Fatih Küllîyesi’nde Çorba Kapısı

Fatih Küllîyesi’nde Çorba Kapısı

Nazende Yılmaz*

Fatih Külliyesi avlu kapılarından biri olan Çorba Kapısı, külliyenin Fatih devri özelliklerini koruyan nadir bölümlerinden biri olarak günümüze ulaşmıştır. Hem konumu hem de üslup ve tezyinatı açısından önemli bir yapıdır.

Bulunduğu semt ve ilçeye de adım vermiş olan Fatih Külliyesi, Kirmastı Mahallesi sınırları içindedir. Dördü Sahın medreseleri arasında olmak üzere, külliye dış avlusunun toplam sekiz kapısı bulunmaktadır. XVIII. yüzyılda meydana gelen depremden sonra, Türbe, Boyacı ve Börekçi Kapısı ismindeki üç esas kapısının yıkılmış, günümüze Fatih dönemi özelliklerini taşıyan yalnız Çorba Kapısı’nın ulaşmış olduğu anlaşılmaktadır.

İstanbul’un fethinden sonra, yaptırılan altıncı eser, Fatih Külliyesi (1462-1470) olmuştur. Mimari ve şehircilik açısından pek çok ilkin gerçekleştirildiği bu yapılar manzumesinde on altı medrese, sıbyan mektebi, darüşşifa, misafirhane, tabhane, imaret, kervansaray, hamam, kütüphane ve muvakkithane yer almaktadır.

Fethi takiben, Constantinus Mausoleiomu’nun bulunduğu, Latin istilalarından son derece harap düşmüş olan Havariyun Kilisesi, Ortodoks Patrikhanesi’ne verilmiştir. Fakat Patrik Gennaidos bir süre sonra burada bulunmayı istememiş ve Pammakaristos Manastırı’na taşınmıştır. Kilise, cami ve külliyenin yapımı için yıkılmıştır. Yerine yapılan Fatih Külliyesi, o güne kadar, İslam ülkelerinde ya da batıda henüz görülmemiş bir çeşitlilikte topluma hizmet veren bir yapılar topluluğundan oluşmaktadır.

Tabhaneden, meydan niteliğindeki bu dış avluya geçişi sağlayan Çorba Kapısı, aynı zamanda Eski ve Yeni Saray’lardan gelen yol üzerinde bulunduğundan, Cuma Selamlıklarının da bir geçidi konumundadır[1]. Fatih’in vakfiyesinden öğrendiğimiz, her gün fakir halka İmâret’te dağıtılan çorba ve yemekten dolayı da “çorba”, “aş”ya da “aşhane” kapısı olarak kaynaklarda geçmektedir[2].

Çorba Kapısı’nın Külliyedeki Konumu

Dış avlu duvarı üzerinde yer alan dört kapıdan en ayrıcalıklı biçim ve konuma sahip olanın Çorba Kapısı olduğu açıkça görülmektedir. Mütevazı boyutları ve alınlık tezyinatı, Fatih dönemi kapısı olduğunu açığa vurmaktadır.

Diyebiliriz ki çeşitli yönleriyle, külliye içinde değişime uğramamış çok az bölümle Çorba Kapısı arasında bağlantı kurmamız mümkündür. Kütle formunu, yenilenmiş olan Türbe Kapısı’nda, renkli gömme taş tekniğini şadırvan avlusu pencere aynalarında, kıvrıkdal rumî tezyinatının izlerini ise son cemaat yerindeki çini panolarda görebiliriz.

Güneyde, hazire duvarına bitişik olan bu kapının geçmişte bir tören kapısı olarak hizmet verdiği bilinmektedir. Buradan da anlaşılıyor ki zamanında Türbe Kapısı’nın asıl şekli, Çorba Kapısı ile aynı idiyse de, konum itibariyle Çorba kapısı daha ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Kapı, eski ve yeni saraylardan gelen, Saraçhanebaşı’ndan Edirnekapı’ya uzanan yol üzerinde yer aldığından, özel günlerin dışında da sıkça kullanılan bir geçit olarak işlev görmüştür.

Ayrıca Fatih Külliyesi, dış avlusu aynı zamanda bir meydan özelliği taşıdığından, önemli ayaklanmalara da sahne olmuştur[3]. Tabhâne yönüne geçtiğimizde ise imarette dağıtılan yemek kuyruğunun Çorba Kapısı’nın önüne uzandığım tahmin etmek mümkündür. Süheyl Ünver’in “aş” ya da “aşhane” kapısı olarak anması ve bugün “Çorba Kapısı” olarak bilinmesi de muhtemelen bu yüzdendir.

