DAHA SADE, DAHA MÜTEVAZİ, TABİATLA İLİŞKİSİNİ KOPARMAMIŞ ŞEHİRLER KURABİLİRİZ
DAHA SADE, DAHA MÜTEVAZİ,
TABİATLA İLİŞKİSİNİ KOPARMAMIŞ
ŞEHİRLER KURABİLİRİZ
Merve Akbaş
Fotoğraf: Sedat Özkömeç
6 Şubat günü yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremler ülkemizi yasa boğdu. Bu büyük acı, insanımızın el ele vermesiyle aşıldı, aşılıyor. Elbette depremle alakalı en önemli konu başlıklarından biri yapı mühendisliğidir. Yapı mühendisliği alanındaki uzmanlığıyla bilinen Prof. Dr. Sadettin Ökten ile hem deprem bölgelerinin durumunu hem de Fatih’te geçen çocukluğunu konuştuk. Prof. Dr. Ökten, “Daha sade, daha mütevazi, tabiatla ilişkisini koparmamış, insan ölçeğine çok yakın yapılardan oluşan şehirler kurabiliriz inancındayım” diyor.
İnşaat mühendisliği okuduktan sonra yapı mühendisliği alanında çalışmalar yaptınız. Bu konu ile ilgili dersler vermekle beraber yapı teknolojisi tarihi, kent kültürü ve kent esstetiği üzerine dersler verdiniz, uzmanlar yetiştirdiniz. Peki bu alanlarda çalışmaya nasıl yöneldiniz? Meslek seçimini nasıl yaptınız?
Akademik kariyerim yapı mühendisliği alanında gerçekleşmiştir. Bununla birlikte yapı mühendisliğinin toplumsal hayata katkısını merak ettiğim için mesleğimin sosyal boyutunu da incelemeyi düşünmüştüm. Bu inceleme beni birçok bilim dalını tanımaya götürdü, ayrıca bunların yanında sanatı ve felsefeyi ve dini de gündeme getirmeye mecbur etti. Böylece medeniyet dediğimiz büyük yapıyla yapı mühendisliğinin ortak noktasını tespit etmeye çalıştım. Sonuçta her eylemimiz içinde yaşadığımız medeniyet camiamızın olumlu ya da olumsuz bir şekilde etkilenmesine sebep oluyor. Kısaca söylersek yapı mühendisliği medeniyet tasavvurunun çizdiği sınırların hiçbirinden bağımsız değil. Bu süreçte şu soruyla karşılaştım. Benim ilgilendiğim alanın ürettiği mühendislik eserleri mensup olduğum İslam Medeniyeti’nin sınırları içerisinde nereye oturmaktadır. Bu medeniyetin ölçülerine göre nasıl değerlendirilmektedir. Bu sorunun cevabı hâlâ gündemimde bulunduğu yeri koruyor. Yukarıda da kısaca temas edildiği gibi bir bilim dalında ciddi ve bütüncül bir eğitim aldığınızda ve başka dallarla o düzeyde ya da ona benzer bir düzeyde ilişki kurmadığınızda eğitim aldığınız bilim dalının söylemini mutlak ve vazgeçilmez olarak görüyorsunuz. Fakat toplumsal hayat bu mutlak ve vazgeçilmezi kabul etmiyor. Orada birçok faktör parametre ve etken var. Topluma bir çözüm sunacaksanız bunların tümüyle uzlaşı içinde olan ahenkli ve uygulanabilir bir yol inşa etmeniz gerekiyor. Bilimsel verilerinizi “değişmez gerçeklik budur” şeklinde dayatamazsınız. Toplumun diğer ögeleriyle bir uyum içinde olmak mecburiyetindesiniz. Bu realite benim bilimsel tabandan gelen görüşlerimi epeyce yumuşattı ve toplumsal gerçeklerle uyumlu hâle getirdi. Genç dostlarıma da bunu anlatıyorum. Sağlam bir bilimsel altyapıya sahip olduktan sonra toplumsal ögeleri tanımalarına ve önerecekleri çözümleri bu ögelerle uyumlu olması gerektiğini söylüyorum.
