Gençlik Bir Kimlik, Kişilik Arayışı ve İnşa Dönemidir

 

Prof. Dr. Burhanettin Can

Gençlik, genel olarak, yapısal olarak çok dinamik olup toplumsal değişimlerden, sorunlardan ve bunalımlardan en çok etkilenen kesimdir. Bu açıdan tarihimizin son 200 yıllık dönemi, sadece toplumsal çalkantıların tarihi olmayıp aynı zamanda gençliğin kişilik ve kimlik arayışının da tarihidir. 

Burada gençlik denilen toplum kesiminin genel özellikleri kısaca ele alınıp değerlendirilecektir. 

GENÇ KİMDİR?

Gençlik kavramına ilişkin tanımlamalar, salt biyoloji, psikolojik ve sosyolojik bilim dallarına bağlı olarak yapılabildiği gibi her üçünü göz önüne alarak da yapılabilmektedir: “Birbirini niteleyen yaş dilimi, fiziksel, duyuşsal ve bilişsel farklılıklar; toplumsal anlamlar; toplumsal konum, toplumsal işlevler, üretim durumu gibi bir çok ölçüt karşısında toplumun diğer kesimlerinden ayrılan ve bu ölçülerce şekillenmiş, kendine özgü görünümleri olan toplumsal bir varlıktır.” “Gençliği dar manada çocuklukla orta yaş arasında ki devre olarak; geniş manada kendinden evvelki çocuklukla kendinden sonraki erginlik kesimi arasında psikolojik, biyolojik ve sosyal açıdan en duyarlı yaş kesitidir.”

Literatürde yer alan diğer tanımlamaları da göz önüne aldığımızda, gençlik dönemini, biyolojik, psikolojik ve sosyal açıdan gelgitlerle dolu bir arayış, bir değişim, gelişim, olgunlaşma, bir dünya görüşü, bir hayat felsefesi, bir değer sistemi, bir ahlak sistemi arama, bir kimlik ve kişilik inşa etme dönemi olarak tanımlayabiliriz.

GENÇLİK DÖNEMİ ÖZELLİKLERİ

Gençlik dönemi değişim, bir geçici hal, arayış, kendini bulma, kendi kişilik, benlik ve kimliğini inşa etme ve olgunlaşma dönemidir. Bu nedenle yaş olarak alt limit buluğ olmasına karşılık üst limit, 35-40 yaş olarak kabul edilmektedir. Böyle bir dönem, ülkeden ülkeye, coğrafyadan coğrafyaya değişiklik arz etmektedir. Bu geniş yaş spektrumu içerisinde tüm gençlerin aynı davranış, düşünce ve tavrı gösterdiğini söylemek mümkün değildir. Gençlik, homojen bir grup, homojen bir yapı değildir. 

 Bununla beraber dünyanın her tarafında ki gençliğin gösterdiği ortak özellikler vardır. Gençlik dönemi denilen çocuklukla olgunluk dönemi arasında ki geçiş döneminde bireyde üç alanda ciddi değişiklikler meydana gelmektedir: 1-Biyolojik Değişim, 2-Psikolojik Değişim, 3-Sosyal Değişim.

       

BİYOLOJİK DEĞİŞİM

Biyolojik değişimde gencin kendi fiziksel yapısının başkaları, özellikle karşı cins tarafından nasıl değerlendirildiği, çok önemlidir. Ayna karşısında saçlarına yeni şekiller vermekte, giyindiği elbise ve ayakkabılarına karşı daha hassas davranmaktadır. Çevreye kendini kabul ettirmek, farklı görünmek ve farklı olmak onun için en önemli konudur. Bu nedenle başkalarının özellikle karşı cinsin düşüncelerine dikkat etmektedir.

 Bu biyolojik değişim, ergenin psikolojisini ve sosyal davranışlarını etkileyerek psikolojik ve sosyal değişimi hızlandırmaktadır. En netameli, en sarsıntılı bir sürecin başlamasına neden olmaktadır. Gencin hayatında, kararlı hale ne zaman ulaşacağı kestirilemeyen bir geçici hal dönemi başlamaktadır. Genç kendisi ile, ailesi ile, çevresi ile ve o ana kadar elde ettiği ve inandığı değerler sistemi ve ahlak sistemi ile içinde yaşadığı toplum ve sistemle adeta bir hesaplaşmaya girmektedir.

