“SİNAN”operasının bestekârı HASAN UÇARSU 

Pelin Avcı

Atatürk Kültür Merkezi (AKM) uzun bir aradan sonra yeniden sanatseverlerle dolup taştı. Mimar Sinan’ı konu alan “Sinan” operasının tatlı rastlantılar ile dolu hazırlık süreciyle ilgili tüm merak ettiklerimizi; eserin bestekârı ve ülkemizin önde gelen müzikoloğu Prof. Dr. Hasan Uçarsu’ya sorduk.

 

Müziğe olan ilginiz nasıl ortaya çıktı?

İstanbul’da Bostancı semtinde doğdum. Biraz televizyon yeni yeni sınırlı yayınlar vardı. Orda bir akordeon çalan adamı görmüştüm. Hoşuma gitti. Babaannem de bana bir akordeon almıştı. Hâlâ saklarım. İlkokulda müzik öğretmenim aileme yetenekli olduğumu ve konservatuara gitmemin iyi olacağından bahsetti. Annem de beni haftanın birkaç günü Çemberlitaş’a konservatuara götürmeye başladı. İki sene kadar orada devam ettim. Konservatuarda akordeon yoktu, onun yerine flüt eğitimi verdiler. Sevmedim konservatuarı. Çok mekanik geldi. Hâlâ çocuk ruhuna uygun bir eğitim verildiğini düşünmem. Çok sıkı aşırı disiplinli bir ortamı vardı. Müziğe sevgim bile yok oldu orada. 

Orta okula gelince Kadıköy Maarif Koleji’ne devam ettim. Okul tam gün olunca konservatuarı bıraktım. Annem de müziği hayatımda bir meslek olarak değil ama ikinci bir bilezik olarak görüyordu. Müzik her zaman alternatifti.

Orada müzik öğretmenleri müziği tekrar bana sevdirdi. Okulun plak koleksiyonları vardı. Gidip dinleyebiliyorduk. Sahaflardan edindiğim kitaplardan epey şey öğrenmiştim. Üniversite sınavlarına hazırlanacağım zaman müzik öğretmenim beni Muammer Sun ile tanıştırdı. Muammer Bey, hayatımı değiştirdi. Karizması çok güçlü bir insandı. Ücretsiz ders veriyor, benimle yakından ilgileniyordu. “Bu memleketin besteciye ihtiyacı var. Bir mühendis fazla bir mühendis eksik.” diyordu. Güçlü bir karakteri vardı. Ona, “Konservatuara giremezsem sizden bilirim.” dedim. Biri bana böyle dese o sorumluluğu alamam, gidişata bakalım falan derim. Ama hocam cesur adamdı. Beni de cesaretlendirdi. 

Tabii annemin hiç hoşuna gitmedi bu. Hop oturup hop kalktı. Sanat kariyerinin riskli, çok rasyonel olmayan ve öngörülmeyen tarafları çok fazla. Biraz da şans faktörü, hayatın akışı önemli burada. Annemi ikna etmem zor oldu, ama onu anlıyordum. Liseden sonra konservatuara gelince açıkçası laçka bir ortamla karşılaştım. Bir kaptırırsam işin sonunda pişman olabilirim diye düşündüm. Gemileri yakmış gelmişim, geri dönüşüm de yok. Başarısızlığı kabul edebilirim, ama elimden geleni yaptıktan sonra. Çok çalışmam, hayatımı bu uğurda vermem gerektiğine karar verdim. Terlemek, emek vermek iyidir. Hâlâ da çalışıyorum. Sadece iş olarak görmedim müziği.

 

Özverili eğitim hayatınız beraberinde birçok başarıyı getirmiş diyebilir miyiz?

Emeklerimin karşılığını aldığımı söyleyebilirim. Ruhsal tatminim sonsuz. Ben gayet mutluyum. Bu çalışmamın karşılığında kariyer olarak daha ileri bir seviyede olabilirdim. Ama dert etmiyorum bunu. Bir saniyemi bile reklama ayırmadım. Ruhen ve vicdanen tatmin rahat hissediyorum kendimi. Bir formülü yoktur başarının. Hayat tuhaf rastlantılar, kesişmelerle doludur. Bütün bunlar, şimdiki durumumun ortaya çıkmasına vesile oldu. 

