Bu Kapıdan Bir Safevî Şehzâdesi Geçti: Bâkî Divânı’ndan Görsel Bir Tanıklık

Bu Kapıdan Bir Safevî Şehzâdesi Geçti:

Bâkî Divânı’ndan Görsel Bir Tanıklık

Doç. Dr. Aslıhan Erkmen[1]

İstanbul çok katmanlı, çok-kültürlü, sürekli gelişen, organik bir kenttir. Yerin altında ve üstünde, kadim zamanlardan bu yana meydana getirilmiş sayısız yapısıyla tarihe tanıklık eder. Siluetinin alâmetifarikası kubbelerle minarelerin yanı sıra surları, kapıları, gizli dehlizleriyle de meşhurdur. Peki İstanbul’un kapılarından kimler geçmiştir? Geçenler nereye gitmiş, neler görmüş, neler geçirmiştir? Kaydedilenler kadar kayıplara karışanlar da vardır. Bazıları ise el yazmalarında suretleriyle ölümsüzleşir. Safevî şehzâdesi Mîr Heydar’ın (Haydar Mirza) İstanbul’a gelişini görselleştiren bir tasviri inceleyeceğimiz bu yazıda, küçük şehzâdenin hayatında önemli yeri olan kapıdan Bâkî’nin (ö. 1600) dizeleriyle birlikte geçeceğiz.

Tasvirin hikâyesi, on altıncı yüzyılın iki büyük gücü olan Osmanlılar ile Safevîler’in ilişkilerine dayanır. Aralarında sürekli bir siyasi gerilim ve çatışma olan bu iki imparatorluk, özellikle 1578-1612 yılları arasında sık sık savaş meydanında karşı karşıya gelir. Öte yandan söz konusu çalkantılı süreçte dahi dönemin seçkinleri, serdarları, üst düzey bürokratları arasında kültürel etkileşim devam eder. Osmanlı ve Safevî koleksiyonlarındaki sanat değeri yüksek el yazmaları bu etkileşimin günümüze ulaşan örnekleridir.

Bu sayıda ele alınan, Bâkî Divânı’ndan çıkarılmış tek sayfa tasvir, uzun yıllar boyunca kataloglarda “bir Osmanlı padişahının şehre girişi” olarak tanımlanır. Sanat tarihi profesörü Zeren Tanındı, resim-metin ilişkisi analizi ve konuyu tarihi bağlamı içinde değerlendiren çalışmasıyla tasvirin esasen çok farklı bir olayı görsele taşıdığını saptar. Gelin birlikte bu olayın gelişimine ve tasvire nasıl yansıdığına bakalım:

1578’den 1590’a kadar süren Osmanlı ve Safevî savaşları Safevîler’in aleyhine sonuçlanmış ve müzakereler sonucu bir Safevî şehzadesinin Osmanlı padişahına rehine olarak verilmesi kararlaştırmıştır. Böylece Safevî Şahı I. Abbas’ın (s. 1587-1629) yeğeni Mîr Heydar’ın (adı kaynaklarda Haydar Mirza olarak da geçer), henüz on yaşındayken, Osmanlı-Safevî barışının sürekliliğinin garantisini temin etmesi amacıyla İstanbul’a gönderilmesine karar verilir.

Osmanlı tarihlerinde bildirildiğine göre Mîr Heydar 1590 yılı Ekim ayında Kazvin’den yola çıkar; yanında seçkin devlet adamlarından oluşan maiyeti ve devrin padişahı III. Murad’a (s. 1574-1595) sunulmak üzere değerli hediyelerle[2] birlikte ertesi yıl Ocak ayında İstanbul’a ulaşır. Mîr Heydar’ı ünlü Osmanlı sadrazamı Sokullu Mehmed Paşa’nın (ö. 1579) oğlu olan Anadolu Beylerbeyi Sokulluzâde Hasan Paşa (ö. 1602) Üsküdar’da karşılar ve heyet gemiyle Boğaz’ı geçerek Avrupa yakasına varır.

