AYASOFYA’NIN YAPILIŞ VE TARİHÇESİ
Bizantolog ve Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Semavi EYİCE’nin anısına
Ayasofya- 1 kitabından birebir alıntıdır.
Yapı ve Kredi Bankası Kültür ve Sanat Hizmetlerinden, İstanbul 1984
Ayasofya’nın adı ve inanç âlemindeki yeri:
Dünya sanat tarihinin en başta gelen anıtlarından olan Ayasofya, İstanbul’un da görünümüne damgasını vurmuş olan bir eski eserdir. İlk yapıldığında bu kilise, Büyük Kilise (Megale Ekklesia) olarak adlandırılmıştı. Ancak V. yüzyılda buraya sadece Sophiadenilmeye başlanmıştı. Burası bazen yanlış olarak sanıldığı gibi Sophia adında bir azizeye sunulmuş olmayıp, Theia Sophia’ya yani Hristiyan üçlemesinin ikinci unsuru olan Kutsal Hikmet’e adanmıştır. Fakat uzun süre Bizans halkı Ayasofya’ya Büyük Kilise demeye devam etmiştir. Fetihten sonra da, adı Ayasofya biçimini alarak günümüze kadar yaşamıştır.
Ayasofya’nın iç süslemesinin ihtişamı, ölçülerinin bir kilise için alışılmamış büyüklükte oluşu ve hepsinin üstünde, orta mekânına hâkim olan kubbenin yükseklik ve genişliği, her çağda seyircilerini şaşırtmış ve hayranlık duymalarına yol açmıştır. Hristiyan dünyası bu cüretli kubbenin yapımını insanüstü güçlere bağlamış ve bu durum, dini inanç ile birleşince, Ayasofya Orta Çağ mistizmasının eşine erişilmez bir sembolü olmuştur. Ortodoks inancında semavi âlemi temsil eden kubbe, burada en yüceleştirilmiş görünümüne kavuşmuş, bu kubbenin, “sanki boşlukta yüzdüğüne” inanılmıştır. Böylece Hristiyanlar için Ayasofya, adının maddeleşmiş bir belirtisi olarak kabul edilegelmiştir. Orta Çağ insanının bu görüşü, günümüze kadar insanları aynı güçle tesiri altında bırakabilmiş ve Ayasofya’yı inceleyen yabancı ilim adamları da çok defa bu görüşleri paylaşmaktan kendilerini alamamışlardır.
AYASOFYA’NIN MİMARİSİ
Erken Hristiyan döneminin ibadet yerleri, bazen çok büyük ölçülerde olan basilika tipi yapılardı. Bunlar genellikle uzunlamasına iki sütun dizisi ile ayrılmış üç nef, bazen ise beş neften meydana gelmiş binalar olup üstleri çifte meyilli ahşap bir çatı ile örtülü oluyordu. İstanbul’da bu yapı tipinin 461 yılında yapılmış güzel bir örneği Yedikule’de İmrahor İlyas Bey Camii olan eski Studios Manastırı Kilisesi’dir. Dinî mimaride Erken Hristiyan sanatı ikinci bir yapı tipini daha benimsemişti. Bunlar İlk Çağ mimarisinin hamamlarının bazı mekânları ile mezar yapılarından (mausolem) ilham alınan merkezi planlı yapılardı.
Bu tip yapıları Hristiyan mimarisi vaftizhane ve martyrium‘larda kullanmıştı. Merkezi planlı yapılar bir merkez etrafında toplanan yuvarlak veya kare bir mekândan ibaret olup, üstü, binanın bütününe hakim olan bir kubbe ile örtülü oluyordu. Bu tip yapıların İstanbul’da güzel bir örneği de 530 yılına doğru yapılmış olan ve Fetih’ten az sonra Küçük Ayasofya Camii olan Sergios ve Bakkhos Kilisesi’dir. Bu biri uzun diğeri merkezi, birbirinin zıttı iki ayrı mekân anlayışını Hristiyan mimarlığın tek yapıda kaynaştırmayı düşünerek, basilikaların, mihraba (apsis) komşu bölümünde bir kubbe yapmayı denemişti. Zemin planı bir basilika biçiminde tasarlanmış, fakat orta mekânına hakim bir kubbe yapılmış kiliselerin ilk denemeleri Anadolu’da meydana getirilmişti. Bu denemelerin en büyüğü ve iddialısı ise iki Batı Anadolulu mimarın eseri olan Ayasofya oldu. Bu yapı narthex ve apsis hariç içten 73 m 50 uzunluğunda ve 69 m 50 genişliğindedir. Apsis ise dıştan 6m dışarı taşar. İçten, dış narthexten apsisin ucuna kadar uzunluk 92 m 25’i bulmaktadır. Bunlara ayrıca ortalama 1 m kadar olan duvar kalınlıkları da eklenebilir. Böylece Ayasofya Hristiyan âleminin uzun süre en büyük ölçülü ibadet yeri olarak kalmıştır.