PSİKOLOJİK DEĞİŞİM

Ergenlik sürecinde gencin psikolojisinde ciddi değişiklikler meydana gelmektedir. Med cezirli bir ruh hali oluşmaktadır. Gencin duyguları değişkendir. Duygusal, alıngan ve kırılgandır. Çevreyi etkilemek, kendini ispatlamak istemektedir. Bütün düşünce dünyası, anlık çalışmaktadır. Uzun vadeli sonuçlarla ilgilenmemekte, anı en iyi şekilde yaşamak istemektedir. Hayal dünyası çok geniştir. 

 Bir taraftan kendine aşırı güvenir diğer taraftan güvenmez. Gelecek korkusu kendisini sarıp kuşatır. Nasıl bir okul, nasıl bir meslek ve nasıl bir iş seçeceği kafasını meşgul edip durur. Ruh dünyasında sürekli okul, meslek ve iş arar. Bütün meslekleri ve işleri hem beğenir hem beğenmez. Gerçekte o arayış içerisindedir, fakat ne aradığını bilmez. Kendisi her şeyi sorgular ve fakat kendisinin sorgulanmasını istemez. Kendisi tartışmacıdır ve fakat kendi düşüncelerinin tartışılmasını istemez. Kendini hem değerli hem de değersiz görür. Kendisine değer verilmesini ister.

 Çabuk sevinir, çabuk üzülür, anı sinirlenir tepki koyar. Tepkileri önceden kestirmek mümkün olmayabilir. Bazen en basit şeyleri sorun yapar. O gerçekçi değil idealisttir. Kendisinin eleştirilmesinden hoşlanmaz ancak kendisi sürekli eleştirebilir. Özellikle anne ve babasına karşı bu konuda acımasız olabilir. Hayatın merkezine kendisini koyduğu için istekleri sonsuz olabilir. Kendine tanınan hakları ve imkanları yetersiz bulabilir. İsteklerine kısıtlama ve yasaklama getirilmesine tepkilidir. 

 Her türlü otoriteyi reddetme eğilimindedir. Coşkuludur, ataktır, fedakardır, maceracıdır, eylemcidir. Otoriteye karşı kolayca baş kaldırır. Adaletsiz ve haksız olarak nitelediği her şeye karşı çıkar. Uygun ortam bulduğunda tepkisini en açık bir biçimde ortaya koymaya kalkar. Acımasız olabilir. Beklemeye tahammülü yoktur. Sabırsızdır, acelecidir.

 Ergenin kendisine seçeceği onunla benzeşeceği, özdeşleşim kuracağı rol modeller aradığı dönem, bu dönemdir. Bu dönem bir arayış, bir sorgulama dönemidir. Bu dönemin sancısız atlatılabilmesi; bu zamana kadar alınan terbiyeye, aileye, içinde yaşanılan okul, çevre, arkadaş grubu, toplum ve sisteme bağlı olacaktır. Çünkü bunlar onun rol modelleridir. Bunlarla özdeşleşme içerisine girmektedir. 

 

ERGENLİK BİR ÖZDEŞLEŞME DÖNEMİDİR

Genel olarak insanların özelde ergenlik döneminde ki gençlerin, sosyal ve duygusal davranışları üç farklı şekilde öğreneceği kabul edilmektedir. Bunlar, “deneme –yanılma”, “doğrudan öğrenme” ve “dolaylı öğrenme”dir (taklit, özdeşleşme ve model alma). Bu öğrenme şeklilerinden özdeşleşmenin çocuk ve ergenin hayatında ayrı bir yeri vardır:“Özdeşleşme, gençlik çağına ait ruhsal yapı içerisinde aile bireylerinden başlayarak çevredeki kişilere, düşüncelere, kültüre doğru gittikçe genişleyen bir alanda gencin, bilinçli ya da bilinçsiz olarak etkilendiği, benimsediği duygu, düşünce, tutum ve davranışlardan oluşan bir süreç.”, “aşırı duygusal bir bağlanma ile model alınan kişinin kişiliğinin taklit edilmesidir.” 

