KİTAP: DOSTLAR VE DELİLER

En büyük kitaplığımın önünde ayağa kalktığım an, ben buna kontrollerde olmak diyorum, kendimi kaptan köşkünde bir kaptan ya da Wurlitzer’deki Sandy Macpherson gibi hissediyorum.

Stephen Carrie Blumberg

  • YAZARI KİM?

Kitap, bir bağlamda insana dâhil bir kavram. Dünyada insan “şahit olmak için bulunmaktadır” dense yanlış olmaz herhâlde. Keşfedecek, deneyimleyecek, sonunda öğrenecek ve hayatı bir gün sona erecektir. Bu kısıtlı zaman aralığında öğrenmenin, tecrübe edinmenin en başat ve aynı zamanda en kolay yoludur kitap. Kimine göre bir rehber, bir arkadaştır. Bazen sadece bağ kurulan bir eşya, bir deneyimdir. Ancak herkesin hayatında uzak yakın,  belirleyici ya da sınırlı bir yer işgal etmektedir. Ve mutlaka onunla kurulan ilişki doğal olarak insanın hayatına bir şekilde yansımaktadır.

 

Yeni bir eve taşınırken önce zihnimizde döşeriz o evi. Boş, yeni boyanmış, sentetik kokulu tertemiz bir odaya bakar, hangi kısmına hangi eşyamızı koyalım diye düşünür, heyecanlanırız. Ama bir an vardır, bir yere takılır gözlerimiz, göz kararı hesaplarız ve içimizden geçiririz mutlaka; “tam şuraya da bir kitaplık”… Önünde bir koltuk, ceviz ağacından bir küçük masa, tam arkasında uzunca bir gövdenin üzerinde, yalnızca masayı aydınlatan sarımtırak bir lamba… Kimisi önce kitaplığı yerleştirir odaya. Hangi kitapların hangi raflara yerleşeceğini, hangi rafların hangi duvarda sabitleneceğini hayal eder, sonra diğer eşyaya yer bulur. İnsan hayatında mutlak yeri olan kitap, bir merak unsurudur aynı zamanda. Bu merak ona karşı ilgiyi, bu ilgi de onun kişinin zihnindeki yerini ve yaşamındaki konumunu belirler.

 

KİTAPLARIN KİTABI

1893 yılında, Türk Dili Tarihi Kürsüsü’nün ilk profesörü ünvanına sahip bir kitap âşığı olan Necib Âsım (Yazıksız) tarafından yayımlanan Kitab isimli eser, kitaba dair yazılmış en kıymetli metinlerden biri kabul edilir. Ona “Kitapların Kitabı” yakıştırması dahi yapılmaktadır. Eski yazı ile yazıldığı için İletişim Yayınları tarafından 10. kuruluş yılı vesilesiyle günümüz Türkçesine uygun şekilde yeniden düzenlenerek bastırılan bu önemli eser insanın kitapla ilişkisine dair oldukça nitelikli ve çarpıcı bir içeriğe sahip. Kadıköy’deki ilk sahaf dükkânı Dil-Tarih Sahaf’ın kurucusu, Kitab’ın önsözünü de yazan Sami Önal’ın da altını çizdiği üzere Necip Asım kitap meraklılarını iki sınıfa ayırır: “Muhibbân-ı Kütüb” (kitap dostları) ve “Mecânîn-i Kütüb” (kitap delileri). Fransızcadan dilimize yerleşen bibliyofil ve bibliyoman kavramları da benzer anlamda kullanılmaktadır.

 

KİTAP DOSTLARI

 

Kitap dostları muhtevası, kokusu, sayfaları, cildi, kapağı olmak üzere onu topyekûn bir olgu olarak görür. Kendi zevkine, ilgisine göre, belirli bir sebebe içkin olarak ciddiyetle yaklaşır. Bu ilişki kıskançlık barındırmaz. Bilakis olabildiğince paylaşımcıdır, özellikle diğer kitap dostları söz konusu olduğunda. Kendi kütüphanesine verdiği önem kadar, onu başkalarının faydasına sunmaya dair hassasiyet taşır kitap dostu. Dağıtır, bağışlar. Mütefekkirler, araştırmacılar, kitapları okuyup ondan yararlanmak için satın alan okuyucular, hülasa kitaplara büyük kıymet veren, onları insana ait bir değer olarak görenler kitap dostlarıdır.

Ömrünü Fatih’te kendi kurduğu Millet Kütüphanesi”nde geçiren bir kitap dostu olan Ali Emiri Efendi kitap sevdasını şöyle anlatıyor;

 

“dilber-i nevhatta bakmam var iken hatt-ı sutûr / yâr-ı cânımdır habib-i nâzeninimdir kitâb.”

(Gizlenmiş çizgileri barındıran hat önümde dururken yüzümü yeni çizgilere sahip güzele çeviremem, benim yar-i canım, narin dostumdur kitap)

Hâlik’a hamd ü sena olsun Emîrî rûz u şeb / Kurratülayn – i halatım hemnişmimdir kitâb.

(Emiri kulunu yaratan Allah’a (sonsuz, şükürlerin en güzeliyle) şükürler olsun, gece ve gündüz, en güzel halim (en güzel anım), en yakın dostumdur kitap)

 

Evreni bir kitap, cenneti ise kütüphane olarak betimleyen, görme yetisini okuma uğrunda kaybeden Luis Borges’in, Borges’e görmediği kitapları okuyan, “Okumanın Tarihi”ni yazan Alberto Miguel’in, Miguel’in hayranı olduğu, “kullanmadığı kelimelere” hasret ölen Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda yaşayan tüm kitap dostlarının ortak yönü, insan olmalarından itibarla kitaplara verdikleri değerin büyüklüğüdür.

