SANATLA UĞRAŞMADAN GEÇİRDİĞİM GÜN BOŞA GEÇMİŞ GİBİDİR

SANATLA UĞRAŞMADAN GEÇİRDİĞİM GÜN BOŞA GEÇMİŞ GİBİDİR

Pelin Avcı

Prof. Dr. Süheyl Ünver’in “göz musikisi” dediği tezyini sanatlar, tezhipten minyatüre Türk tarihî ve kültürel mirasının mihenk taşlarına hayat vermiştir. Nakkaş, öğretim görevlisi ve Nakkaş Tezyini Sanatlar Merkezi’nin yöneticisi Muammer Semih İrteş, söyleşimizde çocukluk yıllarında Süleymaniye Camii’nde başlayan tezyini sanatlar merakından günümüz restorasyon çalışmalarındaki zorluklara dek birçok konuyu aydınlatıyor. 

Tezyini sanatlarla nasıl ve ne zaman tanıştınız? 

Ben babadan nakkaşım. Babam merhum Sabri Usta, nam-ı değer Sabri İrteş ile büyüdük. O kendi zamanında kalem işinde bir üstattı. Üç erkek kardeştik: ben, Hayrettin ve Adli. Babamız, hangi cami veya benzeri yapılarda çalışıyorsa bizi küçük yaştan itibaren alır oraya götürürdü. Süleymaniye Camii’nin restorasyonu yapılırken babam beni alır, omuzlarında iskeleye kadar çıkarırdı. Altı yedi yaşındaki bir çocuğun iskeleye çıkması hayal bile edilemez bir şey. Bu deneyimler bana o dönemdeki mekanlarla iç içe olma şansı verdi. Yine bu yaşlarda, kardeşlerimle birlikte çıraklığımız Topkapı Sarayı’nın harem restorasyonlarında geçti. 1970lerin başına doğru harem odalarında girmediğim yer kalmamıştı. Çocukluktan çıkıp bilinçlenmeye başladığımız zamanlar, Topkapı Sarayı’nın ve içinde sergilenen malzemelerin ne olduğunu da anlamaya başladığımız zamanlardı. 

Bu mekanlarda çalışmak, var olmak, babanızın kişiliğine nasıl yansımıştı?

Bunları idrak edebilmek çocukken mümkün değildi. Hatta bazı şeyleri şimdi, yetmiş iki yaşındayken anlayabiliyorum. Ülkemizde sanatla, özellikle geleneksel sanatlarla uğraşan kişilerin ekonomik durumları üst seviyede değildir. Düşünün ki biri muhteşem bir eserin restorasyonunu yapıyor, ona kimlik kazandırıyor, hayatını ise ancak geçindiriyor. Sonra o adamın sanata bakışı nasıl olur? 

Hayat geçindirme derdi sanata bakışı etkiliyor mu?

Babamdan örnekle devam edeyim. Babam kendi işine çok severek başlamış. Sevgiyle yapılan işlerin sonucu fevkalade başarılı olur, sevgisiz yapılanlar ise yürümez. Babamda o sevgi on beş –  on altı yaşlarında başlamış. Onun sayesinde bende de çok daha küçük yaşta başladı. Yani geçim sıkıntıları ve hayatın zorluklarına rağmen bu sevgi devam eder; ama güçlükler de devam eder. Örneğin babamın işe ilk başladığı yer olan Topkapı Sarayı’nda çalışmış olan Ekrem Hakkı Ayverdi, döneminin en önemli kültür insanlarındandır. Fatih Sultan Mehmet devri mimarisiyle ilgili tüm araştırmalarını tek başına yürütmüş, onları kitaba dönüştürürken bunu kendi şartlarıyla başarmıştır. Bugün günümüzde de bu benzer bir şekilde devam ediyor. Ben çalışmalarımı kuruluşunun bana ait olduğu bir vakıfta sürdürüyorum: Nakkaş Tezyini Sanatlar Merkezi. Bu vakfın her türlü giderini ben karşılıyorum. Birkaç gönüllü insanla birlikte burada geleneksel sanatlardan restorasyon çalışmalarına, sanat kitaplarından araştırmalara her şeyi kendimiz üstleniyoruz. 

O TEZHİPİ GÖRDÜĞÜMDE BÜYÜK HEYECAN DUYARDIM

Babanızla çalıştığınız zamanlara geri dönelim. Bu mesleği seçmenize sebep olan bir kişi veya olay var mıydı? 

