1745’TEN BU YANA, 7. KUŞAĞA EMANET

1745’TEN BU YANA, 7. KUŞAĞA EMANET

Fatma Karaca Meşe

1745 yılından bu yana işletilen ve aile büyüklerinden gelecek kuşaklara emanet edilen bir dükkândayız. Eminönünü’nün en eski çarşılarından birinde, Hicipoğlu Şekerleme’nin yedinci kuşak temsilcisi Cemal Hicipoğlu ile Osmanlı’dan günümüze tatlı bir yolculuğa çıkıyoruz. “Geçici olarak birisine bırakılan ve teslim alan kişice korunması gereken eşya” diye tanımlanıyor “emanet”. Geçmişte kişilerin mesleklerinin de ailelerinden miras kaldığını ve dükkânların, zanaatkârlıkların aile içindeki bir sonraki nesle aktarıldığını görüyoruz hep. Mesleklerin ailede bir gelenek hâline geldiği ve köklenerek markalaştığı hikâyeleri duyup hayran olmamak elde değil! Bugün o markalardan birinin yedinci kuşak temsilcisi 90 yaşındaki Cemal Hicipoğlu’yla birlikteyiz. 1745 yılından beri varlığını sürdüren Hicipoğlu Şekerleme’nin ilham veren tarihini dinliyoruz. “Biz İneboluluyuz, benim büyük dedem heybesini alıp gelmiş İstanbul’a” diyerek anlatmaya başlıyor bu ilham veren dükkânın hikâyesini Cemal Bey: “Büyük dedem İstanbul’a geldiğinde Fatih’e yerleşmiş. Ben burada doğdum, büyüdüm. Çocuklarım da burada büyüdü, hâlâ burada yaşıyoruz. Dedemin babası çok iyi bir helvacıymış. İstanbul’a geldiği zaman methi padişaha kadar ulaşmış. I. Mahmud, dedemin helvasını ve yaptığı şekerleri beğenince onu helvacıbaşı makamına layık görüyor. Ardından farklı şubeler açmaya büyümeye başlamış işler. Adı İstanbul Helvacılar Kahyası Hicipzade Hacı Mustafa Efendi olarak geçen büyük dedemin kabri de Eyüpsultan Mezarlığı’ndadır. Onur duyuyoruz.”

BABADAN MİRAS: ŞEKERCİLİK 

90 yaşındaki Cemal Bey her gün dükkânını açıyor ve 70 sene önce babasından kendisine miras kalan mesleğine aktif olarak devam ediyor. Üretiminden satışına kadar her aşamasında olan ve şekerlerin yapımını da üstlenen Cemal Bey’in bu mesleğe nasıl başladığını merak ediyoruz. “Başka bir meslekte ilerlemeyi düşündünüz mü?” diye soruyoruz, “Başka hiçbir meslek düşünmedim, bizde şekercilik aile içinde bir gelenektir” diyor ve devam ediyor: “İlkokulda öğretmenimiz büyüyünce ne olacağımızı sorardı, ben hemen çıkıp ‘şekerci olacağım’ derdim. Çünkü dedem de babam da şekerciydi. Yedi kuşak helvacıyız biz. Aklıma başka bir seçenek gelmezdi. Biz oradan ekmeğimizi kazanırdık. Liseyi okuduktan sonra dükkânımız olmasına rağmen babam beni işi öğrenmem için Beyoğlu’nda amcamızın dükkânına gönderdi. Önce çok zoruma gitti. Fakat orada her işi yaptım, işi mutfağında öğrendim. Sonra yetişince babam ‘hadi gel’ dedi. Geldim dükkânı devraldım. 70 yıldır her gün işimin başındayım.”