Bir diğer cephesi bugün de kullanıldığı gibi “cenaze kapısı” olmasıdır. Avluda kılman cenaze namazı esnasında Çorba Kapısı kıble yönünde görülür.

Yan duvarlarla olan ilişkisinde, orijinal halini korumadığı göze çarpar. Başkurşunlu Medresesi’nden hazireye uzanan duvar, Vakıflar tarafından yenilenmiş olsa da eski çizgisini korumaktadır. Çorba Kapısı’ndan Türbe Kapısı’na uzanan duvar ise değişmiştir[4]. Kıble duvarı ile kapı arasındaki pencereli hazire duvarı eski şeklini korurken, güneyde devam eden duvara, XIX. yüzyılda Nakşıdil Sultan Türbesi ilave olmuştur.

Dış avlunun kuzey duvarı üzerindeki kapılarına bakarsak, Boyacı Kapısı’nın Vakıflar tarafından yenilendiğini, Börekçi Kapısı’nın ise genişletilip, yükseltilmiş olduğunu görürüz. Geç dönemin dar ve yüksek oranlarını gördüğümüz bu kapılarda, silmenin üzerindeki basit çatı örtüsünün önünde herhangi bir süsleme unsuru yer almamaktadır.

Çorba Kapısının yapıldığından bu yana yer yer tamirler gördüğü anlaşılmaktadır. Geçen yüzyıllar içerisinde Fatih Külliyesi çeşitli depremlerden hasar görmüştür. 1766 depreminde külliyenin önemli bir kısmı hasar görürken Çorba Kapısı ayakta kalmayı başarmıştır. Saçak silmesi ve korniş gibi bölümleri Vakıflar tarafından (1985) yenilenmiştir. Son olarak ise 2007-2012 yılları rasında tamamlanan Fatih Camii ve I.Mahmut Türbesi onarımları dahilinde restore edilmiştir.[5]

 

Dekorasyon ve Üslup

Böyle bir teknik ve üslupta günümüze ulaşan bir başka kapı ya da mimari eleman bilinmediğinden sanat tarihi açısından değeri yüksek bir kapıdır. Tezyinât analizi açısından, Fatih devri rumîleri ve kompozisyon özellikleri görülmesi bu değeri belirleyen önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.

Fatih dönemi rumîlerinin kısa boylu ve tombul ayırma rumîlerin ise 180° ayrık oldukları bilinir. Alınlık tezyinatındaki kıvrıkdal rumî kompozisyonda bu özelliklere uyan rumîler vardır. Simetrisini alıp şemseye tamamladığımızda ortaya çıkan 14 simetrik mekik form da aynı dönemin karakteristik formudur.

Fatih dönemi kitapçılık sanatında görülen şemselerle örneğimiz arasındaki benzerlik üslup birliğini ortaya koyacak niteliktedir. Bu tezyinatın da Baba Nakkaş üslubuna bağlı olup saray nakışhânesinde tasarlanmış olduğunu düşündürmektedir[6].

Rumî tezyinat açısından karşılaştırılabilecek örneklere; öncelikle Fatih Camii şadırvan avlusu çini panoları olmak üzere, Ayasofya’daki minber kapısının iç yüzünde yer alan kompozisyon, Davut Paşa Camii mihrap bölümündeki kalem işleri, dönemin mezar taşları, Edirne Muradiye Camii kalem işleri, Yeşil Türbe mihrap tepeliği ve Fatih Sultan’ın kılıcı üzerindeki süslemeler verilebilir.

Alınlık formunu kıyaslanacak olursa; Bursa Ulu Camii minberi, Gelibolu Azepler Namazgâhı’nın kapı, mihrap ve minberi üzerindeki alınlıklar ve Topkapı Sarayı’nda yer alan Bayram Tahtı’nın arkalığı üzerinde durulmalıdır. Bunlardan da anlaşılacağı üzere dilimli taç formu çok çeşitli uygulama alanlarında karşımıza çıkmaktadır.

Osmanlı mimari estetiğinde yeri olan zıddıyla aşikâr etme yönteminin bir çeşidini de bu alınlıklarda boş kısımların renklendirilmesi ve güney cephe orta aksında az miktarda kırmızı renkli taş kullanımıyla görmekteyiz. Bu uygulamanın bilinen örnekleri yine eski Fatih Camii’nden kalan bölümlerde karşımıza çıkmaktadır.