 

KİTAP DELİLERİ

 

Mecânin-i kütüb; hastalık derecesinde kitaba düşkün (mecnûn) olanlara denir. Keza bibliyomani Yunanca “biblion” (kitap) ve “mania” (hastalık) kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. İlgisini çeken her kitabı elde etmeye uğraşan, bunlara sadece sahip olmaktan zevk alan, sahip olduğunda onu herkesten saklayanlardır kitap delileri. Yani kitapla dostluğun sınırlarının aşılması, yolundan çıkması hâlidir. Necip Asım, “Kitap delileri, kitap muhiblerine (kitap dostları) benzemezler. Bunlar yalnız kitap toplamak isterler. Bunlarla, mesela posta pulu, kundura, çubuk, yumurta toplama merakında olanlar arasında bir fark yoktur.” şeklinde anlatır. Bir hastalık olarak tanımlanması, bu durumun kişilerin hayatına etkisinden ileri geliyor. Okumayacağı / okuyamayacağı kitaplara sahip olmak için hayatını riske atmaya kadar ileri gidebilen bu hâl, kişiyi bir nesneye, muhtevasından bihaber, esir ediyor.

 

BİR KİTAP HAYDUTU

 

Stephen Carrie Blumberg, 1990 yılında 327 kütüphaneden 23.600’den fazla kitap çaldığı için tutuklandıktan sonra “Kitap Haydutu” olarak tanınmıştır. Çaldığı kitaplar toplam 20 milyon dolar değerindeydi. Amerika’nın en eski süreli yayınlarından Harper’s Magazine isimli derginin Ocak 1994’te çıkan sayısında Philip Weiss imzalı “The book thief: a true tale of bibliomania – Stephen Blumberg case” başlıklı yazı (aynı zamanda kapak konusuydu), tarihin bu en bilinen kitap hırsızının hikâyesini anlatmakta, şahısla yapılan görüşmelerden anekdotlara yer vermektedir. Blumberg şaşırtıcı bir adanmışlıkla, türlü yöntemlerle kitap çalmakta ve biriktirmekteydi. 670 kitap çaldığı Harvard kütüphanelerine ya da 780 kitap çaldığı Claremont kolejlerine girmek için, lise mezunu biri olmasına rağmen profesör kılığına girmişti. İyi bir planla hareket ederdi. Alarm sistemlerinden kaçınır veya birkaç kez çalıştırarak eylemi öncesi deneyimler ve güvenlik reaksiyonunu izlerdi. Bir keresinde servis asansöründeki bir paneli çıkarmış ve asansör çalıştığında tırmanmaya başlamıştı. Ezilmemek için kendini duvardaki bir teknik bölmeye sıkıştırmak zorunda kalmış, ölümden dönmüştü.

 

Blumberg kendini bir hırsız olarak görmezdi. “Çalmak” kelimesini kullanmaz, bir koleksiyon inşa ettiğini söylerdi. Daha önce bibliyomanlar hakkında bir şeyler okurken (elbette kütüphanede) kütüphane nefretiyle karşılaşmıştı. Kütüphanelere güvenilemezdi! Mahkemeye çıkarıldığında savunmasında; “unutulmuş bir dünyayı, onu ihmal eden bir sistemden (kütüphaneler) kurtarmaya çalıştığını” söylüyordu. “Bilgi sahibi olmaya gerçekten kimin hakkı var?” diye sormuştu, tüm kibri ve umursamazlığıyla. “Kitapları severdi, genellikle okumayı değil, onları raflarında görmeyi, koklamayı tercih ederdi.” diyor Weiss.

 

İlk baskısına sahip olduğu bir kitabın orijinal el yazmasını çaldığından ve kütüphanesine yerleştirdiğinden bahsettiğinde Weiss soruyor:

 

“Okudun mu?

“Sadece birkaç bölüm okudum.”

 

Zaten okumak için fazla zamanı olmamıştı. Ülke içinde dolaşmakla, aniden uğramak istediği bir kütüphaneyi hatırladığı için saatlerce bir yönde araba kullanmakla çok meşguldü. “Biraz burada, biraz orada.”

 

Tüm bunların yanında kitaplarını satmaz, onları bir meta olarak görmezdi, hayli maddi değer taşıyor olsalar da para kazanma hevesine sahip değildi. Bir kitap hırsızıydı, bir cani, bir kaçakçı veya insanlara zararı dokunan bir suçlu değildi. Tüm tedirgin ediciliğine rağmen Weiss’in belirttiği üzere, “Blumberg’in anlattıkları acıyla, hayretle doluydu; ama hiçbir zaman küfür, hakaret içermeyen sözlerinde incelik pırıltıları vardı.” Her ne kadar kitapların muhtevasından faydalanmayı öncelemediği aşikâr olsa da onlarla kurduğu ilişkiydi belki de onu ondan beklenmedik düzeyde nezaket sahibi yapan. 

 

Kitaba dair duyulan, okunan, tecrübe edilen her şey mutlaka insana çok şey kazandırmaktadır. İster kitapları hayatının merkezine koyanlar, ister onu alelade bir yere konumlandıranlar olsun, kitapla hemhâl olan her kimse yaşamın anlamsal değerini artıracaktır. Maksim Gorki’ye kulak verelim: “Pek çok değersiz kitap okudum, ama onların bile yararı oldu bana. İnsan, yaşamın güneşli yönlerini olduğu kadar, çirkin yönlerini de bilmelidir. İnsan, olabildiğince çok bilgi edinmelidir. İnsanın deneyimleri ne denli çeşitli olursa, görüş alanı o denli büyük, yapısı o denli sağlam olur.

Start typing and press Enter to search