Bu Şehrin Ağaçları Ulu Çınarlar
BU ŞEHRİN AĞAÇLARI
ULU ÇINARLAR
İstanbul peyzajının vazgeçilmez unsuru çınarlar… Çok eski devirlerden beri görenleri kendilerine hayran bırakmış bu ulu ağaçlar sur içinin pek çok yerinde tarihin dönüm noktasından duyulmadık haberler taşırcasına hâlâ ayaktadır. Kimi zaman şiirin mısralarından seslenir kimi zaman bir ressamın fırçasında cisimlenir, bir film sahnesinde veya bir fotoğraf karesinde ölümsüzleşirler. Tam da Lamartine’in işte müslüman Türk’ün hayatı diyerek betimlediği gibi, harikulade bir ufkun karşısında, başının üstünde dallarıyla bir ağaç, illa ki çınar olmalıdır, yanında bir çeşme, gözünün önünde deniz, orada oturmak, belirsiz dalgın bir seyirle saatler geçirmek… Bir çınar serinliğinde demlenen, tabiat sevgisiyle hercümerç bir sur içi manzarasıdır bu.
Fark etmesek de, hepimizin bir çınarı vardır İstanbul’da. Sur içinin meydanlarında, cami, mescit, türbe avlularında, çeşme başlarında, cadde boylarında veya mahallemizin bir köşesinde, küçük bir parkın girişinde güçlü gövdeleri, uzun dalları, el el yapraklarıyla bu güzel şehre divan dururlar. Bizden de bir selam beklerler.
TARİHİN TANIKLARI
Yaş ve çap özellikleriyle göze çarpan ihtişamlı anıt ağaçlar, tarihimizin canlı temsilcileridirler. Sur içi çınarlarının bu grupta özel bir yeri vardır. Çoğu fiziksel nitelikleri yanında gerçek veya hayal ürünü, mistik veya folklorik bir öykünün içinde yaşarlar. Bulundukları semte, bölgeye adını verecek kadar mekânla özdeşleşmiş olanları vardır. Türklerin eski inanç sisteminin bir uzantısı olarak günümüzde yaşatmaya devam ettikleri “ağaç kültü”nün bunda bir payı var elbette. Bu kültün özünü “Hayat Ağacı” düşüncesi oluşturur. Çınar doğumun temsilcisidir; yapraklarını geç dökerse kışın geç geleceğine, erken dökerse sert geçeceğine inanılır.
Manas Destanı’nda; “ulu çınar” ata yurdunu temsil eder, konaklama ve sığınma yeri kabul edilir. Çınarla devlet arasında olduğu gibi çınarla çocuk arasında da bir bağ kurulur, çocukların uzun ömürlü olması için çocuk doğunca onlar adına çınar dikilir. Türk kültüründe çınarlar “ulu ağaç” ve “gaba ağaç” gibi unvanlarla anılır, Tanrı’nın ve aydınlığın sembolleri olarak kabul edilir.
Osmanlı’da çınar, âdeta devlet gücünün ve sonsuzluğun simgesi olarak algılanırdı. Nitekim devlet erkânına ait türbe ve hazirelerde, ünlü cami avlularında devasa bir çınara muhakkak rastlarız. Bütün başkentlerin; Bursa, Edirne ve İstanbul’un tarihî ve kutsal mekânlarını süsleyen ulu çınarlar, bu düşüncenin somut kanıtlarıdırlar.
Rivayete göre devletin kurucusu Osman Gazi bir gece rüyasında Şeyh Edebali’nin kendisine misafir olduğunu görür. Şeyhin göğsünden doğan bir ay kendi göğsüne iner. Daha sonra kendi göbeğinden bir ağaç dallanıp budaklanır ve bütün dünyayı kaplar. Osman Gazi’nin rüyası Anadolu’da ve Balkanlarda kurulacak Türk hâkimiyetinin habercisi niteliğindedir. Rüyadaki ağacın çınar olduğuna dair görüşler vardır. Gerçekten de Osmanlı, nereye giderse gitsin çınarı bir alametifarikası olarak yanında götürmüştür.
SUR İÇİNDEN ÇINAR HİKÂYELERİ
Şecere-i Vakvak 4-6 Mart 1656 tarihleri arasında yaşanmış bir askeri ayaklamanın neticesinde yaşanan hadise, “Vak’a-i Vakvakiye” ya da “Çınar Vakası” olarak da bilinir. IV. Sultan Mehmet’e başkaldıran yeniçeri ve kapıkulu süvarileri 15 yaşındaki genç padişahtan, saray entrikalarına karışan harem ağalarının idam edilmelerini isterler. Padişah olayın daha da büyümesini istemez, istenilen kişilerin öldürülmesini emreder, sonra da cesetler isyancılara teslim edilir. Yeniçeriler cesetleri ayaklarına bağladıkları ipler ile At Meydanı’na kadar sürükleyerek getirir ve oradaki ulu bir çınarın dallarına anadan üryan hâlde asarlar. Otuz ceset beş gün boyunca çınarın dallarında asılı kalır.
