olarak hitap ettikleri için, yapı da Tekfur Sarayı olarak anılmaya başlanmıştır. Aynı zamanda Constantinus Sarayı veya Porfirogenetos Sarayı olarak da anılır.

Çini Karhanesi (İmalathane)

Bizans İmparatorluğu’nun sona ermesi ve İstanbul’un Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedilmesinin ardından, Tekfur Sarayı farklı amaçlarla kullanılmıştır. Örneğin; 16. yüzyılda fil ve zürafa ahırı olarak kullanılmıştır. Saray 20. yüzyılın başlarında cam atölyesi (şişehane) olarak kullanılmıştır. 1864 yılında Edirnekapı Yahudi Mahallesi’nde çıkan yangın sonrası kullanılamaz hâle gelen cam atölyesi, 1894 yılındaki büyük İstanbul depreminde de büyük hasar görür ve uzun süre harap hâlde kalır. 

Saray metruk olduğu yıllarda bazı rivayetlere göre Kaşıkçı Elması’nın buradaki çöplüğün içerisinde çıkartılıp Topkapı Sarayı’na götürüldüğü düşünülmektedir.

Sarayın çini atölyesi olarak kullanılmaya başlanması ise çini üretimini canlandırmaya dayanmaktadır. Osmanlı çini sanatı, 17. yüzyılın sonlarından itibaren eski görkemini yitirmeye başlamış ve İznik, çini üretiminde eski önemini kaybetmiştir. 18. yüzyıl boyunca, Kütahya çini üretiminde öne çıkmış ve imparatorluk yapıları için çiniler üretmiştir. 18. yüzyılın ilk yarısında III. Ahmed döneminde, Sadrazam İbrahim Paşa gerekli yerlere ferman yollayarak atölyenin kurulması için ilk girişimleri başlatmıştır. İstanbul’un Eyüp semtindeki tarihi Bizans dönemine ait Blakharnai Sarayları yakınında, Tekfur Sarayı çini atölyeleri kurulur. Bu girişim, İznik’ten getirilen ustalarla başlar. Atölyelerin kurulması, çini imalatı için gerekli olan fırınların biçim ve ölçülerinin belirlenmesi, hammadde temini ve üretim süreçlerinin planlanması gibi aşamaları içerir. Tekfur Sarayı kaybolmaya yüz tutmuş İznik çinilerinin yeni evi olmuştur. Bu sebeple buradan üretilen çiniler sarayın ismi ile ün kazanıp Tekfur Çinileri olarak anılmıştır.

Tekfur Sarayı’nda kurulan atölyelerde İznik çini sanatını yeniden canlandırma çabaları olmuştur. Bu dönemde, Kütahya ve Tekfur Sarayı, Osmanlı mimarisinin çini gereksinimini karşılamıştır. Tekfur Sarayı atölyesi, geleneksel İznik çinilerini üretmek amacıyla kurulmuştur. İznik çinileri kadar başarılı olmasa da Türk çini sanatında önemli bir etki yaratmayı başarmıştır. 18. yüzyılın başlarında, İznik ve Kütahya’daki çini üretiminin neredeyse durma noktasına geldiği bir dönemde bu atölyenin kurulması zorunluydu. Özellikle 1709 yılında Sultan III. Ahmed’in Kütahya’ya verdiği büyük çini siparişi sonrasında bu merkezlerdeki üretim durmuştu. Tarihi belgeler, bu dönemde İznik ve Kütahya’ya yeni siparişler verilmediğini göstermektedir.

Dönemin Divan kayıtlarına göre, atölyeler için gerekli malzemelerin büyük bir kısmı İstanbul dışından sağlanmıştır. Bu durum, üretimin sürekliliğini etkileyen faktörlerden biri olarak görülür. Atölyeler, çeşitli kesintilere rağmen, yaklaşık 15 yıl süresince faaliyet göstermiş ve 1735 yılında üretimi durdurmuştur.

Tekfur Sarayı atölyeleri kapatılmasıyla çini üretiminde bir boşluk meydana gelmiştir. Bu dönemde çini üretimindeki genel azalma ve Batılılaşma döneminin dekorasyon anlayışı ile Osmanlı Sarayı’na Avrupa’dan çiniler ithal edilmeye başlanmıştır. Bu dönemin sınırlı yerel üretimi, dekorasyonda moda olan Avrupa kökenli süslemeler ithal çini kullanımının başlıca nedenlerinden sayılabilir.

Dönem Değişiyor, Batılılaşma Başlıyor

Bu dönemde, savaş ve siyasi nedenler kadar, mimari ve dekorasyon anlayışında da büyük değişimler yaşanmıştı. Osmanlı devlet adamları, zenginlik ve varlıklarını sembolize eden dinî ve sosyal yapılar yerine, Batı tarzı özel ikametgâhlara ve iç dekorasyona daha fazla önem vermeye başlamıştı. Lale Devri’nde (1718-1730) yaygınlaşan bu yeni anlayış, klasik Osmanlı iç dekorasyonundan ayrılarak çini malzemesine olan ihtiyacı azaltmıştır. Dinî yapılar da ekonomik imkânlara dayanan iddialı mimari ve dekorasyon uygulamalarına kıyasla oldukça sınırlı kalmıştır.

