TARİHİN EN ESKİ KAPILARI: AYASOFYA “GÜZEL KAPI” VE “İMPARATOR KAPISI”
Her şey ama her şey o gece başlamıştı. Bin aydan daha hayırlı olan o gece. Sultan Dördüncü Murad dönemi 1636 yılı ramazan ayının Kadir Gecesi’ydi. Ayasofya Cami’nin müezzin mahfilinde daha yirmili yaşların başında genç bir hafızın okumuş olduğu Kur’an-ı Kerim kıraati ve sesi padişahın dikkatini çekmişti. Kısa bir süre sonra başına talih kuşu konan o gence sarayın ve Enderun Mektebi’nin kapıları açılmıştı. Kimse bilemezdi ki o an, bu gencin Osmanlı Devleti’nin en tanınmış ve en büyük seyyahı olacağını. Ve kimse bilemezdi ki o an, meşhur eseri Seyahatname’sinde kaleme aldıklarının bugüne ışık saçacağını. Ayasofya türbelerinde başladığı türbedarlık mesleği ile beraber müezzinlik görevini de yerine getiren Evliya Çelebi, camide geçirmiş olduğu zamanı da iyi değerlendirmişe benzemektedir. Ancak her nedense Ayasofya Camii’nin kapılarını her saydığında farklı rakamlara ulaşmış ve bunda da “tuhaf bir hikmet” aramıştır. Doğrusunu isterseniz biz de kalkıp bu “tuhaf hikmet”e halel gelmesin diye bu işin peşinden koşturacak değiliz. Lakin Ayasofya Cami’ne ibadet etmeye gelen, ziyaret eden, gezi yapan birçok kişinin dikkatinden kaçmayan; “Güzel Kapı” ile “İmparator Kapısı” hakkında, tarihe not düşülen sayfaları birazcık da olsa aralama niyetindeyiz.
Yaklaşık bin 500 yaşında olan Ayasofya Camii, inşa edildiği tarihten günümüze kadar tabii afetler, inanç ya da mezhep değişimi, seremonilerin/teşrifatın farklılaşması gibi sebepler yüzünden yapısal değişimler ile işlevsel eklemelere uğramış hatta zaman zaman ihtiyaçlara binaen veya başka gerekçelerle devşirme malzemelerin kullanıldığı bir mabet de olmuştur. Bu gelişmeler Ayasofya’nın bazı unsurlarının tarihlendirilmesi veya tam olarak anlamlandırılması hususunda, mabedin üzerine bilimsel çalışmalar yapanların farklı tespit ve yorumlamalarına yol açmaktadır. Bunlardan biri de Ayasofya’nın Güney Batı giriş yeri olan “Güzel Kapı” veya bir başka ismi ile “Vestibül Kapısı”dır. Doğu Roma imparatorlarının resmî ve dini törenler için giriş kapısı olarak kullandığı bilinmekle beraber, Ayasofya’nın ilk zamanlarında, bugün var olmayan batı yönündeki atriyumdan imparatorların giriş yaptığı da ileri sürülmektedir. Güzel Kapı’nın bulunmuş olduğu mekânın sonradan inşa edildiği de bu iddialar arasındadır. Bu iddialara bizatihi Güzel Kapı’nın ilk orijinal konumu ile Ayasofya’ya yerleştirilme tarihi hakkındaki belirsizlikleri dahi ekleyebiliriz. Ancak bu konuların tartışılması maalesef makalemizin mahdut alanını fazlasıyla zorlayabileceği için sadece bunları belirtmekle yetineceğiz.
Güzel Kapı’nın 51 cm kadar olan kısmı bugünkü zeminin altında yer almaktadır. Zeminin mevcut seviyesine ulaşması dönemi dahi tartışmalı olup, Fossati onarımları (1847-1851) zamanında bugünkü düzeyine getirildiği sanılmaktadır. Kapının zeminden yukarı kısmı ise 433 cm boyunda olup toplam da yaklaşık 5 m’ye ulaşmaktadır. Bu ikiz kapının her birinin kanat genişliği ise 151 cm’dir. Kapının orijinal kısmı Toros Sediri (Cedrus Libani) ağacından imal edilmiştir. Muhtemelen bugünkü yerine takılmadan biraz önce kapı büyütülerek ayrıca bronz metalle kaplanırken, eklenen ağaç türü ise kayın olmuştur. Her iki ağaçta dayanaklığı ve tarihte abidevi binalarda kullanılması ile tanınmaktadır. Ayrıca sedir ağacının Hz. Nuh’un gemisinin ana malzemesi olduğu üzerindeki rivayetler ile Hz. Süleyman Mabedi’nin ağaç malzemesinde en çok tercih edilen olmasına inanılması, muhtemelen daha sonraki önemli kullanımlarda tercih sebebi olmuştur. Bugünkü Ayasofya mabedinden daha önce inşa edilen iki selefi de, meydana gelen yangınlarla harap olduğundan, banisi Jüstinyen (Ioustinianos) ve mimarları yeni yapıda yangın korkusundan tevellüt neredeyse hiç ağaç kullanmamışlardır. İstisnalarından biri kapılar olmak beraber bunları da bronz malzeme ile kaplamışlardır.