İNSAN ÖLÇEĞİNE ÇOK YAKIN YAPILAR
Kahramanmaraş merkezli depremler tüm ülkeyi derinden etkiledi. Şehirleşme ve konut yapımı üzerine ise hâlâ tartışıyor düşünüyoruz. Bölgede yaşananları siz nasıl yorumluyorsunuz?
Bu olayın çok büyük çapta maddi ve manevi bir felaket olduğunu herkes kabul ediyor. Yıkımın bu ölçüde büyük olmasının birkaç başlık altında toplanabilecek farklı sebepleri var. Bu sebepler ve deprem sonunda bunların oluşturduğu feci durum etraflıca tartışılmıştır. İnşallah bundan sonra kurulacak olan yeni şehirlerde o hatalar bir daha tekrarlanmaz. Depremin üzerinden epey bir zaman geçti. İlk baştaki duygusal yaklaşımlar daha netleşip duruldu. Olaya daha uzaktan ve temkinli baktığımda modernitenin şehir modelinin bu bölgelerde de gerekli özen gösterilmeden hayata geçirildiğini görüyorum. Genel değerlendirmem budur. Daha sade, daha mütevazi, tabiatla ilişkisini koparmamış, insan ölçeğine çok yakın yapılardan oluşan şehirler kurabiliriz inancındayım.
İSLAM MEDENİYET TASAVVURU’NDA SİMGE YAPI KÜLLİYEDİR
Depremden etkilenen bölgelerimizin yeniden kalkınması için çalışmalara başlandı. Özellikle Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Nurdağı gibi bölgelerde adeta şehirlerin yeniden kurulması gerekiyor. Sizce bu konuda nelere dikkat edilmeli? Sizin öneriniz nedir?
Yukarıda düşündüğüm genel yaklaşımı söyledim. Burada biraz daha uygulamaya dönük bir şeyler söylemeye çalışacağım. Milyon mertebesinde insan bu deprem neticesinde meskensiz kalmıştır. Bu insanlara olabildiğince süratli bir şekilde belli standardın üzerinde mesken inşa edilmesi ertelenmesi ve vazgeçilmesi mümkün olmayan toplumsal bir zarurettir. Ülkemizin bu zarureti yerine getirecek teknik imkânları toplu konut tarzında tünel kalıp ile imal edilen betonarme konutlardır. Zemin için gereken araştırmalar yapılmıştır. Yapılar artık sağlam zeminlerde deprem sırasında güvenli olduğunu kanıtlayan sağlam teknolojilerle inşa ediliyor. Bu şartlar altında yapılabilecek şey, bu yapıların yükseklik ve ara mesafe olarak içinde yaşayan insanların gökyüzü, rüzgârlar ve ağaçlarla ilişkilerini kesmeyecek şekilde olmalarıdır. Hatta bina yükseklikleri ve ara mesafeleri insanların gökyüzü, rüzgârlar ve ağaçlarla olan ilişkilerini teşvik etmeli, renklendirmeli ve geliştirmelidir. Şu andaki bilgilerime göre bina yüksekliği için en çok zemin+üç kat diyorum. Bina aralıkları da zemin katta oturan bir kimsenin gökyüzünü, ayı, güneşi ve bulutları rahatlıkla temaşa edebileceği kadar olmalıdır. İnsanlar sabah evden çıktıklarında mensup oldukları medeniyetin temel değerini şehre aksettiren yapıyı bir bakışta görmeliler. Aynı şeyi akşam eve girerken de deneyimlemeliler. Şehir dokusu bu yapıyı neredeyse her konutun görsel ilgi alanına koyacak şekilde düzenlenmelidir. İslam Medeniyet Tasavvuru’nda bu simge yapı cami merkezli külliyedir.
Tüm bu yaşananların yanında geleneksel malzeme ile inşa edilmiş geleneksel mimarimiz de bir soru işareti olarak karşımızda duruyor. Sizce betonu terk edip, geleneksel malzemeye geçmek bugünün şehirleri için gerçekçi bir çözüm önerisi olabilir mi?