Şehzadenin şehre girişi büyük ve görkemli bir alayla olur ki uzun zamandır halk, bu denli ihtişamlı bir etkinlik görmemiştir. Meşhur sünnet düğünü şenliklerini andıran karşılamanın hava kararıncaya kadar sürdüğü, uzakta oturan kadınların bazılarının evine dönemeyip sokakta, yakınlarında veya Beyazıt Hamamı’nda kaldığı, bu nedenle kimilerinin eşlerinin onları boşadığı tarihlerde aktarılır.

Halk bir yandan bu önemli olayı heyecanla izler; diğer yandan barış garantisi için bile olsa on yaşındaki bir çocuğun yabancı bir diyarda esir tutulmasına üzülür. Dönemin tarihçilerinin eserlerinde bu konudan sık sık ve ayrıntılı biçimde bahsetmeleri, konunun Osmanlı başkentinin gündeminde uzun zaman kaldığını düşündürür.

Söz konusu olayın bilinen yegâne görsel imgesi, resimli bir Bâkî Divânı’ndan ayrılmış olan ve günümüzde New York Metropolitan Sanat Müzesi’nde korunan tek sayfa tasvirdir (Görsel).

(Görsel): Mîr Heydar’ın (Haydar Mirza) İstanbul’a gelişi, Divân-ı Bâkî, 19.4 x 11.8 cm. Metropolitan Museum of Art, 45.174.5.

Epeyce kalabalık bir alayın şehir kapısından geçişini betimleyen resmin üst kısmında solda büyük bir kapı, sağda yüksek İstanbul surları, surların ardında çeşitli binalar, iki minare ve yeşil renkte soğan kubbeli bir yapı görülür. Minarelerin birbirlerinden farklı gövdeleri nedeniyle -her ne kadar kubbesi gerçekçi olmasa da- bu yapının Ayasofya olduğu anlaşılır. Atlı bir Osmanlı üst düzey görevlisinin geçtiği kapının üst kısmında mehter takımı olarak yorumlanabilecek, vurmalı ve üflemeli çalgılarıyla müzisyenler, karşılamanın müzik eşliğinde yapıldığını ima eder.

Tasvirdeki kalabalık içinde çok farklı kişiler ve gruplar vardır. Surların ardındaki izleyiciler ile sol kenardaki iki kadın halktan kimseleri temsil eder. Tasvirin merkezinde siyah bir atın üzerinde giden yeşil kaftanı, sorguçlu kavuğu, konumu ve etrafındaki Osmanlı askerleriyle adeta bir sultan gibi betimlenmiş kişi şehzâdeyi Üsküdar’da karşılayan Hasan Paşa olmalıdır. Olayın esas kahramanı olan Mîr Heydar ise, tasvirin alt orta kısmında, kahverengi bir atın üzerinde, kendisi ve maiyeti tâc-ı haydârî denilen kırmızı serpuşlarından ayırt edilebilen, sakalsız figürdür. Yakınındaki daha yaşlı görünen iki kişinin Selânikî Tarihi’nde adları geçen Atabey Şah Kulu Halefi ile eşik ağası Ali Ağa olması muhtemeldir. Tasvirin sol alt köşesinde ise yine bir Osmanlı görevlisi, sorguçlu kavuğu ve mavi kaftanı ile görülür. Bu kişinin de devrin kayıtlarında kendisinden bahsedilen Çaşnigîr (tadımcı) Veli Ağa olduğu düşünülebilir.

Görseli biçimsel olarak tanımladıktan sonra içeriğini anlayabilmek için metne, yani Bâkî’nin şiirine bakmak gerekir. Tasvirin üst kısmındaki beyitte:

Şâ-mân olsun ‘Acemler gözleri aydın yine,

Mîr Heydar nûr-ı çeşm-i hüsrev-i İran gelür.

yazar. “Acemlerin (İranlılar’ın) gözleri aydın olsun, İran hükümdarının gözlerinin nuru Mîr Heydar geliyor” mealindeki bu dizeler tasvirin konusu hakkında ipucu verir. Her ne kadar şiirin tamamı bu sayfada yer almasa da Bâkî’nin eserinden, tasvirin ikonografisine ışık tutan bu beyitin seçilmesi anlamlıdır.

