DİVANYOLU: KÜLTÜR YOLU
Beşir Ayvazoğlu
Roma devrinde Mése adı verilen ve Ayasofya’dan başlayıp Edirnekapısı’na kadar uzanan, iki tarafı üzeri örtülmüş sütunlarla çevrili protokol yoluna Osmanlı devrinde Divanyolu deniyordu. Fatih devrinden itibaren, sarayda salı günleri sabah namazından sonra toplanan Divân-ı Hümâyun üyelerinin toplantı bittikten sonra saraylarına ve konaklarına “âlây-ı vâlâ” ile giderken kullandıkları yol olduğu için bu adı alan caddenin bazı bölümleri, 1865 Hocapaşa yangınından sonra Keçecizâde Fuad Paşa başkanlığında kurulan Islâhât-ı Turûk Komisyonu tarafından genişletilirken birçok yapı acımasızca yıkılmış, bazıları da hoyratça kesilerek tanınmaz hale getirilmişti.
Daha sonraki imar hareketlerinde de çok şey kaybeden Divanyolu’nun Ayasofya ile Beyazıt arasındaki bölümü 1934 yılında Şehir Rehberi hazırlanırken ikiye ayrılmış ve Atik Ali Paşa Camii ile Beyazıt arası Yeniçeriler Caddesi diye adlandırılmışsa da bu isim sadece kayıtlarda ve tabelalarda geçerlidir. Ancak Yeniçerilerin Divanyolu’yla ilişkisini unutmamak gerekir; cadde boyunca dizilmiş eski yapılardan birinin duvarlarına kulaklarınızı dayayıp modern hayatın gürültülerinden bir an uzaklaşabilseniz, bir zamanlar kazan kaldırıp Etmeydanı’ndan[1] Atmeydanı’na, yani Sultanahmet’e yürüyen öfkeli yeniçerilerin taşlara sinmiş tüyler ürpertici gulgulesini duyabilirsiniz.
Padişahlar Topkapı Sarayı’nı terk ettikten sonra eski önemini yitiren bu cadde, yangınların, depremlerin ve geçen zamanın yok ettiği değerlerin yerine, aynı değerde yenileri konulamadığı için kimliğini büyük ölçüde kaybetti. Aşağı yukarı yüz elli yıldır Türkiye’nin kültür hayatına İstiklal Caddesi yön veriyor. Bu elbette ayrıca tahlil edilmesi gereken önemli bir meseledir. Beyoğlu’nun tarihiyle Batılılaşma tarihimiz örtüşür. Elçilikler, ilk bankalar, ilk tiyatrolar, sinemalar vb. hep Beyoğlu’nda açılmış, Türk aydınları Batı kültürüyle önce Beyoğlu’nda tanışmışlardır. Beyoğlu on dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren başka türlü bir cazibe merkezi oldu ve bu özelliğini hiç kaybetmedi.
Bu tercih hiç şüphesiz Divanyolu’nun yaklaşık iki bin yıldır ana arter olduğu gerçeğini değiştirmez. İstanbul’un nabzı, her şeye rağmen yakın zamanlara kadar Divanyolu ve çevresinde atıyordu. Basın ve yayın dünyası Babıâli, Cağaloğlu ve Divanyolu’nda toplanmıştı. Ne var ki 1980’lerde gazeteler İkitelli’ye ve o civardaki steril mekânlara, yani plazalara taşınmaya başlayınca Babıâli hızla halıcıların vb. toplandığı bir ticaret merkezi halini aldı. Yayıncılar da imkân ve fırsat buldukça bu bölgeyi terk ediyor. Sahaflar Çarşısı artık sahafların çarşısı olmaktan çıktı. İstanbul Üniversitesi’nin bile bu bölgede ciddi bir ağırlığı kalmadı.
