Vefa Kilise Camii
ÜÇÜNCÜ TEPENİN SIRTINDAKİ BİR YAPININ RESTORASYONU:
VEFA KİLİSE CAMİİ
MURAT SAV
ARKEOLOG
Adı bir semt kroniğine sığmayacak kadar geniş anlamlar içeren Vefa, bozacısıyla, lisesiyle, bir dönemin mimari üslubunun izlerini bünyesinde toplayan İMÇ bloklarıyla tanınan, nevi şahsına münhasır bir semttir. Geriye doğru yolculuğa çıktığımızda, semtin dördüncü yüzyılda yapılan yeni kent surlarının içine alındığını görürüz. Roma döneminde aslında bir nekropol yeri olarak kullanıldığına dair izler barındıran Vefa, sonrasında bahçelerin olduğu bir iskan alanına döner; tâ ki Osmanlı döneminin son yıllarına kadar. Vefa, Anadolu ve Balkanlar’dan göç alan kentin önde gelen sığınma yerlerinden biri, İstanbul’a göç edenlerin ilk konakladıkları ve buradan başka semtlere dağıldıkları bir nevi kentin sindirim organı olur.
DEĞİŞEN DOKU
Fatih Sultan Mehmet döneminde Konstantinopolis alındığında, Vefa’da çarşılar vardı ve o dönemde Vefa Meydanı çiçeklerle, ağaçlarla süslü ve meydanın etrafı güzel konaklarla çevriliydi. Ancak Vefa semti yıllar içinde tıpkı diğer semtler gibi yangınlardan çok çekti. En son 13 Haziran 1918 tarihindeki Cibali yangınında ve devamındaki Ağustos 1918 Vefa yangınında önemli oranda zararlar gördü. Biriktirdiği maddi kültür dokusu büyük ölçüde ortadan kalkan semtte, bu tarihten sonra ucuz yapılar, kültürel dokuya aykırı bazı kâgir konutlar yapıldı ve hatta eski yerleşim düzeni de bu durumdan etkilendi. 1930, 1940 ve 1950’lerdeki plansız yerleşim ve çevre semtlerin arka mahallelerindeki yoksullaşma ve yoksunlaşma, Vefa semtine derin izler bıraktı.
KİLİSE CAMİNİN HİKAYESİ
Kiliseler, Ortodoks şehir anlayışı içinde yerleşim sisteminin belirleyici bir unsuruydu. Vefa’nın geçmişten bugüne ulaşan önemli dini yapılarından biri, 500 yıldır adına Molla Gürani Camii veya Vefa Kilise Camii dediğimiz yapıdır. Yapının ilk ne zaman inşa edildiği belirsizdir. Yaklaşık olarak beşinci yüzyılda burada bir kilise olması gerektiği düşüncesi oluşmuşsa da bu konuda ikna edici bir kanıt bulunmamaktadır.
İstanbul’daki bazı meslek grupları nasıl ki bugün şehrin belli yerlerini tercih ederek bir araya gelmişse, Bizans devrinde de belli noktalar belli ticaret erbapları tarafından tercih edilirdi. Örneğin, Vefa semtindeki Aziz Theodoros Kilisesiyakınları, kömürcü esnafınca (Ta Karbonaria- Tά Kάpβουνάριά) kullanılmaktaydı. Bu yüzden Vefa semtinin bir kısmınaKarbonaria adı verilmişti. Kaldı ki, buradaki kilisenin de Theodoros Karbonaria-Carounaria diye adlandırıldığı ve Komnenoslar Hanedanlığının hüküm sürdüğü yıllarda (XI-XII. yüzyıllar) inşa edildiği sanılmaktadır. Mevcut yapının teknik özellikleri de yapım dönemini teyit etmektedir. Ancak İstanbul’u zayıflatan 1204-1261 Latin İstilası’nın sonrasında yapının onarıldığı ve bazı eklemeler yapıldığı da mevcut durumundan anlaşılmaktadır.