Özdeşleşmenin gerek şartı, muhataba duyulan duygusal bağlılık ve güvendir. Dolayısıyla özdeşleşme, bir ilişkiler zincirinin doğal sonucu olarak oluşmakta; en çok ilişki kurularak kendisine bağlanılan, güvenilen kişi, çocuğun o olmak istediği kişi olmaktadır. Çocukta ki gelişime bağlı olarak ilişki zinciri genişleyeceğinden özdeşleşme aileden dış çevreye doğru yayılarak genişlemektedir: 1-Aile Bireyleri (anne, baba, kardeş, dede, nine), 2- Yakın Çevre (arkadaşlar, öğretmenler), 3-Uzak Çevre (güçlü başarılı ve meşhur kimseler, siyasi – dini liderler, futbolcular, sanatkârlar, film, dizi, bilgisayar oyunları, çizgi film kahramanları), 4-Tarihi Şahsiyetler. Burada sadece ailede ki özdeşleşim ele alınıp incelenecektir. 

 

AİLEDE ÖZDEŞLEŞME VE ETKİLİ FAKTÖRLER

Çocukluk ve ergenlik dönemlerinde bireyin üzerinde en etkili olan unsur, onun birlikte yaşadığı ailesidir. Ancak ergenlik döneminde çocuk o zamana kadar içinde yaşayıp büyüdüğü ailesinin kendisini, sözüne değer verilen ayrı bir fert, ayrı bir varlık, ayrı bir kişilik olarak kabul etmesini ister. O ailenin içinde kendi başına ayrı bir şahsiyettir. Artık kendi bağımsız tercihleri vardır. Bu tercihleri, kendisi için daha yararlı, daha cazip görmektedir. Genç kendine göre giyinmek ve yemek istemektedir. Eve istediği zaman gelip istediği zaman çıkmak, haber vermemek, izin istememek de bu sürecin doğal sonucudur. O kendisini ayrı bir varlık olarak göstermek, ispatlamak için çalışmaktadır.

 Ailesine, arkadaşlarının ailelerini örnek vererek kendini haklı göstermeye çalışır. Artık bu sürece girildi mi, ailenin tüm bilgileri, davranışı, tutumu ve tezatları gencin kafasında yargılanır. Genç kendisini ailesinin bir kuklası olarak görebilir ve tepkisi sertleşebilir. Aile içi bir kavga başlayabilir. Böyle bir gelişme, gençte aile içerisinde özgür bir tartışma ve konuşma imkânının olmadığı duygusunun oluşmasına sebebiyet verebilir. Ne desek ne istesek ve ne söylesek yanlış anlaşılıyor, “bu evde özgür bir ortam yok” duygusuna kapılabilir.

 Ailede sürekli bir gerginliğin olması, ailenin kendisini umursamadığı, kendisine değer vermediği, kendisine ayrı, bağımsız bir birey muamelesi yapmadığı sonucuna ulaşmasına neden olabilir. Kendini aileden dışlanmış görebilir. Medyanın/sosyal medyanın ve sistemin oluşturduğu bir atmosferle var olan gerilimi, haklı veya haksızlık bağlamında değil, kuşak farkı bağlamında ele alarak aileyi demode olmuş değerlerin, kültürün bir parçası olarak görüp kayda değer bulmamaya karar verebilir. İlişkiler şeklileşebilir ve ruhsuzlaşabilir. Aile ile ilişkilerini, sevgi ve saygının ötesine kaydırarak çıkar ilişkisine, paraya indirgeyebilir. Parası olsa, ailenin kahrını çekmeye değmez olduğuna inanabilir. 

Genç huzursuzdur ve bu huzuru aile ortamının dışında aramaya başlayabilir. Arkadaş çevresi, dış çevre ve sanal ortam onun yeni dostları ve rehberleri durumuna gelebilir. Bunlar onun yeni rol modelleri olabilir.

 Ergenlikle beraber ana babadan özerk hale gelme, bağımsız davranma, gençte bir eğilim olarak var olur. Bu kimlik arayışının, toplumda ayrı, sözü geçer bir fert olarak yer edinme isteğinin doğal, fıtri bir sonucudur. Ergende toplum içerisinde kendine ayrı bir rol belirlemek isteği vardır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bu özerk veya bağımsız olmanın hudutlarının nasıl çizileceğidir. 