Saraçhane ve Tekfur Sarayı kazılarında 16. yüzyıla ait İtalyan seramiklerinin bulunması, karşılıklı değiş-tokuşun olduğunu düşündürmektedir. 18. yüzyılda daha çok dekorasyon kısmında Avrupa etkilerinden söz edilebilir. Bu dönemde birçok sanat dalında izlenebilen “baroklaşma” çini ve seramik alanına da kendini göstermiştir. 18. yüzyılın Kütahya ve Tekfur Sarayı üretimlerinde bu etkiler net bir şekilde görülür. Ana kompozisyonlar korunmakla birlikte, bazı çiçek motiflerinin daha hareketli bir biçimde ele alınması, barok soyut motiflerin listeye katılması bunlara örnektir. Tekfur Sarayı üretimleri olan Kâbe tasvirli çinilerin geçmişe oranla daha detaylı ve perspektif etkisi arttırılarak adeta Batılı resim anlayışında yapılması Avrupa etkilerinin göstergesidir. Kompozisyonlarda barok etkilerle hareketlenen motifler, Tekfur Sarayı üretimlerini İznik modellerinden ayrılan başlıca özellik olmuştur. Darüssaade Ağası Dairesi’nde kullanılmış olan çinilerde görülen rüzgâr yıldızı da doğrudan Avrupa kaynaklı bir motiftir. Bu atölye, Osmanlı sanat tarihinde hem bir dönüm noktasını temsil eder hem de çini sanatının devamı için kritik bir adım olarak kabul edilir.

Tekfur Sarayı Çinilerinin Karakteristiği

Tekfur Sarayı çinileri, kendine has özellikleriyle dikkat çeker;

Hamur Yapısı: İznik çinilerine benzer, ancak daha az homojen bir hamur yapısına sahiptir. Hamurun rengi, pembeye çalan sarı tonlardadır ve karışımında kurşun bulunur.

Renk ve Desen: Bu çiniler, kahverengiye kaçan soluk kırmızı, kobalt mavisi, lacivert, firuze, yeşil, sarı renkler (İtalyan etkisi) ve siyah kontur çizgileriyle bezenmiştir. 

Motifler: İznik motiflerinin ve bu motif düzenlemelerinin yanında barok etkili çiçekler, iri güller, başağa benzeyen ince laleler ve Kâbe tasvirleri gibi üç boyutlu ve perspektifi daha iyi verilmiş tasvirler, Tekfur Sarayı çinilerini diğerlerinden ayırır.

 

Bu Çiniler Nerelerde Karşımıza Çıkıyor?

Tekfur Sarayı atölyelerinde üretilen çiniler, dönemin yeni mimari yapılarına hayat verirken, bazı eski tarihli yapıları da süslemiştir.

Tekfur Çinileri ile bezenmiş ilk yapı ise 1726 tarihinde Hekimoğlu Ali Paşa Camii olarak bilinmektedir. 

Üsküdar Yeni Valide Camii’nin 1710 yılında inşa edilen mihrabı, bu atölyelerin ilk ürünleriyle dekore edilmiş olabilir. Cezeri Kasım Paşa Camii’nde kullanılan çinilerin üzerinde tarih ve usta adının bulunması, bu dönem çinilerinin önemli bir özelliğidir. 

İstanbul’da Tekfur Sarayı atölyelerinde üretilen çinilerin yer aldığı diğer önemli yapılar arasında Sultan III. Ahmed Çeşmesi, Ayasofya Kütüphanesi, Balat Ferruh Kethüda Camii gibi yerler bulunur. 

  1. yüzyılda farklı bir bakış açısıyla çini üretiminde ön plana geçen Kütahya ve III. Ahmed döneminde İstanbul’da kurulan Tekfur Sarayı atölyelerinin üretimleri ile Avrupa’dan ithal edilen çiniler Topkapı Sarayı’nda Hırka-i Saadet Dairesi ve Harem’in yeni oluşturulan alanlarında kullanılmıştır. Farklı yüzyıllara ait çinilerin karışık bir düzende bir arada kullanıldığı göze çarpar. Tahrip olan veya farklı dekorasyon amacıyla değiştirilen çiniler ile hiç kullanılmayanlar yüzyıllarca saray depolarında muhafaza edilmiştir. Zaman içinde bu çiniler çeşitli mekânlarda tekrar tekrar kullanılmıştır. Cumhuriyet sonrası saray restorasyonlarında bile bu çinilerden faydalanılmıştır.

Tekfur Sarayı, zamanla çeşitli tahribatlara uğramış ve bazı bölümleri yok olmuştur. Ancak 20. yüzyılda yapılan restorasyon çalışmaları sayesinde, sarayın bazı bölümleri yeniden canlandırılmıştır. Günümüzde, Tekfur Sarayı müze olarak hizmet vermekte ve ziyaretçilere Osmanlı çini sanatının güzel örneklerini sunmaktadır.

Kaynakça:

Adıgüzel, H. (2014). Topkapı Sarayındaki Avrupa Çinilerinin Üretim Merkezleri Işığında   Değerlendirilmesi, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi

Aslanapa, O. (2007). Türk Sanatı. Remzi Kitabevi.

Eyice, S. ‘Tekfur Sarayı’ Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, VII, s. 233-235.

Kuban, D. (1996). İstanbul Bir Kent Tarihi: Bizantion, Konstantinopolis, İstanbul. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Mango, C. (2018). Bizans Yeni Roma İmparatorluğu, Çev. Gül Çağalı Güven, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 

Yenişehirlioğlu, F. (2007). ‘Tekfur Sarayı Çinileri ve Eyüp Çömlekçiliği’, Anadolu’da Türk Devri Çini ve Seramik Sanatı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul. s. 349-361

Tanrıverdi, Ü. (2019). “Bizans ve Osmanlı’nın Buluştuğu Yer: Tekfur Sarayı”, Üsküdar Kültür, Sanat ve Medeniyet Dergisi Sayı -1, İstanbul.

Start typing and press Enter to search