Yapının Bizans dönemindeki adlandırması konusunda çeşitli öne sürümler vardır. Aziz Prokopios Kilisesi, Bebaios Elpidos Manastırı, Gorgoepokoos Manastırı adları bunlar arasındadır. 16. Yüzyılda İstanbul’da bulunan ve İstanbulla ilgili kitaplar yazan Fransız bilim insanı, çevirmen ve topograf Pierre Gylles, yapının aslının bir Bizans kilisesi olduğunu yazan ilk kişidir. Ona göre yapının adı, Aziz Theodoros Kilisesi (Αγιοσ θεόδωρος Πληίον Τοΰ Χαλκοΰ Τετραπύλου) idi. Kilise Cami’nin rölövelerini çizen kişi ise 19. yüzyılda İstanbul’a gelen Fransız mimar, arkeolog ve gezgin Charles Texier’dir.
1877 yılında Bizans Abideleri kitabını hazırlayan A. Paspates’in verdiği bilgilere bakılırsa kiliseye, kahin-kaşif anlamına gelen Phanerotis denilmekteydi. İnanışa göre kişi bir şeyini kaybettiğinde, kiliseye gelip, buraya adını veren azizden yardım talebinde bulunurdu.
KİLİSEDEN CAMİYE
Tirendaz Sokağı’nın önünden geçerken, sokağın kıvrım yaptığı noktada konumlanan cami, Suriçi’nin yedi tepesinden üçüncüsünün batıya bakan yamacındadır. İstanbul’un camileri ile diğer dini ve sivil mimari yapıların derlendiği meşhur Hadikatü’l Cevâmi’de adı “Kilise Mescidi” olarak geçen yapının, bir de mahallesinin olduğu yazılıdır. Cami yapısına, Tirendaz Sokağı’ndan, çift yönlü bir merdivenle girilir. Dış narteks diye tabir edilen (önü açık bir revak-sundurma sistemi de olabilir) yere geçiş yapılır. Bu bölüm ve asıl yapıyı U biçiminde saran parekklesionlar (mezar şapelleri), Palaiologoslar dönemi (muhtemelen 13. yy. sonları 14. yy başları) ekleridir. Batı cephedeki özel üretimli tuğlalarla yapılan dekoratif motifler oldukça özelliklidir. Dış narteksin sütunları, korkuluk levhaları ve sütun başlıkları başka bir yapıdan devşirilerek yapılmıştır. Bu durum, son Bizans döneminde oldukça yaygındır. Dış narteksin üzeri üçlü bir kubbe sistemiyle örtülüdür. Güneydeki kubbe içinde korunmuş durumda olan Palaiologoslar dönemine ait mozaikler mevcuttur. Bu kısımdan iç nartekse geçilir.
Ana mekân birimi, Kapalı Yunan Haçı denen bir plana göre yapılmış, üst örtü de buna göre biçimlenmiştir. Ortadaki kubbenin dört yönünde birer beşik tonoz yer alır. Kubbeyi, zamanında dört sütun taşırken, bu sütunlar taşıyıcılık özelliklerini yitirdiğinden yerlerine Osmanlı döneminde od taşından payeler yapılmıştır.
İç mekân doğuda üç adet apsisle sona erer. Ortadaki ana apsis içten yuvarlak, dıştan beş köşelidir. Ana mekan kubbesi 12 pencereli olup, pencere içlerinde Orta Dönem Bizans süsleme sanatının özelliklerini yansıtan madalyon, baklava şekilli ve bitki motifli mozaik bezemeler hâlen varlıklarını sürdürmektedir. Güneyde kare şeklindeki ek binanın bir çan kulesinin zemini olduğu ve 1204-1261’deki Latin İşgali döneminde eklendiği sanılmaktadır. Caminin tek avlusu doğu cephesindedir ve bu bölümü sınırlandıran duvarlar Bizans dönemine aittir.
Kilisenin camiye çevrildiği tarih 1476 olup, 1484 tarihli vakfiyesi Molla Gürâni üzerinedir. Camiye dönüşüm sırasında yapıyla uyumlu tuğladan bir minaret ile mihrap ve minber eklenmiştir.
