Kapalıçarşı’nın Davetkar Kitabeleri

KAPALIÇARŞI’NIN DAVETKÂR KİTABELERİ

  • Prof. Dr. Fatih ÖZKAFA

 

Eski dünyanın en büyük çarşısı (Grand Bazaar) sayılan Kapalıçarşı, kapalı çarşılar içinde de eskilerindendir. Eski dünya dememizin sebebi herhâlde anlaşılmıştır. Modern zamanların “iş merkezi” yahut “plaza” dedikleri gökdelenleriyle mukayese edildiğinde Kapalıçarşı’nın ne kadar da eski bir zamana ait olduğu hemen fark edilir. Tamamı zemine yayılmış olan bu devasa çarşının inşası şimdiki anlayışla yapılacak olsaydı herhâlde bu kadar büyük bir alan asla böylesine cömertçe “heba” edilmezdi ve bina, gökyüzüne doğru yükselebildiği kadar yükselirdi. 

Bu büyük mekânın sadece üstü örtülü bir çarşı olduğu için Kapalıçarşı diye isimlendirildiğini düşünürsek yanılırız. Çünkü bu çarşıya giren kimse kendini bu rengârenk dünyaya öylesine kaptırır ve binbir sokağından hangisine dalacağını şaşırarak öyle bir girdabın içine düşer ki, çarşının çıkışını bir türlü bulamaz yahut türlü türlü eşyanın ve yetmiş iki milletten insanın meydana getirdiği bol çeşnili atmosferden çıkmak istemez. Bununla birlikte, “klostrofobi” dedikleri kapalı alan korkusu hastalığına müptela olanların bir müddet arandıktan sonra hayli panikleyip krizlere girmesi de mâzallah ihtimal dâhilindedir.

Kapalıçarşı’nın nispeten tali sayılan kapıları haricindeki ana kapılarında yer alan yazılar ise hat sanatının nadide örneklerinden olmakla birlikte, âdeta çarşının dışında gezinenleri içeriye davet eden birer tellal gibidir. Şimdilerde bu tellalın davetine kaç kişi kulak verir bilinmez ama erbabınca bunlar birer şaheser mahiyetindedir. Ne kadar aşina olursanız olun, daha evvel kaç kere önünden geçmiş olursanız olun, gözünüz bu yazılara kaydığında bir müddet seyretmeden geçip gidemezsiniz. Onca keşmekeşin ortasında öylece bekleyip gözünüzü kapının üstüne diktiğinizde etrafınızdan geçenlerin şaşkın bakışlarından haberiniz bile olmaz. Belki bazıları “bu adam nereye bakıyor böyle!” diye merak ederek sizin baktığınız yere başını çevirse de neye dikkat kesildiğinizi anlayamadan geçip gider.

İşte bu yazılardan biri, Kapalıçarşı’nın ana girişi sayılan Nuruosmaniye Kapısı’ndaki muhteşem kitabedir. Bu taç kapı sadece zengin tezyinatı ve uzunca kitabesiyle değil, tuğralı Osmanlı devlet armasıyla da oldukça haşmetli bir görünüşe sahiptir (Resim 1).

Osmanlı devlet armasının üst kısmında II. Abdülhamid tuğrası mevcut olup bunun altındaki hilalin içine “el-müstenid bi-tevfîkati’r-Rabbâniyye Melikü’d-Devleti’l-Osmaniyye” ibaresi sülüs hattıyla yazılmıştır (Resim 2). Tuğrada ve bu yazıda yapılan restorasyonlarda harflerin estetik hüviyeti maalesef epeyce zarar görmüştür. Bu gibi tamiratı, hat sanatının inceliklerine vâkıf olmayan nakkaşlar yaptıklarında böyle neticelerin doğması kaçınılmaz olacaktır ve buna sayısız örnek verilebilir.

Osmanlı devlet armasının altına uzunca iki satır hâlinde yazılmış olan celî ta’lik tamir kitabesi taşa mahkûk olduğundan harf bünyelerine zarar gelmemiştir. Bu fevkalade yazının hattatı, son devir Osmanlı hat sanatkârlarının üstâd-ı a’zamı Sami Efendi (öl. 1912) olup ketebesi de mevcuttur (Resim 3). Buradaki ibare şu şekildedir:

Zînet efzâ-yı makâm-ı muallâ-yı hilâfet-i İslâmiyye ve erîkepîrâ-yı saltanât-ı seniyye-i Osmâniyye es-Sultân ibni’s-Sultân ibni’s-Sultân es-Sultân el-Gâzi Abdülhamid Han-ı Sânî Hazretleri’nin cümle-i müessir-i umrân-ı küsterî-i hümâyûnlarından olmak üzere işbu çarsû-yı kebîr bin üç yüz on dört sene-i hicriyyesi Rebîulevvelinde müceddeden ta’mîr olunmuşdur.  