AYASOFYA VE BÜYÜK CAMİLER
Ayasofya, Roma İmparatorluk Mimarisinin dev ölçülerinin, Doğu’nun göz alıcı ihtişamının, Hristiyan mistisizmasının karışımının yarattığı ve dünya mimarlık tarihinin en büyük ve önemli anıtlarındandır. Aynı zamanda bugün bütünüyle ayakta duran eski anıtların en başında gelmektedir. Bu eserin günümüze kadar ayakta kalmasını sağlayan ise, hiç şüphesiz onun beş yüzyıl cami olarak kullanılması ve dolayısıyla itinalı bakım görmesidir.
Bütün büyük Osmanlı Devri Türk camilerinin Ayasofya’nın bir “taklidi” olduğu yolunda, Batılı sanat tarihçileri arasında yaygın olan görüş ise acele verilmiş bir hükümdür. İstanbul’da Bayezid ve Süleymaniye Camilerinde, Ayasofya’nın mimarisini andıran bir yapı düzeni olmakla beraber, bu benzerlik oldukça değişik vasıtalar ve unsurlara sahiptir. Ayasofya’nın basilika şemasından gelen planında görülen sütun dizileri, bunlarda yoktur. Yan neflerin Ayasofya’da kapalı olmasına karşılık, bunların yan mekânları, ortadaki kubbealtı mekânını tamamlayan ve ona açık olan yardımcılardır. Ayrıca üzerinde önemle durulması gerekli bir husus da şudur: Ayasofya Bizans sanatının henüz başlangıcında yaratılmış bir eser olup, aynı ölçülerde sürüp giden bir gelişmenin halkası olmadan kalmıştır. Gerçek Bizans sanatı, çok daha sınırlı ölçüler içinde ve değişik planları kullanarak yaşamıştır. Bizans Ayasofya’ya hayranlık duymuş, onun erişilemeyecek bir mimariye sahip olduğuna inanmış ve onu geçmeğe hiçbir vakit çalışmamıştır.
Halbuki Osmanlı Devri Türk Mimarisi, enine uzanan ve mihrap önü bölümü (maksûre) kubbe ile örtülü Ulucami tipini hızla geliştirerek, bu kubbeyi İstanbul’un fethinden önce Edirne Üç Şerefeli Camii’nde 24 m 10 çapı ile bir mekân örtüsü olacak derecede büyütmüş ve sonra yanlardaki yardımcı mekânlara, yeni biçimler vererek Ayasofya’nınkine benzer bir yapı biçimine ulaşmış ve Edirne Selimiye Camii ile de ideal merkezî planlı cami planını yaratmak suretiyle onu aşmıştır. Bütün bu gelişmeler iki yüzyıla sığan dar bir süre içinde olabilmiştir. Ayasofya bu hızlı gelişme içinde, Türk mimarlarına “didaktik” bir örnek olmuştur. Ayasofya’da taşıyıcı unsurlar renkli mermerler ve mozaikler ile kaplanarak bunların gerçek malzemeleri örtülmüş, taşıyıcılık görevleri âdeta gözlerden gizlenmiştir. Büyük Türk camilerinde ise bütün statik düzen apaçık ortadadır. Ayrıca Türk mimarisinin, dış cephelerde hareketli ve dışarıya bağlanan bir görünüm kazanmasına karşılık, Ayasofya yalnız iç mimarisinin ihtişamına önem vermiştir. Burada kısaca belirtilen bu ve bunun gibi başka hususlar iki değişik âlemin eseri olan bu yapıları birbirinden farklı yapmaktadır.