Latin İstilası sırasında Theodoros Kilisesi’nde olduğu bilinen Aziz Theodoros’a ait kafatası bakiyesinin, 1210 yılında alınarak İtalya’ya kaçırıldığını Patrik Konstantius’tan öğrenmekteyiz.
AZİZ THEODOROS TYRON
Kelime anlamı “Tanrı’dan hediye” olan Theodoros (Αγιοσ θεόδωρος), Ortodoks ve Katolik kiliselerinde önem verilen ve asıl mesleği askerlik olan azizlerdendir. Doğduğu yer tam olarak bilinmeyen Aziz, Amasyalı Theodoros olarak anılır. Hıristiyanlığın tutunmaya başladığı Roma’nın geç dönemlerinde ordu içinde de yeni din yayılmaya başlayacak ve Roma yönetimi tarafından yeni dine katılanlar, bu dini terketmedikleri takdirde öldürüleceklerdir. Theodoras da bu askerlerden biri olarak inancını terk etmez. Bundan dolayı din uğrunda şehit olanlara verilen “Martyr” sanıyla anılır. 17 Şubat 306’da Amasya’da öldürülen Aziz Theodoros’un anma günü 17 Şubat’tır. Çeşitli zamanlarda yapılmış çok sayıda Theodoros Kilisesi mevcut olup, bunlandan biri bugünkü Çemberlitaş yakınlarındadır.
MOLLA GÜRANİ
Asıl adı Şemseddin Ahmed bin İsmail olan Molla Gürani’nin, 1406-10 yılları arasında Irak Şehrizor’da veya İran’da bir köy olduğu rivayet edilen Güran’da doğduğu söylenir. Bağdat’ta İslam Bilimleri eğitimi alan Molla Gürani, Mısır’da dersler verdikten sonra Şam’a ve ardından Anadolu’ya geçer. Edirne’de Sultan II. Murat ile tanıştıktan sonra Bursa’da Yıldırım Medresesi’nde hocalık yapan Molla Gürani, Şehzade Mehmet’in (Fatih Sultan Mehmet) hocası olarak 1443 yılında Manisa’ya gider. İstanbul’un fethi sırasında Fatih Sultan Mehmet’in yanında yer alır. Son görevini ifa ederken İstanbul’da vefat eden Molla Gürani, Suriçi’nde kendi adıyla anılan camiye defnedilir.
RESTORASYON NOTLARI
Vefa Kilise Camii’ndeki (Molla Gürani Camii) restorasyonun başlangıcında öncelikle muhdes adı verilen ve yakın dönem eklentisi olan şadırvan ile cami hocası için yapılan oda dahil olmak üzere benzer türdeki uyumsuz yapıların sökümleri yapıldı. Ayrıca cami ana mekan ve narteks duvarlarındaki çimento sıvaların raspaları yapılınca, ağırlıklı 1833 yangınının ardından yapılan kalem işi bezemeler ortaya çıktı. Hazırlanan kalem işi projesine göre iyi durumda olan kalem işi motiflerin konsolide edilmeleri sağlandı.
Cami dış duvarlarındaki bozulmuş olan derzler yenilenerek, gerekli noktalarda taş ve tuğla değişimi yapıldı. Statik sorunu olan sütunlardan dış nartekste bulunan iki tanesine paslanmaz çelikten kuşaklama yapıldı; dış cepheye bakan yüzde güney uçta büyük oranda çatlaklar ve dökülmeleri olan sütun askıyla çıkarılarak, yeni sütun yerleştirildi. Ayrıca iç mekânın ve narteksin duvar sistemi konusunda fikir vermesi için bazı noktalar ile döşemelerdeki birkaç alan, numune olarak açık bırakıldı.
Cami üst örtüsündeki kurşunlar ve altındaki izolasyon yenilenirken, özgün şadırvanı olmayan yapının güney cephe ön kısma küçük bir şadırvan eklendi. Caminin doğu duvarı ise özgün kotuna indirildi. Avluda gerçekleştirilen tanzim dışında, doğudan avluyu çevreleyen duvarların alt kotundaki Bizans yapı kalıntılarının derzlerinde de temizlik yapılarak kalıntılar donduruldu; üst kota eklenen yeni duvarlar sıvanıp yeni olduğunun altı çizildi ve eski duvarlardan ayrıştırıldı.