Hat sanatında kelimeleri satıra ip gibi dizebilmek en zor işlerden biridir. Harfler ne kadar mükemmel olursa olsun, yazı satıra düzgün dizilmediyse pek akıcı ve ahenkli görünmez. Satırın uzunluğu arttıkça bu iş daha büyük ustalık gerektirir. İşte Sami Efendi, kitabeler içinde herhâlde en uzun satırlısı olan bu yazıyı öylesine üstadane dizmiştir ki; her bir harf ve kelime tam kürsüsüne oturmuştur. Böyle bir yazıyı gördükten sonra teberrüken çarşıya girip biraz adımlamak, etrafı temaşa etmek, belki bir miktar alışveriş yapmak icap eder; fakat siz böylesine safiyane hislerle hareket edip kendinizden geçerseniz, diğer kapıdan çıkarken elinizde birkaç parça alışveriş çantası olmakla beraber cebinizde metelik kalmamış da olabilir. Dolayısıyla, bu müstesna kitabelerin cazibesine kendini kaptıran hüsn-i hat muhibbanı, Kapalıçarşı’ya zengin girip fakir çıkabilir! 

Kapalıçarşı’nın bir başka davetkâr kitabesi, Beyazıt Sahaflar Çarşısı çıkışındaki Fesçiler Kapısı üzerinde yer alan, yine Sami Efendi’nin imzasını taşıyan celî ta’lik “el-kâsibu habîbullah” hattıdır (Resim 4). İstanbul’daki ticari hayatın kalbinin attığı bu büyük çarşının kapısında “(helâl rızık için) çalışıp çabalayanı Allah sever” mealindeki ibarenin tercih edilmiş olması elbette son derece münasiptir. Kitabenin üzerinde ise yine Sami Efendi tarafından çekilmiş bir II. Abdülhamid tuğrası vardır ki; 1314 tarihli bu tuğra, gelmiş geçmiş bütün Osmanlı padişahlarının tuğraları içinde en güzelidir, dense sezadır. Tuğrada “Abdülhamid han bin Abdülmecid el-muzaffer dâima” ibaresi yazılı olup sağdaki unvan kısmında da “el-gâzi” kelimesi celî sülüs hattıyla yer almıştır (Resim 5).

Tuğranın altındaki kitabenin yerleştirileceği alanın genişliğine kıyasla “el-kâsibu habîbullah” ibaresinin kısa düşmesi, müşkülatın çözümü için gayet isabetli bir tezyinat tasarlamaya sevk etmiştir. Hattatın harfleri gereksiz yere uzatarak estetikten taviz vermesi yerine, sağda ve solda kalan boşluklara, içleri rumilerle tezyin edilmiş köşebentler yapılmış; bu köşebentlerin ortasına da dairevi birer madalyon yerleştirilerek yazının yanlarındaki fazladan boşluklar hiç hissettirilmeden doldurulmuştur. Sırf bu zekice çözüm bile Osmanlı zevkinin ne kadar incelmiş olduğunu göstermeye kâfidir.

Sami Efendi’nin pek zarif ve pek muhteşem olan celî ta’lîk hattı hepi topu üç kelimeden ibaret olmasına ve hiçbir istifleme yapılmamasına rağmen öyle ahenkli bir şekilde mıstarına yerleştirilmiştir ki; bu yazıyı seyreden göz ne kadar bakarsa baksın tek bir çizgisine ve noktasına dahi dokunma ihtiyacı istemez. Çünkü son derece titiz bir hattat olan Sami Efendi’de harfler mükemmel olduğu gibi genel kompozisyon da mütekâmildir. “El-kâsib” ve “habîb” kelimelerinin sonundaki “be” harflerinden sadece ikincisine keşide vermiş, böylelikle yazıya hareketlilik katmıştır. Sağ alttaki 1314 tarihi ve sol alttaki ketebe satırı da yazının alt ortasında biriken harf noktalarının yanlarında meydana gelen boşlukları doldurmuştur. Siyah zemin üzerinde altın yaldızla renklendirilmiş olan yazı, karanlığın ortasında parlayan bir nur intibaı vermektedir. Aynı zamanda, yokluktan ve zulmetten kurtulmak için çalışıp çabalayarak altınlara, bolluklara erişilebileceği manasını da ima etmektedir. 