 Gencin aile ile ilişkileri, buluğ öncesi dönemde ki gibi olamayacaktır. Ancak ergenlik döneminde de başıboş bir ilişki olmamalıdır. Aileler bu dönemi, bu döneme kadar olan çocukluk diye tanımlanan dönemde çocuklarına kazandıracağı değerler ve verecekleri terbiye ile minimum zararla atlatabilirler. 13-14 yaşına kadar çocuğa bir şey vermeyip, bir alt yapı kazandırmayıp, buluğla beraber yaşanacak olan sorunları, sihirli bir değnekle çözmek mümkün gözükmemektedir. Çocukluk döneminde sağlam bir alt yapı oluşmamışsa, sağlam bir değerlendirme ve filtreleme mekanizmasına sahip değilse iletişim kanallarının, özellikle, internet ve sosyal medya ortamının sunduğu bilgilerin veya mesajların yoğun baskısı altında gerçeği bulması mümkün olamayabilir. 

 Aile, özellikle, anneler çocuğun yeni bir döneme girdiğini kabullenmelidirler. Onun bir kimlik arayışında olduğunu, kişiliğini inşa etmek için doğal bir sürece girdiğini görebilmelidirler. Teknolojik değişimlerin ve sosyal medya faktörünün çok etkin olduğu bir dönemde eski tarz müdahalelerin, gençte tepki doğurduğunu yeni bir yaklaşımı denemek gerektiğini kabullenmek zorundalar. Artık etkileşim sadece aile ile çocuk arasında meydana gelmemektedir. Çocukluk döneminde aile çok etkili iken ergenlikle beraber aile dışında birçok faktör (yakın ve uzak çevre) devreye girmektedir. Bununla beraber aile bireyleri ergen açısından birer rol model olup ergen, ilk onlarla özdeşleşme içerisine girmektedir. Aile bireyleri ile özdeşleşmede ergenin kız veya erkek olması bir faktör olarak farklılık göstermektedir. Aynı zamanda özdeşleşme, anne, baba, kardeş, dede, nine ile yapılmaktadır. Kız ya da erkeğin anne ya da babadan birini rol model alarak özdeşleşmesine etki eden en önemli parametreler; sevgi, güç ve üstünlük, benzerlik, disiplin anlayışı olarak özetlenebilir. Burada bunların hepsini ele alıp geniş bir şekilde inceleme imkânı yoktur. 

 

AİLE İÇİ ÖZDEŞLEŞMEDE SEVGİ FAKTÖRÜ

Yaratılışın bir kanuniyeti olarak sevgi varlığın, neslin devamı için en önemli bir parametredir. Bir annenin çocuğu için katlandığı çile, gösterdiği fedakârlık fıtratın bir yasası olan sevgiden dolayıdır. Sevgi hangi yaşta olursa olsun aile yapısını, dayanışmasını sağlayan temel unsurdur. Çocukluk ve ergenlik dönemlerinde sevgi, gençler açısından daha anlamlı ve daha etkilidir. Sevgi, şefkat ve merhamet, çocuk ve ergenin psikolojik ve sosyal gelişiminde önemli roller oynarlar. Onun geleceğini şekillendirir, davranışlarına bir olgunluk ve güven katar. 

 Sevgi, çocuk veya ergenin aile bireyleri ile özdeşleşmesini sağlayabilir. Bunun için sevginin, çocuk veya ergene yansıtılması hissettirilmesi gerekir. Bizim gibi toplumlarda sevgisini en iyi tarzda gösterebilenler anneler, dedeler ve ninelerdir. Babalar, otoritenin temsilcisi olup genelde mesafelidir: “Özdeşleşmede annenin sevgi, şefkat ve fedakarlığı etkili iken; babanın anlayışlılık, aileye bağlılık, çocuk ve ergenle daha rahat ve olgun iletişim kurabilme özellikleri etkili olmaktadır.”

 Anne kadar o üslup ve tarzda olmasa dahi babaların sevgilerini çocuklarına hissettirmesi gerekir. Her şeyde olduğu gibi dengeli, ölçülü bir sevgi anlayışı, özdeşleşme için önemlidir. 