Bu kültür yolu Topkapı Sarayı’ndan başlatıldığı takdirde, Gülhane Parkı’nı, bu park içindeki müzeleri, Alay Köşkü’nü, bu köşkün karşısındaki Zeynep Sultan Camii’ni, Babıâli’yi, dolayısıyla bir zamanlar basın yayın dünyasının merkezi olan Ankara Caddesi’ni (“Bizim Yokuş”) ve Cağaloğlu’nu da kuşatacaktır. Kısa bir zaman önce cami olarak yeniden ibadete açılan Ayasofya’nın da kültür tarihimiz açısından ne ifade ettiği, fetihten sonra zamanla büyük bir külliyeye dönüşen camiye Mimar Sinan’ın katkıları, avlusunda beş Osmanlı padişahın yattığı (II. Selim, III. Murad, III. Mehmed, I. Mustafa, I. İbrahim), ilk üç padişahın türbelerinin eşsiz birer mimari eseri oldukları unutulmamalıdır. Ayasofya Külliyesi’nin bir parçası olan ve Hürrem Sultan tarafından yaptırılan Haseki Hamamı ve II. Selim Türbesi, Sinan’ın imzasını taşıyan eserlerdir.
Sultanahmet Camii, tam karşısında, günümüze ulaşabilmiş tek vezir sarayı olan ve günümüzde Türk ve İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılan İbrahim Paşa Sarayı, bu şehirde kurulduğu tarihten itibaren olup bitmiş her şeye şahit olan dikilitaşlar, Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet devrinde yapılmış binalar (M. Ü. Rektörlüğü tarafından kullanılan Orman, Maadin ve Ziraat Nezareti, Mimar Vedat Tek’in eseri olan Defter-i Hakani binası, Recep Peker Konağı vb. özenle korunması gereken kültür varlıklarıdır. Sultanahmet Meydanı’nın Osmanlı döneminde de sportif faaliyetlere sahne olduğunu, özellikle muhteşem şenliklerin bu meydanda düzenlendiğini, yirminci yüzyılın başlarında da çok önemli mitinglerin burada yapıldığını unutmamak gerekir.
Fetihten sonraki ilk önemli camiler Divanyolu’nda yapılmıştır: Kitabesi Hattat Şeyh Hamdullah’ın imzasını taşıyan Firuzağa Camii (1491), Atik Ali Paşa Camii (1509), Beyazıt Camii (1505)… Batı etkisinde inşa edilmiş ilk camilerden biri olan Nuruosmaniye Camii (1755), ayrıca Ampir üslubunun üç önemli yapısı da (Alay Köşkü, Cevri Kalfa Mektebi, II. Mahmud Türbesi) bu bölgededir. Günümüzde Ahmet Hamdi Tanpınar Müze Kütüphanesi olarak kullanılan Alay Köşkü, padişahların muhteşem alayları seyrettiği ve çok önemli hadiselerin cereyan ettiği, Sur-ı Hakani’nin Babıâli karşısındaki burçlarından birine yapılmış bir köşktür. Türk Edebiyatı Vakfı tarafından kullanılan Cevri Kalfa Mektebi, Sultan II. Mahmud’u ölümden kurtaran cariyenin hatırasını yaşatır. II. Mahmud Türbesi ise aynı zamanda Sultan Abdülaziz ve Sultan II. Abdülhamid’in ve bu üç padişahın ailelerinin yattıkları türbedir.
- Mahmud Türbesi’nin bahçesi zamanla bir kübera mezarlığı (panteon) haline gelmiştir. Abdüllatif Suphi Paşa, Fethi Paşa ve Sadullah Paşa gibi Tanzimat, Said Halim Paşa ve Ziya Gökalp gibi II. Meşrutiyet devri ricalinin yanı sıra Muallim Naci gibi önemli şair ve yazarların ebedi uykularını uyudukları bu mezarlık, her biri başlı başına bir sanat eseri olan mezarlarında yüzlerce hikâyeyi saklamaktadır. Aynı şey, Divanyolu’ndaki cami ve medreselerin hazirelerindeki mezarlar için de söylenebilir. Türbenin ve hazirenin bulunduğu alan, Esma Sultan Sarayı’nın bahçesi imiş. Küçük Esma Sultan, I. Abdülhamid’in kızı ve II. Mahmud’un ablasıdır. Sultan Abdülmecid’in annesi Bezmialem Valide Sultan, bu ahşap kışlık sarayı yıktırarak yerine Darülmaarif isminde, halen Cağaloğlu Anadolu Lisesi tarafından kullanılan mektebi yaptırır. Türbenin bahçe duvarına bitişik sebilin arkasında muhtemelen sıbyan mektebi ve muvakkithane olarak inşa edilmiş olan yapı halen İstanbul Türk Ocağı tarafından kullanılıyor.