Atatürk’ten sonra ikinci kez bir Cumhurbaşkanı opera siparişi verdi. Operanın bestesini yapmak da size nasip oldu. Bu iş size geldiğine neler hissettiniz?

Cumhurbaşkanımızın kültür sanat işlerinden sorumlu baş danışmanı Fecir Alptekin haziran ayının sonlarına doğru benimle iletişime geçti. “AKM’nin açılışı için cumhurbaşkanımız sahne eseri bir opera olsun istiyor.” dedi. Düşünüp taşınışlar, “Sinan” konusuna karar vermişler. Bana, “Siz ne düşünürsünüz?” diye sordular. Sinan konusunu çok beğendim. Yeni bir mimari ile açılan kültür sanat merkezi için çok uygun olacağını belirttim. Bu işte çalışmaktan çok memnuniyet duyacağımı söyledim.

Bu görüşme yapıldığı zaman Halit Refik’in senaryosunun kullanılacağı belli miydi?

Hayır. Metni kimin yazacağı da henüz belli değildi. Benim en büyük sıkıntım ise zamanla ilgiliydi. Çünkü öngörülen tarih çok kısaydı. O tarihe bitirmem mümkün görünmüyordu. Yaz boyunca çalışmam gerekiyordu. Bu esnada yapının inşaatı da devam ediyordu. 29 Ekim tarihi ilk benim ağzımdan çıkmış olabilir. Vakit konusunda biraz ısrarcı oldum. Ekim başlangıçlar için iyidir dedim. Gerçekten de Cumhuriyet Bayramı gibi anlamlı bir günde açılışın yapılması hoş olurdu. 

Sinan ile ilgili birçok tiyatro oyunu var. O yaz hepsini okudum ve çalıştım. O arada libretto için birkaç isim önerdim. En sonunda Halit Refik’in senaryosunun operaya dönüştürülebileceğini düşündük. Libretto dediğimiz şey ne şiirdir ne tiyatrodur. Ama sahneyi ve dramaturjiyi bilmek lazım. Kendine has bir dinamiği var. Sonunda Bertan Ronay ile çalışılmasına karar verildi. Halit Refik’in senaryosu Sinan’ı doğumundan ölümüne kadar anlatan çok iyi bir belgeseldi. Refik Bey, bu eserini Türk mimarlığının önemli isimlerinden Sedat Hakkı Eldem gibi isimlerin danışmanlığında ortaya çıkarmış. Çoğu oyunda da Süleymaniye’nin yapılışı hep ön plandaydı. Onlardan da faydalandık.

Bu süreçte başka tevafuklarda var bildiğim kadarıyla. AKM kapanmadan önce son konserin bestesi de size ait.

Evet, Atatürk Kültür Merkezi’ndeki son konser de benim bestemdi. Bir diğer tevafuk da şu: Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1934 yılında İran şahının Türkiye’ye gelişi münasebetiyle ve iki ülke arasındaki dostluğu geliştirmek maksadıyla böyle bir opera fikrinin direktifini vermişti. Adnan Saygun, o zaman genç yaşlarda bir besteciydi. Bu işe o soyundu, böylece ilk Türk operasını besteledi. Bendeniz, Adnan Saygun’un öğrencisiyim. Dolayısıyla Atatürk’ten sonra Cumhurbaşkanı nezdinde verilen ikinci opera siparişini bestelemek de, yine ilk opera bestecimiz Adnan Saygun’un öğrencisi olarak bana nasip oldu.

Besteniz ne kadar zamanda bitti?