O tarihlerde meddahların şehirde sıkça anlattıkları bir mesel halkın fazlaca ilgisini çekmektedir. Anlatılana göre Çin Denizi’ndeki adalardan birinde, yaprakları incir ağacınınkine benzer bir ağaç varmış. Nisan ayının başında çiçek açan bu ağacın meyveleri haziran ayının sonuna doğru olgunlaşırmış. Bu esnada meyvenin üst tarafında önce bir çift ayak çıkar, en sonunda çiçekten saçından tırnağına kadar tam bir insan şeklini alırmış. Meyve iyice olgunlaştığında ağaçtan düşer, bu sırada “vak vak” diye bir ses çıkartırmış. Bu meselin de etkisiyle dallarına asılan insanlardan ötürü bu ulu çınara halk içinde “Şecere-i Vakvak” ya da “Vakvak Çınarı” denilmiştir. Kimi belgelerde de “Kanlı çınar” olarak anılır. Ağaç 18. yüzyılda kesildiği için günümüze ulaşamamıştır.
Yeniçeri Çınarı Vakvak Çınarı gibi, Yeniçeri Çınarı da bugün artık yok. Topkapı Sarayı’nın birinci avlusunda bulunan ve 1928 yılında kuruduğu için kesilen bu ağacın bin yıldan fazla yaşadığı tahmin ediliyor.
Rivayete göre, Fatih Sultan Mehmed yaptıracağı yeni saray için yer ararken görkemli bir çınar ağacına rastlar ve bir süre onu hayran şekilde izler. Sarayın buraya yapılmasına karar verir ve ağacın sarayın bahçesinde kalacak şekilde inşa edilmesini emreder. Nihayet yapı bitince saray tamamen buraya taşınır. Padişahın arada çıkıp gezindiği bahçedeki çınarın güzelliği haremdeki cariyelerden birinin dikkatini çeker. Merakı gün geçtikçe artan genç kadın daha fazla dayanamaz, haremden dışarı çıkması yasak olmasına rağmen ağacın yanına kadar gider. Gece olunca bir saray görevlisi genç kadını fark eder, başına bir şey gelmesin diye onu çınarın bir oda genişliğindeki kovuğuna gizleyerek durumu harem ağalarından birisine haber verir.
Haber padişahın kulağına kadar gelir. Fatih kızı saklayan görevliyi huzuruna çağırtır ve yaptığı hizmet karşılığı kendisinden bir dilekte bulunmasını ister. Saray görevlisi, bu devasa çınarın yanında bir ocak kurulmasını ve bu ocağın başına da kendisinin getirilmesini talep eder. Böylece “Kız Bekçileri” adı verilen ocak kurulur. Daha sonra kadrosu artırılarak burası saray karakoluna dönüştürülür. Sultanların has bahçe gezintilerinde kahve molası verdiği bu mekânda yeniçeriler padişah ile konuşabilme imkânına sahiptiler, bu nedenle zaman içinde ağaç “Yeniçeri Çınarı” adıyla akıllarda yer etti.
Saray çevresinden etrafa doğru tarihsel öneme sahip çınar ağacı çoktur. Sultanahmet Camii’nin avlusunda bulunan çınar ağaçları yaklaşık 300 yılı aşkın bir tarihe tanıklık ederken, Şehzadebaşı Camii avlusundaki çınarların 1542’de dikildiği biliniyor. Kocamustafapaşa semtinde, Sümbül Efendi Camii’nin avlusunda bulunan çınar ağacının yaklaşık 2 bin yıldır ayakta olduğu biliniyor.
SOHBET ORTAMI ÇINARALTI
Çınar ağaçlarının altları, insanların bir araya gelerek çay kahve eşliğinde keyifli sohbetler yaptıkları bir toplanma, buluşma yeri aynı zamanda. Sur içinin en meşhur ağaç altı mekânı Beyazıt Camii’nin yanında, Sahaflar Çarşısı’nın girişindeki meydandadır. Bir zamanlar “Çınaraltı” adıyla meşhur bu yerde devasa çınar ağacının dallarıyla gölgelenen bir çay bahçesi vardı, burası şehrin entelektüel kesiminin; üniversite öğrencilerinin, yazarların, şairlerin, sanatçıların buluşma adresiydi. Bazı günlerde çınarın altı antika-eski eşya satan insanlar ve müşterileriyle dolup taşardı. Bugün burada bahsedilen anlamda bir hareketlilik yok belki ama gidilip şehrin tarihinde önemli yer tutan bu muhteşem çınara hâlâ selam verilebilir.