Topkapı Sarayı’nda çalışırken, sarayın müdürlerinden ve hayatının elli senesini Topkapı Sarayı’nda geçirmiş olan Filiz Çağman hanımefendiyi tanıdıktan sonra tezyin sanatlarla olan irtibatım gelişmeye başladı. Gördüğüm şeyleri anlamaya çalışıyordum. Örneğin sarayda kütüphanenin hemen yan tarafındaki duvarda III. Murat’ın tuğrası vardı. O pırıl pırıl parlayan tezhipi gördüğümde büyük bir heyecan duyduğumu hatırlıyorum. O, benim için büyük bir ilham kaynağıydı. Sonrasında yine 1970’lerde arz odasının taht alanında restorasyona başlandı. Arz odasının taht alanındaki barok tezyinatları kazıp araştırma yapmaya başladık. Altta muhteşem çalışmalar bulduk. Bu çalışmalar esnasında benim heyecanım son raddeye ulaştı. 

Süheyl Hoca ile de bu zamanlarda tanıştınız. Tanışmanız nasıl gerçekleşti?

1973 yılının başlarıydı. Süheyl Ünver Hoca’nın 50 Türk Motifi isimli bir kitabı vardı. Bu kitabı babam bir yerden alıp eve getirmiş, ben de görünce çok heyecanlanmıştım. O sırada Filiz Çağman bana “Semih, senin bu konularda ders alman, bu işi ince noktalara götürmen gerekir” dedi. Biz böylece Süheyl Hoca’nın yanına gittik. O sıralarda ben arz odasında, cam üzerine bir çalışma yapmıştım. On beşinci yüzyıl üslubunda, bir zümrüdüanka kuşu ile bir ejderhanın mücadelesini anlatan bir çalışmaydı bu. Cam üzerinde çalışmak zordur. Fırça tutmaz, kırılgandır; ben de kendimi sınamak için zorluklar arıyordum. Hoca o gün bana bu çalışma üzerine ne kadar uğraştığımı sordu, ben de dört – beş ay olduğunu söyledim. “Peki bu cam düşse ne olur?” diye sordu hoca, “bütün emeğin kaybolur gider”. O gün orada bana bir ders verdi, kullanacağım malzemeyi nasıl seçeceğimi öğrendim. 

Süheyl Ünver’den öğrendiğiniz en önemli şey neydi?

Süheyl Hoca hayatıma fevkalade yön vermiş, büyük bir şahsiyettir. Örneğin ben hiçbir günümü boş geçirmemeye çalışırım. Bu konuda en büyük örnek her zaman için Süheyl Ünver Hoca’mızdır. Süheyl Hoca 1986’da seksen sekiz yaşındaki vefatına kadar öyle bir zaman geçirmiş ki, adeta o yaşını ikiye katlamış. Çocukluk yaşlarında başladığı disiplinli hayatında boş bir an bile geçirmemiştir. Geçirdiği en boş an geceleyin kafasını yastığa koyup sabah erkenden uyandığı zaman arasındaki boşluktur. Ben de bu disiplini kendi hayatıma uygulamaya çalışırım.

BELKİ DE YAŞIMI İKİYE KATLAYACAK KADAR YAŞADIĞIMI HİSSEDİYORUM

Siz de “bu hayatı yaşım kadar yaşadım” diyebilir misiniz?

Belki de yaşımı ikiye katlayabilecek kadar yaşadığımı hissediyorum. Söylediğim gibi, bütün zamanımı dolu dolu geçirmeye çalışırım. Kendime zaman ayıracak da olsam bu yine tenzinatla iç içedir. Örneğin bir kafeye ya da başka sosyal çevrelere girmektense sempozyumlara, sergilere katılırım. Benim için de çalışmadan, sanatla uğraşmadan geçirdiğim bir gün boşa geçmiş gibidir.  

Şimdi çalışmalarınızı Nakkaş Tezyini Sanatlar Merkezi’nde sürdürüyorsunuz. Bize biraz işlerinizden bahsedebilir misiniz?

