YAZMA ESERLER “ŞİFA”LI ELLERDE

Uzun bir geçmişi ardında bırakarak günümüze ulaşmayı başarmış el yazması eserler Süleymaniye Kitap Şifahanesi’nde hassas ve usta dokunuşlarla restore ediliyor. Şifahane, bilgi ve sanat niteliği yüksek bu eserlerin geleceğe aktarımında mühim bir misyonu üstlenmiş durumda. Burada hazine değerindeki eserler üzerinde titizlikle yürütülen onarım çalışmalarını ve Şifahane ile ilgili merak ettiğimiz diğer hususları Kitap Şifahanesi Arşiv Daire Başkanı Nil Baydar’a sorduk.

 

  • Dilara Obenik

 

Kitap Şifahanesi nasıl kuruldu, burada kaç kişi çalışıyor?

Kitap Şifahanesi 2012 yılında hizmete başladı. Burası, Kültür ve Turizm Bakanlığı uhdesinde bir kurum olan Türk Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’na bağlı. Bunun öncesinde Türkiye’de kitap restorasyon işini yapan Süleymaniye’nin içinde bir Patoloji Merkezi vardı. Ardından içinde bulunduğumuz daire başkanlığı, çok daha yeni ve farklı bir anlayışla kuruldu. İlk sene içinde buraya 10 personel alındı. Tüm personelin yetişmesi sağlandı. Şu anda restoratör olarak 50 kişilik bir ekibimiz bulunuyor. Ayrıca aramızda kimyager, biyolog ve kimya mühendisi arkadaşlarımız var. Analiz ve incelemeyle birlikte restorasyon yapılıyor. Her konservatör kendisine verilen kitabın konservasyon sürecinde başından sonuna bütün işlemlerden sorumludur.

 

Kitap Şifahanesi gibi Türkiye’de başka bir kurum var mı?

Şifahane olarak bizim gibi çalışan, bu kapsamda bir örnek yok. Zamanında düşünülmüş ancak hayata geçmemiş birtakım projeler olmuş. Yapılan bazı girişimlerde ise sistem oturtulamamış. Münferit işler ve münferit çalışmalar olarak kalmışlar. Dolayısıyla biz ilk ve tek sayılırız. Elbette 1960’lardan itibaren Süleymaniye bünyesinde onarımlar yapılmaktaydı. Ancak bizim buradaki gibi bir sistemleri yoktu.

 

Burada sadece kitap konservasyonu yapmıyoruz, kitabı anlamaya, yazma eserin dilini çözmeye çalışıyoruz. O yüzden kitaptaki her detay büyük önem taşır.”

 

Kitap Şifahanesinde nasıl bir sistem var?

Şöyle ki artık her şey belgeleniyor. Hem görsel hem yazılı olarak kayıt altına alınıyor. 1960’lardan itibaren onarımı yapılmış çalışmaların elimizde birer cümlelik kayıtları var. Tabii teknoloji değişti ve imkânlar arttı. Devletin bu alana sağladığı katkı çok kıymetli. Burada sadece kitap konservasyonu yapmıyoruz, kitabı anlamaya, yazma eserin dilini çözmeye çalışıyoruz. Olayların tarihsel sıralanmasıyla ilgilenen kodikoloji diye yeni bir bilim dalı bulunuyor. Kodikoloji, bir diğer ifadeyle kitap arkeolojisi demek. Biz de uğraştığımız şeyin ne olduğunu anladıktan sonra onarımı ile ilgili bir yöntem belirliyoruz. Tıp alanı gibi, gerçekten tıpla çok paralel ilerleyen bir meslek bu. İnsan sağlığı için ne gerekiyor, neler yapılıyorsa biz de bunu burada kitaplara yapıyoruz. Kitapların dili yok kendilerini anlatamıyorlar. Bu yüzden eserlerdeki her detay bizim için çok önemli. Cildi nasıl yapılmış, neyle boyanmış? Bu gibi bütün unsurları dikkatlice inceliyoruz. Bunu yaparken de sürekli kayıt tutuyoruz. Sırasıyla; kitap geldiğinde ilk nereye gidiyor, kim bakıyor, kime veriliyor, nasıl bir işlem uyguluyor, konservasyona nasıl karar veriliyor, konservasyon işlemleri sırasında dünya standartlarına dikkat ediliyor mu, sonuca nasıl gidiliyor, bunun gibi prosedürler takip ediliyor.