Şimdi malzemeye gelelim. Konut yapılarında betonarme taşıyıcı sistem vazgeçilmez değildir. Geleneksel ahşap sistemler, ahşap takviyeli kerpiç ve bugünün modern çelik konstrüksiyonu konut yapıları için pekala taşıyıcı sistem olarak kullanılabilir. Bunun için gerekli malzeme, ekipman ve teknik hizmetler altyapılarının kurulması icab eder. Bu konuda bir dost ile konuşurken şu gözlem ortaya çıktı. İnsanlar deprem felaketi gerçekleştikten hemen sonra kurtarma faaliyetine girişiyorlar. Fakat ağır betonarme elemanların kaldırılması için kuvvetli vinçler gerekiyor. Kurtarıcılar betonarme döşemeleri delip depremzedeye erişmek için özel ekipmanla uzun zaman çalışmak zorundalar. Eğer yıkılan bina ahşap ya da kerpiç olsaydı, iki üç kişi tarafından yıkılan kısım kolayca kaldırılarak depremzedeye erişmek mümkün olacaktı. Fakat bu malzemelerle bu kadar çok kat yapmak mümkün değildi. Zaten bizim de önerimiz o istikamette, az katlı müstakil bahçeli evler.
MEKÂNI EYLEMDEN BAĞIMSIZ DÜŞÜNEMEYİZ
Bildiğimiz kadarıyla çocukluğunuz Fatih’te geçti. Vefa Lisesi’nden de mezun oldunuz. Şehirleşme kültüründen bahsederken sıklıkla “mahalle” kavramını kullanıyorsunuz. Çocukluğunuzun Fatih’indeki mahalle kültürünü bize anlatabilir misiniz?
Evet çocukluğum bugünkü adıyla Fatih’te geçti. Esasında o günlerde tarihi yarımadada iki ilçe vardı. Eminönü ve Fatih. Tarihi yarımadanın medeniyet yönünden bütün ağırlığı ise Eminönü ilçesinde toplanmıştı. Şehre turizm olgusu girip hakim olduktan sonra Eminönü’nde yerleşik nüfus kalmadı. Mekân var fakat insan yok, her mahal işyeri, konaklama tesisi ve yemek mahalli. Böylece tüm tarihi yarımada Fatih ilçesine dönüştü. Evet, mahalle kavramını çok önemli buluyorum. Yeni oluşturulacak deprem konutlarından bağımsız olarak bu kavramla ilgili birkaç hususu belirtmek isterim. Mahalle ilk bakışta ve şehir haritası üzerinde bir mekân olarak görülür. Şehir de aynı böyledir. Fiziksel bir mekân vardır. Mahallenin de sokaklardan evlerden dükkânlardan varsa anıtlardan oluşan bir mekânsal yapısı söz konusudur. Böyle bir mekân tabiatta mevcut değildir. Bunu insanlar inşa etmişlerdir. Bu inşa süreci toplumun bilinçli iradi tercihlerine dayanan seçimleriyle ve bu seçimlerin doğal mekanda realize edilmesiyle gerçekleşmiştir. Mahallede gördüğümüz her bir ev bilinçli iradi bir tercihin mekândaki izdüşümüdür. O halde konu “toplum kendi mekânını nasıl üretiyor” sorusuna geliyor. Bireye baktığımızda kendi hayatını, kendi kullandığı odasını özel eşyasını kendi tercihlerine göre düzenlemektedir. Bu tercihleri de arka planda mensup olduğu medeniyetin değerler sistemine göre şekillenir. Mahalle de aynen bireyin kendi özel eşyasını ve odasını düzenlediği gibi toplumun mensup olduğu medeniyet tasavvurunun değerlerine göre kolayca ve güzelce eylem yapabilmesi için düzenlenmelidir. Kısaca söylersek mekânı eylemden bağımsız düşünemeyiz. Her eylemin ardında mensup olunan medeniyet tasavvurunun değerler sistemi vardır. Bu eylemi kolay rahat ve güzel yapabilmek için mahallenin de belli kurallara göre düzenlenmesi gerekiyor. Burada öncelikli olan toplumsal yapının değerleri ve tercihleridir. Mekân bunlara göre biçimlenir. Bu kural mahalle için de geçerlidir.