 Bugün çalışan anne ve babalar, çocukları ile yeterince ilgilenebilmede ve ona gerekli sevgiyi aktarabilmede, zaman – mekân faktörleri açısından bazı sorunlar yaşamaktadırlar. Bu durum, anne babanın yaşlılık döneminde daha farklı bir şekilde hayata yansıyabilir ve anne baba için huzur evleri tercihi öne çıkabilir. Kreş ortamında yetişen çocukların ergenlikte daha sorunlu hale gelebilme tehlikesi mevcuttur. Onun için dede ve ninelerin aile içi sevgi aktarımında ve çocuk terbiyesinde alacakları rol, çok daha önemlidir. 

 Sevgide aşırılık, çocuğun kişiliğinin oluşmasını olumsuz etkileyebilir. Çocuk aşırı ilgi ve sevginin oluşturduğu ortamı, dış dünyada aramaya başlar, bulamayınca da ailesine ve içine kapanır ya da sanal dünyaya yönelir. Bu da gencin kendine olan güvenini yıkarak tek başına ayakta kalamama gibi bir sonucu doğurabilir. Aşırı sevgi ve ihtimamın bir başka olumsuz etkisi, Çocuk ve ergenin bundan bıkkınlık, rahatsızlık duyarak aileden uzaklaşma eğilimi içerisine girmesi, aileyi önemsiz addetmesidir.

 Çocuklara gösterilen sevgi tarzı ile ergenlere gösterilen sevgi tarzı aynı olmamalıdır. Çocuğun istediklerini almak onun başını okşamak, onu öpmek bir sevgi gösterim şekli olabilir. Ergenlere sevgi yönetmek, onun isteklerini sadece almak şeklinde olmamalı, onu okşamak veya öpmekte yeterli değildir. Yaşadığı gelgit olayına denk düşecek bir sevgi gösterimi gerekir. O da kendisine değer vermek, onu önemsemek, yetişmiş yerine koymak, aile içi kararlara onu iştirak ettirerek sorumluluk yüklemek, başarılarını taktır etmek ve başarısızlıklarını abartmamakla olabilir. Başarısızlıklarını ne görmemezlikten gelmek ne de abartmak. Sendeletmek ve fakat düşürmemek. Böylelikle başarısızlıklarının bir güven krizine dönüşmesine mâni olmak gerekmektedir.

 

AİLE İÇİ ÖZDEŞLEŞMEDE DİSİPLİN FAKTÖRÜ

Aile içi disiplinin oluşturulmasında aile bireylerinin izlediği yol, takındığı tavır önemlidir. Aile içi disiplin, iki kategoride ele alınabilir: Güç Kaynaklı Disiplin ve Sevgi Kaynaklı Disiplin. Bu iki disiplin şekli aşağıdaki gibi tanımlanmaktadır:“Sevgi Kaynaklı Disiplin, istenmeyen davranışlarda bulunan bir kişiyi, onu ikna ederek vaz geçirmeye çalışma, hayal kırıklığı gösterme, ona aldırmaz gibi davranma, sevgi, şefkat ve anlayışın şarta bağlı olarak verilmesi.” “Güç kaynaklı disiplin, İstenmeyen davranışlarda bulunan kişinin suçuna karşılık olarak onu tehdit etme, azarlama, bağırma, dayak vb. fiziki cezaya çarptırma.”

Güce dayalı cezalandırma ile oluşturulan disiplin anlayışı, yüzeysel kalmakta bireyin ruh dünyasında gerekince bir yankı bulmamaktadır. Aile bireylerine karşı olumsuz bir şuur altının oluşmasına sebebiyet vermekte, ergen aile dışına yönelerek aile dışında özdeşleşmeye gireceği bireyler aramaktadır. Disiplini güce dayalı olarak kurmada ısrarlı olma, ergenin aileden soğumasına, gücü yettiği anda da isyan etmesine neden olmaktadır. Bu durumda çocuk veya ergen, model alma, özdeşleşme yoluyla aileden öğrenmeyi kesebilmektedir. Taklit edeceği, benzeyeceği insanları ailenin dışında aramaktadır. 

