Bir Kapalıçarşı Nostaljisi İstanbul’daki Antika Hazineleri
MEKKİ SAİD’İN KALEMİNDEN
BİR KAPALIÇARŞI NOSTALJİİSİ:
İSTANBUL’DAKİ ANTİKA HAZİNELERİ
Bütün dünyanın tanıdığı, İstanbul’un meşhur iç bedesteni, bir zamanlar Kapalıçarşı’nın en itibarlı, en kazançlı, en uğrak yeri idi. Birçok sayılı müzeler, zenginliklerini iç bedestene borçludurlar. Dünyanın her tarafındaki antika meraklılarının koleksiyonlarına, en nadide parçaları burası yetiştirdi. Erbabı, iç bedestenin bir dolabını bir bankaya değişmezdi…
Zeminden, yüksek sedirlerin üstüne konulmuş tahta dolaplarla, bu dolapların önündeki boşluk iç bedestenin mağazalarını teşkil eder. Sedirlerin altı kasalarla doludur. Hâlâ cevahirciler, kuyumcular mücevherlerini, kıymetli taşlarını, altınlarını, yükte hafif pahada ağır mallarını buralarda saklarlar. Dolapların bir kısmı Evkaf’tan kiralanır. Bir kısmının mal sahipleri ayrıdır.
Bir zamanlar, cevahir bedesteninde bir tek dolabı olanlar bile geliriyle yaşayan bahtiyarlardan sayılırlardı. “Keşke üç hanım, bir hamamım, beş konağım, dört tarlam bulunacağına bedestende iki dolabın sahibi olsaydım!” diyenler çoktu.
Han yolcusuz, hamam müşterisiz, konaklar boş, tarla yüzüstü kalabilirdi. Fakat dolabın kiracıları hazırdı. Şimdi İç Bedesten’in birçok dolapları kapalı…
Eskiden şehrin sayılı zenginleri, meraklıları, ricali ve ekâbiri buralara iskemle atar, oturur, kahve, nargile içer, sohbet ederdi. Sandal bedesteni mezatçısı iç bedesteni de dolaşır, elindeki nadide parçayı buradakilere göstermeden “Saaaat… tım!” demezdi. Şimdi eşref saatte uğrayanlar parmakla gösteriliyor. Gelenler de pek fazla kalmıyorlar: Dükkânın önünde yarım asırdır çömelmiş oturan Kayserili Hacı Mustafa Efendi’ye, sağlı sollu komşularına kısa bir hatır soruyorlar:
“Yeni bir şeyiniz var mı?”
En dipteki meşhur Tevfik’in dolapları yanında yine aynı suali tekrarlıyorlar. Silahçılara doğru kıvrılarak tespihçilerin yanına dolanarak dışarı çıkıyorlar.
Bütün Türkiye halkı içinde koleksiyonunu tamamlamak keyfini kaybetmeyen yalnız beş altı kişidir. Bu sebepledir ki uzaktan beliren karaltının kim olduğunu bilmek keramet işi değildir.
Kim olacak? Ya Şükrü Kaya ya Doktor Mustafa Münif, ya Salâh Cimcoz, ya Salâhaddin Refik, ya Hasan Fehmi, ya Mesrur, ya bu hevese yeni yeni tutulan Kemal Salih yahut da diğer bir iki zat!
Mustafa Münif Paşa’nın kalemtıraş koleksiyonu zengindir, sabık Yıldız Fabrikası müdürü Mesrur’un porselen ve fayans üzerine büyük koleksiyonu vardır. Salâhaddin Refik pek nadide ve zengin fincan, cezve, kahve takımlarıyla meşhurdur, Beykoz mamulatı da topluyor, diğerleri de muhtelif eşya üzerine nadide koleksiyonlara maliktir.
***
Koleksiyon sahiplerinden birinin nasıl mal aldığını okuyuculara göstermek için bir zatın peşine takılalım:
İç bedestenin sağlı sollu esnafı bu zatı tanıdıkları için ismiyle çağırıyorlar:
“Şöyle bir parçamız var tetkik eder misiniz?”
Müşteri, kendisine uzatılan antikayı evirip çevirmeye başladı, ben de etrafı tetkik ettim:
Heykeller, dizi dizi silahlar, yaylar, oklar, deve çanları, türlü türlü boncuklar, şamdanlar, tuhaf tuhaf aynalar, kahve takımları, kahve değirmenleri, dibekler, havanlar, tepsiler, siniler, sedef kakmalı bir sürü eşya, nalınlar, rahleler, kürsüler, leğenler, ibrikler, hamam tasları, destiler, fenerler, mangallar, kemik, tahta, gümüş, altın her biçimde kaşıklar, teşpihler, yüzükler, ağızlıklar, tabakalar velhasıl saymakla tükenmez neler yok ki! Birçok dolapların üstüne de deve derisi Karagözler dizilmiş.