 

Eserler size nerelerden geliyor?

Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’na bağlı 17 tane kütüphanemiz bulunuyor. 4 tanesi İstanbul’da. Diğerleri ise Amasya, Erzurum, Sivas Konya gibi farklı şehirlerde. Buralardaki yazma eserleri biz gidip inceledik ve durumlarını tespit ettik. Öncelikle konservasyona alınması gerekenlerin bir tespitini yaptık. Burada Süleymaniye Kütüphanesi’nde yüz bin kitaplık bir arşiv bulunuyor. İstanbul merkezli baktığımızda bir diğer önemli kurum da Beyazıt Yazma Eser Kütüphanesi. Dolayısıyla elimizde yazma eser kütüphanelerinden öncelik sıralaması yaptığımız raporlar mevcut. Bize başka kurumlardan örneğin İstanbul Arkeoloji Müzelerinden, Fuat Sezgin Müzesi’nden, Ankara’daki Millet Kütüphanesi’nden, Konya Mevlana Müzesi Millet Kütüphanesi’nden, yurt dışından da eserler geliyor.  Mesela en son Tayland’dan birtakım eserler geldi. Ama bizim özellikle yazma eserlere bağlı kitapların işi çok olduğu için mümkün mertebe kendi kurumumuzun işlerini öne alıyoruz. Nerede olursa olsun bütün kitaplar bizim açımızdan son derece kıymetli elbette. Mesela elimizde Süryani Kilisesi’nden gelen bir İncil, Ayasofya Müzesi’nden gelen eski kitaplar bulunuyor. Hepsi bizim coğrafyamızın değerleri, Türkiye’nin mirası sonuçta.

 

Kitap koleksiyonerleri de eserlerini onarım için size getirebiliyor mu?

Ne yazık ki böyle bir hizmetimiz yok. koleksiyonerlerimizden bu konuda anlayışlı olmalarını bekliyoruz. Hak vermiyor da değiliz, sonuçta onlar da ellerindeki kıymetli kitapları korumak istiyorlar. Bunun için nereye başvuracaklar, bu işi nasıl yapacaklar bilmiyorlar. Bize geldiklerinde kendilerine şunu şöyle yaparsanız daha iyi koruyabilirsiniz gibi belli başlı önerilerde bulunuyoruz.

 

Onarılan eserler hangi şartlar altında nasıl saklanıyor?

Tarihî eserlerin karşılaşabileceği en büyük olumsuzluklardan biri nemdir. Kitapları nemden korumak için önerilen standart değerler vardır tabii. Ama depo koşullarında en önemli mesele bu değerleri dengede tutabilmektir. Nemin %45 – %50 civarında standart ve dengede tutulması gerekir. Nem değerlerinin %40’a inmesi, %165’e çıkması gibi olmaması gereken durumlara dikkat edilmelidir. Önemli hususlardan diğeri de sıcaklıktır. Süleymaniye’de hassas klimalar bulunuyor ve sıcaklığı 19 derece civarında tutuyor.

 

Bir araştırmacı bu eserlere istediği zaman ulaşabiliyor mu?

 

Tabii ki. Bütün kütüphanelerden faydalanabilir, ancak depoya girmelerine izin vermiyoruz. Randevu alarak gelir ve siparişini verdikten sonra istediği esere ulaşabilir. Bu arada bütün kitapların dijitali var. İnşallah yakında bu portalı da açacağız, bu sayede araştırmacılar eserlere online olarak ulaşabilecekler.

