Her Şeyin Başladığı Yer

Fehmi Erdem Aybulut
KAPI
Bilginin tarihi insanlığın tarihi ile eştir. Birlikte doğup büyüdüğü gibi birlikte yaşamaya, gelişmeye, değişmeye devam etmektedir. İnsanlığın tüm kazanımları da birikerek çoğalır. İnsanlar peki, bu kazanımları nasıl idrak eder? Nasıl deneyimler? İçselleştirir? Bunun bir öğretmeni var mıdır? Bu yazının buna cevabı hayır olacaktır. İddiası ise biriciklik niteliği taşıyan insana öğretilebilen yalnızca idrak edebilme kabiliyetini geliştirmek, bir başka deyişle “kapıyı göstermek”tir.
Fransız düşünür Gaston Bachelard kapı imgesini “yarı açık bir kosmos… istekleri, dürtüleri, varlığı açma isteğini bir araya toplayan bir imge” olarak betimler. Günlük hayatta çokça kullanılan bir nesne olarak kapı imgesi gizemli, merak uyandıran, güçlü, soyut bir anlamı barındırır. Yola çıkmak, adım atmak gibi başlangıçları çağrıştıran bir anlam. Dolayısıyla bilginin talibi olan insan ona ulaşma adına bir fırsat yaratacak kapıları açmak, eşiği adımlamakla yükümlüdür.
Bu diğer yandan kişinin başkalarının, diğerlerinin tecrübe alanına temas etmesi gerektiğini ortaya koyar. Harry Myers ve Mason M. Roberts tarafından yazılan ve 1932 yılında ilk baskısı yapılan İnsan Mühendisliği’nde daha sonraları Tolstoy’a atfedilerek bir efsaneye dönüşecek bir alıntı geçer; “…başkalarının hatalarından ders almalısın, asla hepsini kendin yapacak kadar uzun yaşayamayacaksın.” Kapıdan yani eşikten diğer tarafa atılan bir adım, insanı diğerlerinin muhasebesiyle, tecrübeleriyle tanıştırır.
Her şeyin başladığı bir kapı vardır, tüm senaryoyu geri döndürülemez şekilde değiştiren. Nurettin Topçu onu “…mektebin manası, hikmeti, bizi içerisine serpilerek daldığımız hayattan zaman zaman sıyırarak kendimize getirmek, düşünce kudretini kullanmaya zorlamak, büyük yolculuğumuzun haritasını gözlerimizin önüne sermektir.” diyerek tariflemiştir. Okul, bireyin kişisel gelişiminde, yaşama dair seçimlerini belirlemede, sahici bir bilme çabası ve etik değerlere sahip olmasında önemli etkiye sahiptir. Okul kelimesi erken cumhuriyet döneminde Arapçadan gelen mektep öncülünün yerine kullanılmaya başlayan bir kelime. Kelimenin seçimi konusunda yaygın söylem Fransızca “ecole”den geldiği yönünde ancak “oku”, “okulağ” kavramları, türetmeleri için bahse konu dönemde geçirilen süreçleri, yapılan değerlendirmeleri dikkate aldığımızda daha direkt anlamlı bir yere oturuyor.
KİMLİK
Okul her ne kadar temelde “okunulan, öğrenilen yer” anlamını karşılasa da Fransızca karşılığı olan “ecole” kavramının “kendine özgü” şeklindeki yan anlamıyla ilişkilendirebilecek kadar bu kavrama yakınsıyor ve bir geleneğe işaret ediyor aynı zamanda. İçinde bulunduğumuz İstanbul (Suriçi) yerleşmesinden yola çıkarak bu geleneğe işaret eden bazı göstergeler bulabiliriz.
Özellikle eğitim fonksiyonunu korumakla birlikte yapısı Osmanlı son dönemi modernleşme süreçlerinde değişerek yeniden kurgulanan, seçkin öğrencilerin yetiştirildiği “ülkenin en eski eğitim kurumlarından” Davutpaşa Lisesi (1485) ya da bahse konu dönemde kurulan Tanzimat sonrası “ilk öğretmen okulu” olan Çapa Fen Lisesi (1848), kentin “ilk sivil lisesi” olan Cağaloğlu Anadolu Lisesi (1850), “Türkçe eğitim yapan ilk lise” olan Vefa Lisesi (1872), Osmanlı’da “modern eğitimin öncüsü” kabul edilen İstanbul (Erkek) Lisesi (1910) gibi günümüzde de aynı işlev ile yaşamaya devam eden bu okullar, kendi kültürünü, geleneğini yaratmış eğitim kurumlarıdır. Geçmişte olduğu gibi bugün de en başarılı öğrencilerin tercih ettiği liseler arasında en yukarılarda yer almaktadırlar. Ancak bu başarı geleneğin bir gerek şartı olmayıp, aksine güçlü bir geleneğin getirdiği kaçınılmaz nihai sonuçtur.
AİLE
Bu okullarda okuyanlar eşikteki ilk adımlarından sonra tamamen kendilerine ait bir dünyanın içinde yetişmeye başlarlar. Bahsedilen okullardan mezun olup toplumun önde gelen saygın figürleri arasında yerini almış sanatçı, akademisyen, yazar, politikacı kişiler de dahil olmak üzere kendini bir ailenin ferdi olarak gören mezunları yıllar geçtikten sonra dahi aidiyetlerini korumakta, okullarına maddi ve manevi destek olmaya devam etmektedir. Onlar için, seçilmiş bir ailedir okul. Onun bir parçası olmak, ondan hayat boyu silinmeyecek izler taşımaktır. Zaman zaman onunla tanınmanın, onunla anılmanın verdiği tarifsiz bir keyiftir. Pek tabi her okul bu duyguyu yaşatmaz kişiye, her ailede yaşanmadığı gibi.
Eşikten sonra ne mi var? Bir İstanbul Liseli, Edip Cansever’in bir şiiri okunduğunda herkesten fazla hüzünlenir, içlenir, diğer taraftan Cemal Süreya gibi bundan “onun olmayan bir sevinç duyar.” Pertevniyal Liseliler sohbetlerde Cemil Meriç’in adı geçtiğinde çokça konuşmak ister, memleket meselelerinden. Susuz Yaz’ı en çok o izlemiştir, Metin Erksan’a rahmet dileyerek. Bir Vefa’lı bir Kemal Sunal filmi izlediğinde bir hemşerisi, bir komşusuymuş gibi gururlanır, insanların ona sevgisini gördüğünde sevinir, bir kat daha sever okulunu. Zira “bizim liseden”dir o. Aynı sıralarda oturmuş, aynı şakaları yapmıştır arkadaşlarına. Aynı kitapların sayfalarını çevirmiş, aynı dertleri çekmiştir.
Bir İstanbul Liseli Tanıl Bora anlatıyor: “İnsanın vatanı çocukluğudur, çocukluk hatıralarıdır derler ya… Pazar akşamı ıssız Cağaloğlu yokuşundan çıkıp, o dev gibi demir cümle kapısından girip, kel ampullerin loş ışığında o saltanatlı mermer merdivenlerden çıkıp, etüt sınıfında çarnaçar, sizi ergenliğe doğru çekiştiren buhranlarınızla cebelleşmenizi hayat boyu unutmazsınız. Gece elektrik kesilince perdeleri açıp ranzalarınızın üst katında yüz üstü uzanıp Boğaz’a bakarak, fısır fısır “uzaylılar var mı?” diye konuşmalarınızı unutmazsınız. Bağlılığınız başka bir şeye değil, o hatıralaradır aslında; “bizim liseden” olduğunu öğrendiğiniz gence sempatiyle sırıttığınızda, o hatıralara sırıtıyorsunuzdur. “Bizim zamanımızda” ile böbürlenmenin imkânına sırıtıyorsunuzdur.” Bora, aslında geriye dönüp baktığında Cağaloğlu’na attığı ilk adımın güçlü özverisini, anısını ve bakiyesini anımsamaktadır.