279 YILDIR AYNI REÇETE

Renk renk aromatik akide şekerlerinin, lezzetli lokumların ve helvaların bulunduğu geleneksel dekorasyonunu hâlâ koruyan bir dükkân burası. Zanaatın ve dekorasyonun aynı şekilde korunduğu bu dükkânda; şeker ve helvaların yapım süreçleri de eskiden nasılsa öyle devam ediyor. Dükkânın üst katındaki küçük bir imalathanede yapılan şekerler ve helvalar aynı reçeteyle yapılıyor. Ailesinden yadigâr bir bıçak gösteriyor Cemal Bey, “Dükkâna hırsız girdi, önce bu bıçağı aradım acaba bir şey oldu mu diye merak ettim, yerinde durduğunu görünce rahatladım. Çünkü bu dükkândaki en değerli şey budur, para değil” diyor. Nedir bunun özelliği diyoruz; “Bu bıçak çeliktir ve 185 yıllık, aileden miras bana. Dedem de bunu kullanırdı, babam da. Şimdi de ben kullanıyorum. Akide şekerlerimi helvalarımızı bununla kesiyoruz. Dedemden kalan reçeteyle yaparız şekerlerimizi. Dedem de babam da çok titiz insanları. Bize hep dürüstlüğü ve bu işe duyulan titizliği anlattılar. Zaten bu sayede başarılı olabilmişler. Biz her gün tonlarca ürün çıkarmayız, fabrika gibi değildir burası. Bu sebeple özenle yapar, titizleniriz. Ürünlerimiz azaldıkça yaparız. Mesela yarın badem ezmesi günümüz, böyle böyle sıraya koyarız. Az üretince de özenle üretilir”  diyor.

 MAHALLENİN ABİSİ, İSTANBUL’UN FAVORİ ŞEKERCİSİ 

Yarım asırlık ömründe farklı sivil toplum kuruluşlarına başkanlık ederek toplumda değer yaratan Cemal Bey, doğup büyüdüğü ve hâlâ dükkânının da bulunduğu Küçükpazar’da 50 yıldır muhtar olarak görev yapıyor. “Ben mahallenin abisi, çocukların şekercisiyim” diye anlatıyor ve ekliyor: “Benim ömrüm burada geçti, herkesi tanırım. Tabii benim yaşıtlarım çok kalmadı bu bölgede. Ancak bu bölgedeki herkesin “Cemal Abi”siyim, çocukların da şekercisiyim. Bir sorun olduğu zaman hep gelirler ‘sen barıştır bizi’ derler. Bu ahlak ve davranışta mirastır bize aileden. Benim oğlum mali müşavir ama sabah erkenden beni bırakır dükkâna ve ilk önce eline süpürgeyi alır, süpürür buraları. Dükkânı açmaya hazır hâle getirir. Çünkü buradan kazandıklarımızla okuttum çocuklarımı, onlar da vefalıdır. Kızım da oğlum da sahip çıkar dükkâna. Bayramlarda tüm şekercilere örnek olurdu bizim vitrin. Kapıdan sokağın sonuna kadar kuyruk olduğu zamanları hatırlıyorum. Şimdi de hâlâ çok talep görüyor. Bizim eski usul, butik üretimimiz ilgi çekiyor. Hiçbir şeyimiz olmasaydı da ben yine bir şekerci de çalışırdım, seviyorum işimi. Benden sonra da devralmak üzere yeğenimi yetiştiriyorum. Bu emaneti nesiller boyu aktarmaya devam edeceğiz.” 

Rengârenk şekerlerin olduğu dükkândan ayrılırken, duvardaki resimlere gözümüz takılıyor. Her biri geçmişten kalma bir anı. Dükkânı yenilemeyi ve değiştirmeyi düşünür mü acaba diye merak ediyoruz, yeni nesil bir şekerciye dönüştürmek ister misiniz, diye soruyoruz: “İstemem” diyor Cemal Bey. “Biz geleneklerimize bağlıyız, burada bir anı var, burası böyle güzel. Ömrümüz yettikçe de bu şekilde anılarıyla korumaya ve aynı şekilde devam ettirmeye çalışacağız” diyor. Yedi kuşaktır aktarılan mirası, o da bir başka kuşağa aynı şekilde devrediyor. Anlıyoruz ki bu yalnızca bir işletmenin veya zanaatın değil, aynı zaman da bir kültürün de devri.

 

Start typing and press Enter to search