 

Kitapların arasında farklı bir dünyada yaşıyorsunuz. Hayatınızda kitapların yerini nasıl tanımlıyorsunuz?

 

Ben eski kafalıyım matbuyu her zaman tercih ederim. Hele yazma eserler, kitaplar bana o kadar heyecan veriyor ki bir yazmanın her unsuru ayrı bir sanattır. Üzerindeki detayların hepsi ayrı bir inceleme konusudur. Sayfaların malzeme yapısı, kâğıdın ne şekilde hazırlandığı, mürekkebinin nasıl kullanıldığı, kenarında köşesinde kalan bir izin ne anlama geldiği, cildinin nasıl yapıldığı, derinin nasıl boyandığı, şirazesinin nasıl örüldüğü… O kadar çok detay var ki. Ben 30 senedir bu işi yapıyorum. Hâlâ incelediğimiz eserlerde kitaba dair yeni şeyler öğreniyorum. Bin yıllık kitaplar var, üzerindeki bezemelerin inceliğini görseniz hayret edersiniz. Altı yüz yıl önceki bir kitapta nasıl bu incelikte düşünebilmişler, harikulade bir şekilde tasarlayıp da bu renkleri kullanabilmişler diye düşünmeden edemiyorum. Günümüzde bu estetik anlayışın maalesef çok gerisindeyiz..

 

Eserleri kaligrafi ile analiz etme gibi farklı bir kriter var. Siz böyle bir uygulama yapıyor musunuz?

 

Hayır. Osmanlı Dönemi’ne bakarsak kaligrafik standartları var. Kalem kalınlığı, harfin boyutu gibi kuralları var. Örneğin Hindistan’da yapılmış bir yazma Kur’an elimize geldi. İncecik bir şey. Kapağını açmadan kimse tam bir Kur’an olduğuna inanamadı. Hatta cüz sananlar oldu. Ama kapağını açınca gördük ki çok sıkışık ve çok küçük harflerle yazılmış tam bir mushaf. Buradaki örneğe bakarsak böyle işler daha çok sanatçının kendine özgü tavrı, karakteriyle ilişkilendirilebilir sanki. Ayrıca biz hiç bir şekilde yazı ve tezhip tamamlanmıyoruz. Bu zaten konservasyon etiğine de aykırı. Sizden önce yaşamış ve burada olmayan bir kişinin işini tamamlamak bir teliftir öncelikle. Başkasının yazdığı yazının kenarını köşesine tamamlamak bizim haddimize değil diye düşünüyorum. Bu doğru bir şey de değil. Eğer anlamını göstermek istiyorsanız dijital konservasyon yapabilirsiniz.

 

 

Sizi en heyecanlandıran eser onarımı hangisiydi?

Şu an Fatih Sultan Mehmed için hazırlanan kitapları çalışıyorum. O dönem nazarıdikkate alındığında henüz saraya bağlı atölyeler kurulmamış, ama eserleri grup olarak incelediğinizde hepsinin ortak atölyelerden çıkmış olduklarını anlıyorsunuz. Biz bu eserleri incelerken gerek tekrar eden aynı motiflerden gerek üslup ortaklığından hepsinin aynı estetik kaygıları taşıyan birisi, bir akıl tarafından tasarlanmış olduğunu düşündük. Bir tanesine bakıyorsunuz muhteşem uygulama, öbürüne bakıyorsunuz aynı desen ve motif ama zanaatkârın eli çok çok iyi değil. Ben böyle keşiflere, hikâyelere bayılıyorum. Kitabın hikâyesi onu derinlemesine inceledikçe ortaya çıkar. Her seferinde farklı bir detay gözünüze çarpar, işte bu gibi şeyler beni çok heyecanlandırıyor.

 

Start typing and press Enter to search