Karagöz de antika oldu desenize!
Hurdacı Osman Mehmed:
“Karagöz’e çok rağbet var,” diyor, şimdi birçok salonlarda abajurların etrafını Karagözler, Hacivatlarla süslüyor.
Kuytu bir köşede, tavana yakın asılmış büyük bir levha gözüme ilişti: Çok eski bir tu(ğ)ra. Bedesten esnafı:
“Fatih Mehmed’in turasıdır!” diyorlar.
“Bunu da satıyor musunuz?”
“Bizim değil ki satalım! Evkafın malıdır, yıllardan beri sahipsiz duruyor. Artık çürümesi yakınlaştı.”
Evkaf bu tu(ğ)rayı müzesine olsun kaldıramaz mı?
Beraber dolaştığımız zat, tetkik ettiği parçayı beğenmedi:
“Bugün keyfim yok!”
Diyerek çarşıdan ayrıldı, civardaki başka bir dükkâna girdik. Parçalardan birine takıldı. O hâlde ki satıcı kırk istese elli verecek!
O kadar heyecanlanmıştı ki, kendini güçlükle zaptedebildi ve malı teklif edilen fiyata aldı. Sonra biraz ileride başka bir satıcıya fiyat biçtirdi:
– 10 liraya aldınızsa aldanmış sayılmazsınız, fazla etmez!
Ben bu zatın dönüp de malı aldığı adama 10 liralık şeyi kendisine 100 liraya yutturduğu için çatacağını sanıyordum. Bilakis geniş bir nefes aldı ve piyasadan ayrılırken bana şu izahatı verdi:
“Biliyor musunuz? Bu parça koleksiyonumda eksikti. 200 lira istese yine verecektim. Sonra, malı 100 lira etmeseydi, bu adam 10 lira fiyat takdir eder miydi? Azizim, arkadaşlığın çok uğurlu geldi. Bu güzel parça, beni çok neşelendirdi.”
*
Şimdi bir de meraklılarına yüksek fiyatla satılan parçaların kaça tedarik edildiğini merak ederseniz, Bay Mustafa’nın şu hikâyesini dinleyin. Otuz senelik bir antika meraklısı ve satımcısı olan Mustafa, Galatasaray mezunudur, bankacılık, fabrikatörlük etmiş, çok para kaybetmiş, fakat antikacılık merakından vazgeçmemiştir. Mustafa 27 liraya aldığı üç parça bakırı 4700 liraya nasıl sattığını şöyle anlattı:
Bir tereke mezat ediliyordu. Esnaf bir sürü bakırı 12 liraya aldı. İçlerinden bir tepsi ile diğer iki parça bakır nazarı dikkatimi celbetti. Bu parçalar, bir koleksiyon kitabında gördüğüm Selçuk bakırlarına benziyordu. Esnafa:
“Size, biraz kâr vereyim de içlerinden şu üç parçayı bana bırakınız, ev için alacağım!” dedim.
“Ne verirsin?” dediler.
“On lira,” dedim.
On lirayı az buldular. Ortak aldıkları için kâr taksim edilince bir şey kalmayacaktı. Nihayet 15 lira kâra razı oldular. 27 lira verip üç parça bakırı aldım. Eve götürüp salona çıkardım. Bakırları itina ile başköşeye oturttum. Bir daha tetkik ettim. Başkalarının fikirlerini almak lazımdı. Meşhur Andranikos’u çağırdım. Onun parçalara bakarken sarardığını fark ettim. Kendisine dedim ki:
“Bunları bir yerde buldum, bir başkası hesabına alıyorum, kaça kadar alayım?”
“İki üç yüz lira kâğıt para eder,” dedi.
Sonra Alyanak’a gittim:
“Parçalar güzel,” dedi, “Satıcıya harpten evvel 500 lira vermişler diyorsun. Şimdi 500 altın etmez, fakat 100 lira kâğıt paraya al.”
Yarım saat sonra parçaları Benkyan’a gösterdim. Benkyan şimdi Paris’te antikacılık yapıyor.
“Ben 4500 liraya alırım. Git sahibine sor, ayrıca sana 200 lira da komisyon veririm. Yarına kadar cevap getir,” dedi.
Derhal ertesi günü malı 4700 liraya kendisine sattım. Bu Selçuk bakırları şimdi Fransız müzesindedir. Fransız Müzesi bu üç parçayı Benkyan’dan 10 bin liraya satın almış.
*
Memleketimiz antika eşya itibarıyla dünyanın en zengin yeridir. Her tarafta toprağın altından hâlâ en nadide parçalar çıkıyor; fakat antika satışları durgundur, kapalı olan pazarlar açılsa bile ilim ve ihtisas meselesi olan bu işin kâr-ı kadim dolaplarla dönmeyeceği muhakkaktır.
Hafta, 9 Son Kânun 1935, s. 5, 11.