Süheyl Hoca’dan bahsetmişken, onun araştırmalarıyla ilgili çalışmalarımızdan da bahsedeyim. Süheyl Ünver hayatı boyunca iki bin defter tutmuş, bu defterlere Osmanlı ve Türk kültür ve sanatını not etmiştir. O defterler bugün “Süheyl Ünver Defterleri” adı altında yayınlanıyor. Bu yayını yapılan yaklaşık dokuz defter içinde biz de Hoca’nın Türk Evleri isimli bir defterinin basımını yaptık. İki tane de Süheyl Ünver objektifinden fotoğraf kitabı yayınladık. Bunlar 1930’lu yıllarda, özellikle İstanbul’daki mimari eserlerin veya birtakım mahallelerin binalarının fotoğraflarını içeriyor. Bu binaların çoğu şu an yok; sanki Süheyl Hoca bunu çok önceden tespit etmiş ve kültürel hafızaya bu fotoğrafları kazandırmış.

Onun dışında, bulunduğumuz merkez tezhip sanatıyla uğraşıyor. Türkiye genelinde birçok mekânda restorasyon faaliyetleri yürütüyoruz. Bununla birlikte dünya genelinde de bununla ilgili çalışmalarımız oldu. On sene öncesinde Köln Merkez Camii’de bir çalışma yaptık. Caminin her detayında, mihrap, minber, kürsü, her bir noktanın üslup birliği içerisinde olması için uğraştık. Bunun dışında Moskova ve Washington’da da farklı camilerde çalıştık. Yakın zamanda Bursa Ulu Camii’de, camiyi aslına döndürmek için restorasyon çalışmalarına başladık ve bunu başardık. Topkapı Sarayı restorasyonlarımız ise hâlâ devam ediyor. 

Restorasyon çalışmalarında karşınıza çıkan ne gibi zorluklar oluyor?

Süleymaniye Camii’nin restorasyonu sırasında ben Süleymaniye’de bulunuyor, ama tatbikatı yönetmiyordum. Restorasyon tatbikatı bir müteahhit firmaya verilmiş olmasına rağmen inisiyatif alarak kubbe altından çıkan özgün nakışların düzeltmelerini yaptım. Bu düzeltmeleri restorasyonda gören alan kalemkârlara teslim ettim. Caminin kubbesinin altındaki orijinal süslemelerini yeniden ortaya çıkarmak adına o döneme ait belgeleri inceledim. Kubbe haricindeki alanlarda 16. yüzyılın muhteşem çalışmaları bulundu. Kubbe nakışlarının da yine 16. yüzyıldaki asıllarına uygun olmaları için mücadele verdim. Fakat sonuca ulaşamadı. Kimi zaman restorasyon çalışmalarındaki yürütücü firma, bilim heyetleri ve sanatçılar arasındaki fikir ayrılıkları böyle sorunlara yol açabiliyor. 

DOĞRU YAPILMIŞ RESTORASYON GELECEK NESİLLERE ÖRNEK OLUR

Restorasyon süreciyle ilgili eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Restorasyon gerçekten zorlu ve keyifli bir süreçtir. Benim hayatımın büyük bir bölümünü kapsar; en heyecan duyduğum, önem verdiğim işlerden biridir. Bilinçli bir şekilde gerçekleştirildiğinde yapılan eserin kimliğini ve özgünlüğünü korumak insana büyük mtululuk verir. Bu yalnızca size değil, Türk kültürüne de büyük hizmet sağlar. Hem restorasyonda çalışanlar hem gelecek nesiller, doğru uygulamaları görerek örnek alır. 

Restorasyon projelerinde bilim heyetlerinin rolü de büyüktür. Bu heyetler genelde mimarlar, sanat tarihçileri ve bazen mühendislerden oluşur. Nakkaşlar genellikle bu heyetlerde yer almazlar fakat restorasyon sürecine büyük katkıları vardır. Örneğin, Süleymaniye Camii’nin restorasyonu sırasında orijinal nakışların altındaki desenleri ortaya çıkarmak cesaret ve bilgi gerektirir. Bu işlemde daha deneyimli ve bilgili kişilerin yönlendirilmesi gerekebilir. 

Restorasyonun başarılı olabilmesi için yapılan işlerin kendi kimliğine kavuşturulması ve orijinal özelliklerin, özgün detayların korunması önemlidir. Restorasyon sürecinde yapılan işlerin o döneme ait belgelerle desteklenmesi ve geçmişte yapılan çalışmaların incelenmesi gerekir. Sonuç olarak, detaylı ve titiz bir çalışma sonucunda, doğru yapılmış bir restorasyon çalışması kültürel mirasın korunmasına katkı sağlayarak gelecek nesillere de örnek teşkil eder.

 

 

Start typing and press Enter to search