Diğer resimli Bâkî Divânlarında yer alan tasvirler çoğunlukla kasideleri görselleştiren, kompozisyon düzenleri bağlamında devrin minyatür geleneklerini haiz unsurlar barındıran betimlerdir ve benzer yaklaşım burada da görülür. Küçük şehzâdenin İstanbul’a gelişinin yarattığı büyük heyecanın kalabalık izleyicilerle verilmesi, olayın tüm önemli isimlerinin kendilerine tasvirde yer bulması, Osmanlı ve Safevî görevlilerinin rütbelerine uygun biçimde resmedilmesi, dönemin tarihî tanıklıklarıyla çelişmeyen, sözelden görsele taşınan imgelerdir. Surlarıyla, kapılarıyla, Ayasofyası’yla İstanbul da arka planı süsler.

Mîr Heydar İstanbul’a geldiğinde Hasan Paşa Anadolu Beylerbeyi, Bâkî de Anadolu Kazaskeri’dir. Olayın içeriği hakkındaki tüm ayrıntıları yazan Selanikli Mustafa Efendi (ö. 1600?) de şehzâdeyi karşılayan heyettedir. Dolayısıyla tüm temel aktörler olaya birinci elden tanıklık etmiştir. Büyük olasılıkla eserin nakkaşı (ressamı) da karşılamada yer almış ve o da kendi deneyimini görsele dönüştürmüştür.

Meraklısı için hazin hikâye farklı bir yönde ilerler. İstanbul’da 1593’te yine büyük bir törenle sünnet edilen Mîr Heydar 1596 yılında vefat eder ve Eyüp’e defnedilir. 1599’da İran’dan bir dadı kadının İstanbul’a gelip şehzâdenin kabrini ziyaret ettiği, ardından dadıyla gelen heyetin şehzadenin naaşını gizlice alıp, büyük ihtimalle Erdebil’e götürdükleri kaydedilir. Osmanlı kaynaklarında bu denli yer bulan Mîr Heydar ile ilgili Safevî kaynaklarında çok az bilgi vardır. Anlaşılan genç şehzade İstanbullular için kayda değer bir kişidir. İstanbul’un şehzsde için anlamı ise gizemini koruyor.

 

Seçilmiş Kaynakça:

Arcak, Sinem, “Gifts in Motion: Ottoman-Safavid Cultural Exchange, 1501-1618” (Doktora Tezi: University of Minnesota: 2012).

Bağcı, Serpil, Filiz Çağman, Günsel Renda ve Zeren Tanındı, Osmanlı Resim Sanatı (İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2019).

Çağman, Filiz ve Zeren Tanındı, “Osmanlı Safevî İlişkileri (1578-1612) Çerçevesinde Topkapı Sarayı Müzesi Resimli El Yazmalarına Bir Bakış”, Oktay Aslanapa Armağanı (İstanbul: 1996), s: 132-148.

Küçük, Sabahattin, Bâkî Dîvânı (Ankara: Türk Dil Kurumu, 2019).

Milstein, Rachel, Miniature Painting in Ottoman Baghdad (Costa Mesa: Mazda, 1990).

Selânikî Mustafa Efendi, Tarih-i Selânikî, haz. M. İpşirli, 2 cilt, (İstanbul: 1989).

Taner, Melis, “Harvard Sanat Müzesi’nde Bulunan Minyatürlü Bir Baki Divanı”, Türkiyat Mecmuası-Journal of Turkology 29, 2 (2019), s. 553-576.

Tanındı, Zeren, “Transformation of Words to Image: Portrait of Ottoman Courtiers in the Diwâns of Bâkî and Nâdirî”, Res. Anthropology and Aesthetics XLIII (2003), s. 131-145.

 

[1] Sanat tarihçisi, İstanbul Teknik Üniversitesi, erkmena@itu.edu.tr

[2] III. Murad’a getirilen armağanlar arasında musavver (resimli) el yazmalarının da bulunduğu kaydedilmiştir.

Start typing and press Enter to search