Nereden baksanız 1 sene sürdü. Dar bir zamandı. Son birkaç ayda iyice sıkıştığımı hissettim. Cumhurbaşkanımız Tayyip Bey’in danışmanı Fecir Hanım “tarihsel şahsiyetleri ve temel olayları ana iskeleti bozmadan anılara saygısızlık etmeden” çalışalım demişti. Tarihî gerçekliğe sadık kalmaya özen gösterdik. Aslında eseri iki perde olarak besteledim. Sizin izlediğiniz tam hâli değil. Çünkü Cumhurbaşkanımızın programı çok yoğundu. Mecburiyet oluşunca, rejisör ile birlikte çalışarak akışı bozmayacak şekilde 20 dakika kısalttık. Şimdi döner sahne mekaniği yapılıyor. O zaman çok kolay olacak tabii her şey. 

Sinan Operası’nı tekrar ne zaman izleyebileceğiz? 

Tam bilmiyorum. Atatürk Kültür Merkezi’nin tüm eksikleri giderildiğinde; Mayıs gibi olabilir sanırım. Ama internetteki video çok iyi çekilmiş. TRT çok güzel kaydetmiş. Hem ses hem görüntü olarak çok kaliteli. İsteyenler o zamana kadar internetten izleyebilir. Elbette salonda izlemenin tadı başkadır.

Türk operasının gelişmesi hakkında neler söylersiniz?

Türk operası toplasınız 20-30’u geçmez. Bunların arasından temsil edilenlerin sayısı da azdır. Atatürk Kültür Merkezi’nin açılışında bir yerli eser olması fikri çok önemliydi. Genelde ortam olmadığı için yerli opera besteciliği gelişemedi. Opera gerçekten etkili bir sanat, ama zemini olması lazım. Devlet Operası, “İtalyanları oynayıp mutlu olacağım.” diyor. Ben de bunu sevmiyorum. Her sene 20 bin yabancı dilden roman çevirseniz edebiyat adına bir şey kazanırsınız, ancak bu durumda Türk romanından söz edebilir miyiz? Allah’tan yazan çizen insanlar var da bir Türk romanından söz edebiliyoruz. Hâlâ rejisör yetiştiremedik. Bu neden böyle, üzerinde düşünmeliyiz. Sinan’ı sahneye koyarken bir Türk rejisörle çalışmayı çok isterdim mesela. 

Operaya gitme alışkanlığımızın zamanla artmasını temenni ederek sormak istiyorum. Bir temsil izlemeye gidenlerin nasıl bir hazırlık yapması gerekir? 

İç mesajları, satır aralarını kavrayabilmek için ana olayı bilmek gerek. Sürprizi bilmek kötü bir şey değil. Zaten filmlerde de insanlar bunu biliyor. Sadece bunu yaşamak ve bir müzik zevki tatmak ön planda olmalıdır. Yani bunu öyle dramatik öyle etkili müziklerle yapıyorlar ki okuduğunuzda hiçbir his barındırmayan metin anlam kazanmaya başlıyor. Müziğin işlevi öyle etkileyicidir ki.  Mesela Shakespeare’in Othello’su geldi aklıma. Kıskançlık temasını çok güzel veriyor. Karısını öldürmek üzere olan kandırılmış bir adamı sahnede çok çarpıcı şekilde yansıtıyorlar. Aklı çok karışık durumda, uyuyan karısına bakıyor, nasıl kıyacağım diyor, zihninden anıları gelip geçiyor. Bu duygusal yoğunluğu, psikolojik karmaşayı kuru bir metinle ortaya dökmek zordur. Bütün o geriye dönüşlerde müziğin gücü devreye giriyor.  Sahnenin üzerinde kısacık bir an, ama müzikle derinleşip bambaşka bir güce sahip oluyor. Operaya gitmeden önce iskeleti mutlaka bilmek gerek. Tiyatro ile müziğin arasındadır opera. Belki de bir filmin ilk karesi gibidir. Sinema kadar da donmuş bir şey değildir. Sinemayı bir kez çekiyorsunuz ve ekrandan izliyorsunuz. Operada eser her seferinde yeniden oynanır. Başka bir rejisörle de aynı eserde farklı bir duygu yaratılabilir. Böyle bir güzelliği vardır.

Start typing and press Enter to search