BİTMEYEN HİK YE
Tarih boyunca her dönemin kendine has özellikleri ve konjonktürü, dolayısıyla içeriği değişse de eğitim fonksiyonunun değişmemesi, farklı nesilleri aynı duygular, aynı dertlerle bir ortak noktada buluşturabilmesi, bu okulların mezunlarının bir parçası olmaktan ve bunu dillendirmekten gurur duyduğu, keyif aldığı bir zihin yapısını var etmektedir. Yurdun her köşesinden bu aileye dahil olanlar da bir hikâye, bir özveri ile bu kimliği pekiştirmektedir. Okul kişinin hayata dair temel çatışmalarının başladığı, öğrenmeyi öğrendiği, idrak kapasitesini kazandırdığı tecrübelerle geliştiren yer olarak kişilerin kimliklenme motivasyonunu yaratan en önemli etkenlerdendir.
İdeolojik bir aygıt olduğu fikri başta olmak üzere çokları tarafından zihni, idraki kısıtlayıcı bir niteliği olduğu yönünde eleştiriler getirilmiş ve bu minvalde üzerinde uzlaşılmış hakikatli tespitler yapılmış olsa da sorumluluk bilincinin oluşmasına alan açan, arkadaşlığı, yardımlaşmayı deneyimleyerek öğreten kıymetli bir mücadele alanıdır okul.Sinemadan çıktıktan sonra da devam eden filmdir. Okuldan sonrası da okula dahildir. Kimsenin sökemeyeceği bir rütbedir bu. Zihnin her zaman genç kalan yerinde, bir okul giriş kartıdır.

Start typing and press Enter to search