Güzel Kapı’nın bronz kaplaması üzerindeki bezemelerin ustaları bir kuyumcu hassasiyeti ile eserlerini ortaya koyduklarından, kapının daha sonra bilinmeyen bir tarihte “Güzel Kapı” olarak anılmasını da sağlamışlardır. Ancak şunu da ifade etmeden geçemeyiz ki her iki kapıda çok fazla müdahaleye uğramış ve birden çok onarıma tabi tutulmuştur. Yine de üzerinde çok ustaca yapılan akantus yaprakları, üzüm asma dalları, meander gibi bezemeler birbirini takip eden geometrik şekiller içinde yer alırken, bize, eski ihtişamı hakkında bilgi vermektedir. Ayrıca bu kapının Ayasofya içindeki diğer kapılardan ayırt edici bariz bir özelliği vardır. O da Doğu Roma İmparatoru Theophilos/Theophilus/Theofilos’un (h: 829-842) yazdırttığı tahmin edilen monogramlara düşülen tarihtir. Gümüş kakma tekniği ile yazılan monogramlar batı kapısından doğu kapısına doğru çift halinde okunması ise şöyledir (Kapının iki kanadı kapalı olarak):
“Rab, hükümdar Theophilos’a yardım et”
“Tanrı Anası, İmparatoriçe Theodora’ya yardım et”
“Mesih, hükümdar Mihail’e yardım et”
“Dünyanın yaratılışından itibaren 6349, [indiksiyon] 4”
Son iki satırda daha önce; “Mesih, Patrik İoannes’e yardım et” olarak yazılırken (Bu değişikliğin hikâyesini tarih kitaplarına bırakıyorum) son satırdaki tarih 6347 olarak geçmekteymiş. Yani ilk kazıldığında 1Eylül 838-31 Ağustos 839 tarihlerini gösterirken, düzeltmeyle 1 Eylül 840-31 Ağustos 841 tarihleri yazılmıştır. Aslında bu çok önemsiz gibi görünen ayrıntı Theophilos’in kendisinden sonra tahta geçen oğlu III. Mihail’in doğum tarihine ulaşmayı bize sağlamaktadır. Tarihi fotoğraflarda kapı kanatlarından doğuda bulunanın en üstünde madeni levha üzerinde “Muzaffer Mihail [III]” veya “Mihail [III] Zafer Sahibidir” yazılıyken maalesef nankör ve hırsız eller tarafından çalındığından bugüne ulaşamamıştır. Diğer kapının da aynı yeri boş kaldığına göre o da buna benzer veya başka bir gerekçe ile zamanımıza gelememiştir.
Ayasofya Camii içinde en büyük ebatlara sahip olan kapı ise “İmparator Kapısı’dır. Tanımlamasından da anlaşılacağı gibi sadece Doğu Roma imparatorlarının giriş yaptığı kapı olmakla beraber, dinî törenlerde patrik de, imparatoru iç narteksin güney kapısında karşılayıp beraber yürüyerek bu kapıyı kullanırdı.
Yüksekliği 8 m’dir ve iki kapı kanadının toplam genişliği ise 489 cm’dir. Meşe ağacından yapıldığı bilinmektedir. Kapının çerçeveleri bronzdandır. Altın yaldızlı gümüş levhalara da sahipken, 4. Haçlı Seferi sırasında (1204) Konstantiniyye’nin işgali neticesinde şehrin birçok kıymetli eserinin yağmalanmasıyla aynı akıbeti paylaşmıştır. Belki de bu hususta emin olmak isteyen Feridun Dirimtekin müze müdürü olduğu dönemde, 1950 yılların sonlarında, bronz çerçevelerin üzerinde yaptırtmış olduğu incelemelerde 22 karat altın yaldıza rastlamıştır. İmparator Kapısı’nın yaşı Ayasofya’nın tarihi kadar eski olma ihtimali çok yüksektir lakin, Latin İstilası’nda (1204-1261) kapının hasar görmesinden dolayı yeniden yapıldığı üzerine iddialar da vardır.