Yakın zamana kadar bütün bir şehrin esnaf dükkânlarını süsleyen bu gibi manidar hüsn-i hat levhaları artık yavaş yavaş hayatımızdan çıkıyor ne yazık ki… Mektep medrese tahsili görmüş olmasa da kadim bir geleneğe mensup olarak köklü bir kültürü tevarüs eden, maruf hâle gelmiş ayet ve hadislerin yer aldığı hat levhalarını okuyup anlayabilen, hiç olmazsa belli başlı kelâm-ı kibâra aşina olan, estetiğe kıymet veren eski ve asil esnaf zümresine mukabil şimdilerde, “elif” görse mertek zannedecek kadar kültürsüz, irfansız, ustasız, loncasız, rızkının sebebi sayılan müşterilerini yolunacak kaz gibi gören tüccarlar, memleketin her bir köşesinde giderek çoğalmaktadır. Muhatabının kılığına kıyafetine, hâl ve hareketine bakıp ona göre muamele eden, kendince muteber saymadıklarını adam hesabına katmayan bu nevi zevat için de “el-kâsibu habîbullah” sözü geçerli olur mu, orasını bilemeyiz.

Daha fazla zülfüyâre dokunmadan şimdi gelelim Kapalıçarşı’nın Fesçiler Kapısı girişinden az sonra karşılaşacağımız çeşmedeki kitabeye… Bu çeşmenin hattat imzası bulunmayan kitabesinde, yaldızlanırken kısmen bozulmuş bir yazı vardır (Resim 6-7). Üst tarafa “maşâallah” ve “bârekallah” ibâreleri sülüs ile yazılmışken bunların altındaki paftalar celî ta’lik hattıyla yazılmıştır ve şu ibâreden teşekkül etmektedir:

 

Hâfız Allah teşnelikden çeşme idüb ihtirâz

Teşne leb lüle zebânı hâlle kıldı niyâz

Suyunu ta‘mîrle buldu tamâm târîhle yâz

Eyledi çeşme(i) devâ peydâ Halîfe Cilvenâz. (1258)

Çeşmenin üç tarafına birden asılmış olan ve üzerinde “Lütfen Çöp Atmayınız” yazan kocaman tabelalar böyle tarihî bir eseri korumak maksadıyla yapıldığı hâlde onun estetiğine halel getiren nahoş bir uyarı olarak dikkat çekmektedir.

Her ne kadar Kapalıçarşı’nın kapılarından birinde veya çarşının içerisinde olmasa da Mercan Kapısı’nın hemen yanındaki zarif bir çeşmenin (Resim 8) aynasında ise Hâşim imzalı Sultan Abdülmecid tuğrası mevcut olup kitabesinde celî ta’lik hattıyla şu ibâre yer almaktadır:

Serây-ı Şehriyârîde Cenâb-ı Kethüdâ Kadın

Bu dilcû çeşme(i) ihyâya kıldı himmet (medfûr)

 

Harâb ender darâb olmuşdu yapdı fî sebîlillah

Muvaffak oldu bu hayra ide Hakk sa‘yini meşkûr

 

Gelince âb-ı sâfî söyledim târîhini Hayrî

Bu çeşme(i) Mahcûbe Kadın kıldı nevma‘mûr. (1256)

 

Bu kitabenin daha altında ise rık‘a hattıyla şu ibâre yer almaktadır:

Bâni-i sâlis esbâk Medine kâdısı Çarpanlı merhûm Mehmed Salim Efendi’nin ve cümle mü’minînin ervâhına Fâtiha. (1341-1343)

Bu tarihî çeşmenin de olanca zarafeti, tuğrası ve kitabeleri hiçbir şey ifade etmemiş olacak ki; insan suretindeki birtakım mahlûkat buraya çöp dökmeyi itiyat edinmişler. Bunun üzerine esnaftan birileri dayanamayıp iki A4 kâğıda bilgisayar marifetiyle “Ben Çeşmeyim; Lütfen Çöp Atmayınız” yazarak çeşmenin duvarlarına yapıştırmak ihtiyacını hissetmişler. İçtimai seviyemizin nerden nereye geldiğini görmek için ibretlik bir tablo!

Yeri gelmişken hatırlatmakta fayda olacak: Turistik mahiyetteki bütün tarihî eserlerimizde İngilizce tabelalara yer verilmiş olduğu hâlde, İstanbul’un en çok turist çeken mekânı olan Kapalıçarşı’nın bu güzelim kitabelerinin de yabancı dildeki manalarını ihtiva eden zarif levhalar münasip bir köşeye iliştirilse hoş olmaz mı? Hadi hepsinden vazgeçelim; sadece “el-kâsibu habîbullah” sözünün ecnebîcesi olsa bile bir büyük medeniyetin sırlarını dermeyan etmeye kâfidir vesselam!

Start typing and press Enter to search