Sonuç

Orijinal bir Fatih devri eseri olarak incelediğimiz Çorba Kapısı, bize bugün mimari eleman olarak az rastladığımız bir üslubu tetkik etme fırsatı vermektedir. Tarih saptamasını kesin olarak yapmadan önce Fatih Camii’nin yeniden inşa edildiği devrin özelliklerini gözden geçirilmiş, XVIII. yüzyılda yapılan camilerin avlu kapılarında belirgin bir oran ve üslup farkı olduğunu görülmüştür. Klasik dönem sonrasındaki gelişmeler şu şekilde özetlenebilir; kütle yükselerek düşey hatlar vurgulanmaya başlamış, alınlık küçülerek enlemesine cepheye hakim olmayacak şekilde toplanmış, kitâbe ve tuğra uygulaması başlamıştır. Çatıda taşkınlık ya da abartılı saçaklar görülmektedir. Çatı-alınlık bağlantısı rasyonel ilişkiyi kaybederken yüzey bölüntüleri daha karmaşık düzenlemelerle ele alınmış, profillerin zenginleşmesi, sütunçe ve plasterlerin cepheyi bölmeleri plastik hareketliliği artırmıştır.

Klasik dönem sonrasında az önce sıralanan oran ve üslup özellikleri Çorba Kapısı’nda görünmemektedir. Yalnız ebatları bile bir selâtin camiinin tak kapısı olan kapının oldukça mütevazi bir üslupta yapıldığını göstermektedir. Bununla birlikte yatay kütlesi ve dilimli alınlık formu açısından tak kapılarda benzerine rastlamamaktadır. Renkli gömme taş tekniğinin kıvrıkdal rumî motifin kullanıldığı örnekler bugüne gelememiştir. Rumîlerde ve kompozisyon özelliklerinde Fatih dönemi üslubu açıkça görülmektedir. Hatta o dönemin nakkaşbaşı olduğu tahmin edilen “Baba Nakkaş”ın üslubunu çağrıştırmaktadır[7].

Geçmişte selamlıkların yapıldığı bu tören kapısı, gerek meydan hüviyetindeki avlu tarafında gerekse dış cephesinde günlük ve tarihi olayların odağında yer almıştır. Bugün de işlek halini korumakta, ayrıca cenaze kapısı olarak hizmet vermektedir. Bizans ve Osmanlı dönemleri boyunca işlek olan bu arter hâlen şehir planındaki önemini korumaktadır.

Geçen beş yüzyılı aşkın süre içerisinde yer yer tamirler gördüğü anlaşılmaktadır. Batısındaki duvarlarla olan ilişkisi değiştiğinden, bugünkü asimetrik görünümünün aslına ne derece uyduğunu tam olarak tahmin etmek güç görünmektedir. Ancak Fatih devrinin özelliklerini koruyan çok az yapı günümüze ulaşmış olduğundan, orijinal tezyinatıyla Çorba kapısı dikkate değer bir avlu kapısı olarak karşımıza çıkmaktadır.

* Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi

* Makalenin uzun haline Akademik Araştırma Dergisi’nin 2003 yılı, 16. Sayısından ulaşabilirsiniz.

 

[1] Eralp, T. Nejat, “Eyüp Sultan ve Osmanlı Hükümdarlarının Kılıç Kuşanma Törenleri Taklid-i Seyf’, Eyüp Sultan Sempozyumu II Tebliğler, İstanbul Eyüp Belediyesi Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 1998, s. 152

[2] Ünver, Süheyl, İstanbul Risaleleri, c.l, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yay.,1995, s. 260

[3] Şehsuvaroğlu, Haluk Y. “Fatih Camii”, Asırlar Boyunca İstanbul, İstanbul Cumhuriyet Gazetesi yay. s. 53-55.

[4] Ayverdi, Ekrem Hakkı, Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri (855-886, 1451-1481), III, İstanbul Fetih Cemiyeti Neşriyatı, 1973, s.384

[5] Karahan, Sevinç, “Fatih Camii ve I. Mahmut Kütüphanesi Proje Değerlendirme ve Uygulamaları”, Vakıf Restorasyon Yıllığı, Sayı: 7, İstanbul, 2013, s.  37-42.

[6] Ünver, Süheyl, İstanbul Risaleleri, s.264

[7] Çağman, Filiz, “Baba Nakkaş”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, C.4, İstanbul 1991, s. 369-370; Ayrıca bk. Atasoy, Nurhan-Julian Raby, İznik, London 1989

Start typing and press Enter to search