ŞAPELLERİN KEŞFİ
Caminin kuzey ve güney duvar diplerinde yapılan kazılarda iki şapel mekânına ait duvar kalıntıları ortaya çıkarıldı. Doğu uçlarının birer apsisle sonlandığı Parekklesion adı verilen şapeller, Bizans döneminde defin ve öbür dünya inancı konusundaki önemli ritüel mekânlarındandı.
Bu şapel kalıntıları, Bizans’ın son yüzyıllarında eklenmiştir. Hatta güneydeki şapel kısmı Osmanlı döneminde camiye geçiş için sundurmalı bir giriş olarak kullanılmıştır. Yürütülen çalışmayla, güneydeki kalıntılar tamamen korunup üzeri ahşaptan bir sundurma ile örtülürken, kuzeydeki bölüm açık bırakıldı.
DIŞ NARTEKS MOZAİKLERİ AÇILDI
2018-2021 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü tarafından yürütülen restorasyon çalışmaları kapsamında dış narteksin kubbelerinde varlığı bilinen mozaiklerin tümünün ölçekli çizimleri yapılarak, mozaiklerin önemli oranda sağlam oluşundan ötürü üzerleri açık bırakıldı. Temizlenen mozaik kompozisyonlarının sıvalarında mikro enjeksiyonla sağlamlaştırma yapıldı ve bu haliyle teşhire sunuldu.
8 dilimli kubbenin göbeğinde kucağında Hz. İsa ile oturan Hz. Meryem figürü, etrafındaki her bir dilimde de birer Tevrat peygamberi tasviri yer alır. Pencere kemer içlerinde ise çeşitli bitki motifleri bulunur.
Molla Gürani Camisi’nde bulunan mozaik kompozisyonları, Kariye ve Fethiye Camileri’ndekiler gibi Bizans döneminin Rönesans çağına ait örneklerdir.
ÇATI AMFORALARI
Bizans yapılarının çatılarının pek çoğunda alışıldık bir malzeme olarak karşımıza çıkan amfora örneklerine Vefa Kilise Camii’nde de rastlandı. Kubbelerle tonozlar arasındaki geçiş bölgelerinde hafifletici bir malzeme olarak kullanılan amforaların ağızları, içleri dolmasın diye aşağı doğru yerleştirilirdi. Amforaların, bulundukları yerlerde rölöveleri alınarak aynı biçimde korunmaları sağlandı ve çatı kapatıldı.
ÖNEMLİ BULUNTULAR
Minaresinin şerefesinde Bizans dönemine ait korkuluklar aynı görevi ifa etmek üzere kullanılırken, caminin güney cephesindeki sundurmanın döşemesi Erken Bizans dönemine ait devşirme mermerlerdendir. Restorasyon sırasında, üzerleri çimentodan arındırılan korkulukların konservasyonları yapılırken bugün aynı yerlerinde aynı işlevlerini sürdürmeye devam etmekteler.
Çalışmalar sırasında, doğu cephedeki avlu tanziminde çok sayıda mermer yapısal parça bulundu. Bu parçaların tamamına yakını Bizans’ın çeşitli yüzyıllarına ait iken, az sayıda Osmanlı mezar taşına ve bir kitabeye rastlandı. Tüm parçaların envanterleri oluşturuldu; tümlenebilir durumdaki parçaların tümleme çalışması yapıldı ve tümünün avluda sergilenmeleri kararlaştırıldı.
Yaklaşık 350 yıl kadar kilise olarak hizmet eden ve ardından Molla Gürani adına camiye dönüştürülen Vefa Kilise Camii, yaklaşık 550 yıldır bu fonksiyonuyla varlığını sürdürmektedir. Bizans-Osmanlı izlerini barındıran cami, yapılan son restorasyonla ortaya çıkarılan değerleriyle Fatih Suriçi’nin güzel bir bileşeni olmaya devam etmektedir.