Çok ağır olan “İmparator Kapısı” ile sağındaki ve solundaki kapılar hem kilise döneminde hem de cami döneminde büyük ihtimalle çok az kapanıp açılıyordu. Öyle ki kapıların üzerindeki perde asılması için konulan kancalar hâlâ varlığını muhafaza ederek dikkatleri üzerine çekmektedir.
Hazır kapının üst kısımlarına bakarken, gözlerimizi biraz daha yukarıya kaldırıp özenle baktığımızda, üst sövenin madenden bir sandık şeklinde yapıldığını görürüz. Bu sandık efsanelere de konu olmuştur. Ama belki de daha çarpıcı ve mesaj vereni ise çok dikkat etmeyince kolayca görülmeyecek olan, tam ortada yer alan kabartma resimdir. İki sütuna dayanan kemer içinde bir koltuk kabartması, İncil’den ayetler ve üzerlerine diklemesine aşağıya hareket eden bir güvercin vardır. Her biri Hristiyanlık inancı içinde bir mesaj ilettiğini tahmin etmek zor değildir. Ama ilk muhatabının imparatorlar olduğu ise aşikârdır. Sadece yazan ayetlerin tercümesini vererek konuya biraz olsun açıklık da getirebiliriz. Ayetler; Yuhanna (10) 7’nin bir bölümü ile 9. ayetin bütünüdür.
“Kapı Ben’im. Bir kimse benim aracılığımla içeri girerse kurtulur. Girer, çıkar ve otlak bulur.”
Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin bu iki önemli büyük kapısı, bugün dünyada ayakta kalarak görevini yapmaya çalışan en eski kapılar olma özelliğini muhafaza etmektedirler. Ve unutulmaması gerekir ki, yapan kadar, yaşatan da çok önemlidir.
Kaynaklar
Barsanti, Claudia – Guiglia, Alessandra, “Spolia in Constantinople’s Hagia Sophia from the Age of Justinian to the Ottoman Period: The Phenomenon of Multilayered Reuse”, 10th International ANAMED Annual Symposium, Eds: Ivana Jevtıć and Suzan Yalman, Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (ANAMED), 2. Baskı, İstanbul, 2019, s. 97-123.
Bornovalı, Sedat; Tarihin En Uzun Şiiri Ayasofya, İstanbul, 2020.
Çapan, Fatma; “İmparator Theophilos Döneminde (829-842) Doğu Roma İmparatorluğu ile İslam Dünyası Arasındaki İlişkiler”, History Studies, 11/5, Ekim 2019, s. 1491-1508.
Dirimtekin, Feridun; “Ayasofyanın Bronz Kapıları”, Ayasofya Müzesi Yıllığı, No: 3, İstanbul, 1961, s. 10-14.
Dursun, A. Haluk; Ayasofya Müzesi Envanteri, İstanbul, Haziran 2011.
Eyice, Semavi; Ayasofya, İstanbul, 1984.
- Swift, Emerson; “The Bronze Doors of The Horologium at Hagia Sophia”, The Art Bulletin, Vol. 19, No. 2 (Jun., 1937), University of Chicago, s. 137-147.
Karabacak, Yasin; İstanbul’un Keşfedilmeyi Bekleyen Sembolleri Monogramlar, İstanbul, Mart 2021.
Mango, Cyril; “When Was Michael III Born ?”, Dumbarton Oaks Papers, Vol. 21 (1967), Dumbarton Oaks, Trustees for Harvard University, s. 253-258.
Mango, Cyril; Bizans Yeni Roma İmparatorluğu, Çev: Gül Çağalı Güven, 2. Baskı. İstanbul, Ocak 2011.
Niewöhner, Philipp and Teteriatnikov, Natalia; “The South Vestibule of Hagia Sophia at Istanbul The Ornamental Mosaics and the Private Door of the Patriarchate”, Dumbarton Oaks Papers, Vol. 68, Dumbarton Oaks, Trustees for Harvard University, 2014 s. 117-156.
- Majeska, George; “Kilisesindeki İmparator: Ayasofya Kilisesi’nde İmparatorluk Ritüeli”, Bizans Saray Kültürü, Haz: Henry Maguire, Çev: Müfit Güney, 2. Baskı, İstanbul, 2022, s. 13-26.
Pedone, Silvia; “The Emperor Teophilos (829-842) Between Classicism and Exoticism”, Actual Problems of Theory and History of Art: Collection of Articles. Vol. 5. Eds: Svetlana V. Maltseva, Ekaterina Yu. Stanyukovich-Denisova, Anna V. Zakharova. St. Petersburg, NP-Print Publ., 2015, s. 238-245.