Esma Sultan Sarayı muhafaza edilmiş olsaydı, klasik üslupta kışlık bir sultan sarayı hakkında sarih bir fikrimiz olacaktık. Divanyolu ve civarında çok sayıda sultan ve vezir saraylarının bulunduğunu biliyoruz. Başta Esma Sultan Sarayı olmak üzere bir zamanlar bu bölgede yer alan sultan ve vezir saraylarıyla günümüze ulaşamamış bütün Osmanlı yapıları hakkındaki bütün bilgiler ve görsel malzeme toplanarak bir envanter çıkarılmalı ve mümkünse Divanyolu’nun Minyatürk benzeri bir maketi hazırlanarak yerleri belirlenmelidir. 1950’lere kadar iki tarafı tarihi konaklarla çevrili olan Divanyolu’nda günümüze sadece Fuad Paşa Konağı (İ.Ü. Eczacılık Fakültesi), Talat Paşa Konağı, Recep Peker Konağı, Şair Nigâr Hanım’ın gelin geldiği Salih Efendi Konağı (Sağlık Müzesi), Arif Paşa Konağı (bir süre Eminönü Belediyesi tarafından kullanılan konak), Besim Ömer Paşa Konağı, Abdullah Cevdet’in İctihad mecmuasını çıkardığı İctihad Evi ulaşabilmiştir.
Divanyolu civarında bu kültür yoluna ayrı bir cazibe kazandıran müzeler de vardır: Topkapı Sarayı Müzesi, Arkeoloji Müzesi, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Basın Müzesi (Eski Darülfünun binası), Yahya Kemal Müzesi, Türk Vakıf ve Hat Sanatları Müzesi (Beyazıt Medresesi)… Kubbealtı Kültür ve Sanat Vakfı tarafından kullanılan Köprülü Medresesi, Birlik Vakfı’nın kullandığı Atik Ali Paşa Medresesi, Koca Sinan Paşa Medresesi, Çorlulu Ali Paşa Medresesi, İstanbul Fetih Cemiyeti ve Yahya Kemal Müzesi’nce kullanılan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Medresesi’ne ayrıca dikkatinizi çekmek isterim.
Firuzağa Camii’nin yanındaki boş alanda bir zamanlar Burhan-ı Terakki Mektebi ve Ârif’in Kıraathanesi diye tanınan bir kahvehane vardı. Meddah Aşkî ile Hayalî Kâtip Salih’in sürekli “icra-yı san’at” ettikleri Ârif’in Kıraathanesi ise, geçen asrın sonlarında Şinasi, Namık Kemal, Âlî Bey, Lastik Said Bey, Ahmed Midhat Efendi, Muallim Naci, Şeyh Vasfi, Ebüzziya Tevfik ve Mehmed Âkif gibi tanınmış şair ve yazarların devam ettikleri önemli bir kültür merkeziydi. Arif’in Kıraathanesi ile Salih Efendi Konağı’nın alt katında açılan kahvehane arasında ciddi bir rekabet vardı. II. Mahmud Türbesi’nin karşısındaki otelin yerinde bir zamanlar Yeni Şark Kahvesi faaliyet gösteriyordu. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’de Şark Kahvesi diye söz ettiği ve bir zamanlar Süleyman Nazif, Yahya Kemal, Mükrimin Halil Yınanç, Hilmi Ziya Ülken gibi meşhurların sık sık uğradıkları bu kahve, Mütareke yıllarında Sultanahmet ve Nuruosmaniye kahveleriyle birlikte aydınların buluştukları, birbirlerine daha fazla dizdize ve gözgöze yaklaşmak ihtiyacıyla, memleket ve edebiyat meselelerini konuşup tartıştıkları mekânlardan biriydi. Tanpınar “Kaç nesil ve kaç terbiye burada birleşirdi.” diyor.