 O nedenle güce dayalı disiplin anlayışı tek başına kullanıldığı taktirde yarardan çok zarar getirmektedir. Cezalandırılmaya karşı çocukta bir bağışıklık sistemi oluşabilmektedir. Haklı da olsak haksız da olsak nasıl olsa ceza yiyeceğiz anlayışına kapılan çocuk, cezayı hak ederek yemeye talip olabilmektedir. Ayrıca ferdin şuur altına bu tür bir disiplin anlayışı yerleştiğinden yaşamı içinde kendisine karşı yanlış yapıldığına inandığı durumlarda, daha saldırgan, uzlaşmaz ve cezalandırıcı bir tavır sergilemeye çalışmaktadır.

Bu nedenle sevgiye dayalı disiplin anlayışı, aile içerisinde tercih edilmesi gereken bir disiplin olmalıdır. Sevgiye dayalı disiplin anlayışında ikna etme pişmanlık duygusunu harekete geçirme vardır. Kendisini başkalarının yerine koyarak düşünmesini sağlamak, gelecekte kendi çocuklarının olacağını aynı şeyleri kendisine yaptıklarında bundan hoşnut kalıp kalmayacağının sorgulamasını yaptırmak gerekir.

 Disiplin anlayışında çocuk veya ergene neyi yapamayacağının yanında neyi yapabileceği de öğretilmelidir. Öğrenmenin önemli yollarından biri olan özdeşleşme, model edinme, özdeşleşmenin aile içerisinde başarılması durumunda ergen için son derece önemli bir öğrenme aracı olacaktır. Çocuk sorgulamayarak taklit ederek ailedeki değerleri genellikle benimser, içselleştirir. Böylelikle anne babalar, kendi değerlerini bu yolla çocuk ve ergenlere aktarabileceklerdir. Aile, terbiyenin en etkili ve en önemli araçlarından biri olacaktır.

          

GENÇLİK DÖNEMİ BİR SORGULAMA VE KİMLİK ARAMA DÖNEMİDİR

Buluğla beraber başlayan biyolojik ve ruhi değişim gençte bir kimlik arayışına neden olur. “Ben kimim, ne olacağım, hayatın, yaşamın manası nedir, nereye aitim, bugüne kadar öğretilenler ne derece doğrudur?” gibi soruların cevaplarının arandığı bir dönemdir gençlik dönemi.

 Merak ve sorgulama, bu dönemin en belirgin özelliklerinden biridir. Bu arayış ve sorgulama, onun hayata yükleyeceği anlam için önemlidir. Bu ana sorgulama, onu ya dinginliğe ya da med cezir anaforuna getirecektir. Genç, çocukluktan başlayarak aile, arkadaş grubu, öğretmenleri, uzak çevre ve tarihi şahsiyetlerle oluşturduğu özdeşleşim ile kazandıklarını ve diğer yollarla elde ettiği kazanımları içselleştirerek kendine mal edebilmelidir. Böyle bir sentezleme ile elde ettiği değerler, tutum ve tavırlar, onun benliğinin bir parçası haline gelerek kimliğini oluşturmaktadır: “Kimlik özdeşleşmenin bittiği yerde başlamaktadır.” Kimliğin oluşumu ile kim olduğu, kimlere ait olduğu, hangi iklime ait olduğu, nereden gelip nereye gideceği sorularının cevaplarını bulmaktadır. Bu kimlikle aynı ortak değerleri, gelenekleri, örf ve adetleri paylaşan toplum veya toplumun alt grupları ile bir aynileşme ve bütünleşme içerisine girmektedir. Aidiyet duygusu kazanmakta, kimlik gence ayakta durmayı, cesaretli ve kararlı olmayı öğretmekte, özgüven vermekte, güçlü ve şahsiyetli kılmaktadır. 

 Gencin böyle bir kimliğe ulaşabilmesi için özdeşleşim içerisinde bulunduğu bütün aktörlerin, aldığı eğitimin, yaşadığı ortamın ve bütün bilişim kanallarının birbirleri ile uyumlu olması gerekir. Aile ile okul, aile ile arkadaş grubu, aile ile uzak çevre, aile ve okul ile uzak çevre ve ortam/sistem, medya/sosyal medya birbirleri ile çatışıyorsa, bir gencin güçlü bir kimlik ve kişilik inşa etmesi son derece zor olacak ve gelgitler yaşayacaktır. Parçalanmış bir kimlik ortaya çıkabilecektir. Aidiyet ve ayniyet oluşamayabilecektir. 

 

 

 

 

Start typing and press Enter to search