- yüzyılın başlarında, Sultanahmet’te, tam köşedeki ilk kahve Hasan Âli Yücel’in verdiği Akademi adıyla anılırmış. Ahmet Hamdi Tanpınar gibi genç yazar ve şairlerin yanı sıra bazı ressamların da devam ettiği bu kahvede tanıdığını Rıza Tevfik bir Ramazan gecesi çoğu talebesi olan bir kalabalık önünde zeybek oynamış, satıcı ve Yahudi taklitlerine çıkmıştır. Akademi ismini “saygılı bir istihza” olarak değerlendiren Peyami Safa’ya göre, bu isim o yıllarda bütün Beyazıt, Divanyolu ve Nuruosmaniye kahvelerinin yüklendiği fonksiyonu çok iyi ifade etmektedir.
Yahya Kemal ve arkadaşlarının Dergâh mecmuasını çıkardıkları, sonraki yıllarda da Orhan Kemal’in romanlarını yazdığı İkbal Kıraathanesi Nuruosmaniye’deydi. Beyazıt’taki Küllük Kahvesi ve 1960’larda bu kahvenin yerini alan Marmara Kıraathanesi üniversite hocalarının, yazarların, ressamların ve gazetecilerin devam ettikleri entelektüel kahveleriydi. Semai kahveleriyle ünlü Tavuk Pazarı’nın da Çemberlitaş’ta bulunduğunu unutmamak gerekir. Osmanlı taşrası belli ölçüde bu meydandaki semai kahveleri vasıtasıyla İstanbul şehir hayatında temsil edilirdi. Anadolu ve Rumeli’den İstanbul’a gelen âşıklar, Tavukpazarı’ndaki kahvelerde buluşur, atışır ve imtihan edilirlerdi.
Çemberlitaş’a ismini veren sütunun tam karşısında, bugün Çemberlitaş Sineması’nın da bulunduğu işhanının yerinde, 15. yüzyıl sonlarından itibaren yabancı elçilerin ikamet ettikleri Elçi Hanı bulunuyordu. Semavi Eyice, 1865 Hocapaşa yangınında harap olan bu iki katlı muhteşem yapının Atik Ali Paşa manzumesine bağlı kervansaray olabileceğini söyler. Elçi Hanı’nın yerine 19. asrın ikinci yarısında yapılan ve sahibi Osman Bey tarafından Daruşşafaka’ya bağışlanan işhanı, içindeki büyük matbaa dolayısıyla Osmanbey Matbaası ismiyle tanınıyordu. İstanbul’un sayılı sinemalarından biri olan Çemberlitaş Sineması da bu hanın içindeydi. Daha sonra yıkılan hanın yerine, bugün yeni Çemberlitaş Sineması’nı da içine alan büyük iş merkezi yapılmıştır.
Divanyolu’nu bezeyen, sanat tarihimiz açısından çok önemli su yapıları da vardır. Bâb-ı Hümayun karşısındaki III. Ahmet Çeşmesi, Bahçekapısı’ndan Zeynep Sultan Camii önüne taşınan I. Abdülhamid Sebili, Ayasofya, Cevri Kalfa, II. Mahmud Türbesi, Sinan Paşa, Çorlulu Ali Paşa, Köprülü ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sebilleri ve muhtelif çeşmeler…
Divanyolu ve Beyazıt Meydanı arasındaki kültür mirasımız elbette bu kısa metinde zikrettiklerimizden ibaret değildir. Daha detaylı bir çalışma, bu mirasın göz kamaştırıcı zenginliğini otaya koyacaktır. Her şeye rağmen, bir ilim ve kültür yolu olma özelliğini muhafaza eden bu tarihi cadde ihya edilerek yenien bir cazibe merkezine dönüştürülebilir. Bunu yapabilmek için bu caddenin her gün milyonlarca insan tarafından çiğnenmesine sebep olan atölyelerin, imâlathanelerin vb. bu civardan uzaklaştırılması gerekir.
[1] Etmeydanı: Aksaray’dan Yenibahçe’ ye doğru uzayan, Yeni Odalar adlı büyük yeniçeri kışlasının önündeki askeri meydan. Bu alanın yer aldığı Bayrampaşa Deresi vadisinden günümüzde Vatan Caddesi geçmektedir.